Ülkeyi Ne Hale Getirdiler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
“Osmanlının bugün git yarın gel şeklinde ifadesini bulan ünlü kırtasiyeciliği, Cumhuriyet döneminde, çözülmek bir yana, maalesef katmerleşti. Rüşvet, yolsuzluk, kara para, kayıtsız ekonomi, arazi yağması ise, geometrik artışlarla devleşti. Yağmacı ve hırsızdan, çaldıkları asla geriye alınamadı. Hukuk sistemi çöktü. Devlet yara aldı. Milletin hakları gasbedildi. Böyle bir düzenin devamı, bizi bütün hedeflerimizde engeller.
Vatandaşın ıstırabı büyüktür. Sabırla bekliyor. Bu derecede sabır pek çok millette yok. Bizde niçin var? Zira en az iki asırdan beri sabra alışmışız. Beklemeye alışmış bir milletiz. Ama sabrın ve ümidin sonu gelir. Deniz bir yerde biter. Ya o tarafa geçeriz, ya bu tarafta kalırız.” (Yılmaz Öztuna, Türkiye gazetesi, 24 Mart 2000)Türkiye gibi muhalefet yapmayan, her devirdeki iktidarla iyi geçinen bir gazetede bile artık böyle acı paragraflar görmek mümkün.
Öztuna, ülkemizdeki kötülükleri sıralarken nice pisliğe dokunmamış. Fenalıklar, hıyanetler, soygunlar, yağma ve talanlar sadece onun yazdıkarı ile kalsa canımıza minnet. Daha neler var? Uyuşturucu ve silâh kaçakçılığı, müzmin ve yüksek enflasyon, eğitimin ve üniversitelerin çökertilmesi; milleti, ülkeyi, devleti haraca kesen çeteler; koskoca bir memleketin yağını balını beş bin ailenin yemesi; gelir dağılımındaki korkunç, dehşet verici adaletsizlik. Zavallı, talihsiz Türkiye’de hıyanet kol geziyor. Ziraati, hayvancılığı, sanayii, üretimi, ihracatı baltalamak, sabote etmek için birtakım şer güçleri seferber olmuşlardır. Emek, alın teriyle helâl ve bereketli kazanç horlanmış; faiz, avanta, rant, haram kazanç baş tacı edilmiştir. Ülkenin çoğunluğunu teşkil eden Müslümanlara, dindar kesime sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya muamelesi yapılmaktadır.
Kadın hakları ve hürriyetleri konusunda lâfa geldi mi mangalda kül bırakmayan kodoşlar, üzerinde T.C. anteti bulunan resmî vesikalarla kadın satışına, fuhşa, köleliğin en çirkinine izin verildiğini niçin görmüyorlar?
Türkiye’yi kim, kimler, hangi ideoloji, hangi dünya görüşü bugünkü perişan hale getirmiştir?
Birtakım müesseseler yeni nesilleri dejenere etmek, çürütmek için ellerinden geleni yapıyor. Lozan’ın gizli protokolları tepemizde uğursuz bir kara bulut gibi duruyor. Türkiye bu hallere düşecek ülke miydi? Bizim Japonya’dan, Güney Kore’den Taiwan’dan, Singapur’dan neyimiz eksiktir? Topraklarımız onlarınkinden büyük ve daha verimli değil midir? Nüfusumuz mu yetersizdir? Bizim denizlerimiz, göllerimiz, nehirlerimiz, ormanlarımız, madenlerimiz yok mudur? Herşeyimiz var, lâkin habîs bir zihniyet elimizi kolumuzu bağlamıştır. Kimliksiz, ahlâksız, lisansız, edebiyatsız, kişiliksiz, idealsiz, kızılelmasız bir toplum ayakta durabilir mi? İnsanlar sadece ekmekle, yemekle yaşamaz. İnanç, ahlâk, fazilet, mefkûre de gereklidir.
Milyonlarca insanın dini imanı para olmuştur. Hedonizmin en bayağısı hükmetmektedir vicdanlara. Yeni yetişen gençlere karakter terbiyesi vermek için hiçbir şey yapılmamış, aksine karaktersizlik ve ahlâksızlık teşvik edilmiştir.
İsteseler müzmin ve yüksek enflasyonu bir senede sıfıra çekebilirler. Fakat böyle bir şeyi asla istemiyorlar. Çünkü, her şeyi çürüten, bütün değerleri bitiren; devletin, milletin, ülkenin temellerini dinamitleyen enflasyon sayesinde küçük ve haydut bir azınlık trilyonlarına trilyon katmakta, millet ve ülke fakirleştikçe onlar domuz gibi şişmektedir.
