Ülkeyi Ne Hale Getirdiler
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Pazartesi
Bir ülke, bir millet nasıl zengin olur? Öncelikle çalışarak, üreterek, ticaret yaparak değil mi? İşte birtakım kaltabanlar bizde yıllardan beri bunları baltaladılar. Halktaki, gençlikteki, kadınlardaki çalışma şevkini ve azmini öldürdüler. Emeğin yerine rantı, faizi, repoyu, avantayı, çalışmadan kazanmayı getirdiler. Fabrika, atölye, dükkan, iş yeri açanın tepesine bindiler, onlara bir yığın mükellefiyet ve külfet getirdiler. Faizle, repoyla, rantla, avantayla çalışmadan gelir temin edenleri fazla rahatsız etmediler.
Sonunda ülke ne hale geldi. Tahıl ambarı olan ülkemiz, dışarıya buğday satan Türkiye’miz şimdi ekmeklik buğdayını dışarıdan getirtmek zorunda. Avuçla döviz ödeyerek. Hayvancılığımız da öldü, öldürüldü. Dışarıdan, dünyanın en kalitesiz etlerini ithal ediyoruz. Eskiden ithal et, doğranmamış, bütün hayvan şeklinde getirtiliyordu. Bu şekilde domuz eti sokulamayacağından parça et ithaline izin çıkartıldı. Şimdi şu Müslüman halka binlerce ton domuz eti yediriliyor. Yine ülkemiz dışarıdan başta domuz yağı olmak üzere külliyetli miktarda hayvanî ve nebatî yağ ithal etmektedir.
Cüsse itibariyle biraz küçük olmakla birlikte, lezzet ve koku bakımından çok kaliteli olan yerli muz bahçelerimiz körletildi ve şimdi dışarıdan, ta orta Amerika’dan gemiler dolusu muz ithal ediliyor.
Türk halkının çalışma, üretme, helâl ticaret yoluyla para kazanma tarafı yok edilirken aşırı tüketim, israf, içki, fuhuş, sefahat, asalaklık, haramyiyicilik teşvik edildi. Rüşvet, hortumlama, kokuşma, yiyicilik, haramilik, soygun, talan, vurgun son haddine ulaştı.
İnsanlarımız lüks meskenler, lüks otomobiller, lüks eşya, lüks yazlık edinmek; lüks yiyip içmek, lüks giyinmek hususunda dengesizleştirildi. Ülkenin, milletin sermayesi meskene, otomobile, yakıta, lükse, israfa harcandı.
Devlet de iflas ettirildi. İç ve dış borçlarla temin edilen katrilyonlar üretim, ziraat, ticaret, hayvancılık gibi sahalarda kullanılmadı, suiistimale uğradı. Şu anda bütçemiz, borçların faizlerini ödemeye yetmiyor.
Birtakım namussuz, şerefsiz, alçak, vatan haini, karaktersiz, rezil, popülist, arivist politikacılar devlet imkanlarını arpalık olarak kullandılar ve ihtiyacın birkaç misli resmî memur ve işçi tayin ettirdiler. Şimdi devlet bunların maaşlarını, emekli olduklarında ikramiyelerini ödeyemeyecek duruma düşmüştür.
Velhasıl şu güzelim Türkiye’yi batırmak, mahvetmek, perişan etmek, çökertmek, temellerini dinamitlemek için ne mümkünse yaptılar.
Şu anda ülkemizin en büyük iş kolları, kazanç kaynakları şunlardır:
1. Uyuşturucu, beyaz zehir ticareti ve trafiği. Artık bununla hiç bir güç mücadele edemez. Yelteneni temizlerler. Bu iş sahasında milyarlarca dolar dönmektedir.
2. Kokuşma ve rüşvet. Bu da bütün bünyeyi sarmıştır. Temel prensip haline gelmiştir.
3. Laiklik ve çağdaşlık ticareti. Bu yolla da yekûn olarak milyarlarca dolar kazanılmaktadır.
4. Din ve mukaddesat sömürüsü. Bazıları bu konunun gündeme gelmesinden rahatsız olacaklardır ama bu da bir realitedir.
5. Fuhuş, içki, sefahat sektörü.
6. Faiz, riba, tefecilik, rant, repo, avanta.
Bir ülke ki, orada en büyük iş kolları bunlardır, orasının batmış olduğuna hüküm vermek gerekmez mi?
Bu memleketi, bu milleti, bu devleti kurtarmak için ortaya atılmış olan bazı Müslüman kişilerin ve islâmî kuruluşların da hali perişandır, fecidir. Müslümanlar arasında, emanetleri ehliyetsizlere vermek ve bu suretle emanete hıyanet etmek almış yürümüştür. Dinimiz bize kesinlikle birliği emrediyor. Biz ise sanki birleşmemek hususunda ittifak etmişizdir. Dinimiz bize, işlerimizi istişare-danışma yoluyla görmemizi emrediyor, biz o emri de yerine getirmiyoruz. Yüksek Müslüman tabakada lüks, israf, aşırı tüketim, gurur, kibir, nümayiş hastalıkları yaygınlaşmıştır. Müslümanlar bilgi, aksiyon (amel, ahlâk), estetik-sanat konularında vasıfsız, güçsüz, geri duruma düşmüşler, düşürülmüşlerdir. Müslümanlar taşları birbirine perçinli çelik gibi bir ümmet binası teşkil edecekleri yerde bir sürü cemaate, hizbe, fırkaya parçalanmışlardır. Müslümanlar kırsal kesim, köylü, gecekondu, varoş zihniyeti ve kültürü bataklığında çırpınmaktadır. Bu yüzden de zillet, esaret, hakaret, zulüm kurbanı oluyorlar.
Türk olsun Kürt olsun veya başka etnik bir kökenden gelmiş olsun; Sünnî veya Alevî olsun; Şeriatçı veya Laik olsun; Atatürkçü veya anti-Kemalist olsun, sağcı veya solcu olsun, velhasıl hangi ideolojiden veya kesimden olursa olsun, Türkiye’