Türkiye’deki kokuşma, pislik, dehşetli kötülük anayasayı değiştirmekle, Avrupa Birliği ölçülerini kabul etmekle düzelmez. Çok radikal, çok köklü, çok gözükara bir değişim gereklidir. Ârızaya son verip, tarihî devamlılık mecrasına girilmedikçe, bu iş için ne gerekiyorsa hepsi cesaretle gerçekleştirilmedikçe beklenen ve ümid edilen düzelme olmaz.
Yaza yaza bıktım. Artık bu ülkenin ekmeklik buğdayı, eti, pirinci, nohudu bile dışarıdan getirtilmektedir. Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye dışarıdan, ta Norveç’ten balık ithal etmektedir. Yirmi milyon işsizin bulunduğu şu zavallı memlekete İtalya’dan, Hollanda’dan gül fidanı, kaktüs, saksı çiçeği getirtilmektedir.
Fabrikalar, atölyeler kapanmakta, esnaf kan ağlamaktadır. İşsizlerin, ekmeksizlerin sayısı her gün biraz daha artmaktadır.
Tuzu kuru olanların bunca kötülük ve acı karşısında kılları bile kıpırdamıyor. Onlar statükonun, yani bütün bu pisliklerin devamı hususunda sarsılmaz bir iradeye sahiptir. Çünkü bozuk düzenin nimetlerini onlar yiyor; bir elleri yağda, bir elleri baldadır.
Haşre kadar sürmez bu gidiş. Bir gün gelecek ip inceldiği yerden kopacaktır. İnsanlar kendi cüz’î ve beşerî iradeleriyle kötülükle savaşmazlarsa, küllî bir iradenin sillesini yiyeceklerdir.
Meydana geleceğini bütün uzmanların ittifakla haber verdikleri şiddetli İstanbul zelzelesi bozuk düzeni, kötü statükoyu alt üst edecek, gafillerin dünyalarını başlarına geçirecektir. Buna karşı tedbir alınıyor mu? Ne gezer. Hem tedbir almak mümkün müdür? “Kaza-i mübremi tedbir ile tağyir mi mümkün?”
Akıllı milletler ve ülkeler sanayilerini ilerletir, ürettikleri malları ihraç edip milyarlarca dolar kazanırken bizdeki asalak bir zihniyet arsa ve arazi spekülasyonu ve mafyacılığı ile dağları, taşları, ormanları, tarlaları parselleyip üstlerine dev bloklar dikti. Türkiye’nin yüz milyarlarca dolarlık sermayesi, canı, kanı, varlığı toprağa, meskene harcandı. Yapılan binalar hesapsız, kitapsız, çürük çarık inşa edildi. Para hırsı bazılarını sanki kudurtmuştu. Azgın ve çılgın deliler gibiydiler. Kolay kazanç için yapmadıkları kalmadı. Türkiye’ye zararı olurmuş böyle şeylerin, umurlarında mıydı?
Zelzele uzmanları, “Bir savaşa hazırlanır gibi depreme hazırlanın!” diye uyarıyor. Bir savaş çıksa ve İstanbul’un tepesine bir atom bombası atılsa, büyük bir deprem kadar zarar ve zayiata sebep olamaz. Yedi buçuk şiddetinde bir zelzelede dört milyon kişinin enkaz altında kalarak, bir milyon vatandaşın da yanarak veya dumandan boğularak can vereceği tahmin ediliyor. Halka açıklanmıyor ama toplantı üzerine toplantı yapılıyor, fakat alınacak tedbir, bulunacak çare yok. Tam otuz yıl boyunca çürük çarık milyonla bina yapıldı. Ülke halkının dörtte biri İstanbul ve civarına toplandı. Gecekondular, kaçak binalar için af çıkartanlar bu ülkenin kuyusunu kazdılar. Geri zekâlılar kaçak binalarının üstüne her yıl bir kat daha ilave ettiler. Rüşvetler yendi, makbuzlu bağışlar yoluyla trilyonlar alındı.
Adapazarı’nda, yandaki binanın üzerine kırkbeş derecelik bir açı ile devrilmiş beş katlı bir apartıman gördüm, sadece altmış santimlik temeli vardı. Beş katlı binaya altmış santim temel yapılırsa sarsıntıda yıkılır tabiî.
Saygın, kibar, lüks, pahalı, okumuş fahişeler olduğu gibi, bu sıfatta politikacılar, idareciler, aydınlar, yüksek tabaka mensupları da vardır. Bu ülke, bu millet, bu devlet onların seyyiesini çekiyor ve çekecek. 26 Mart 2000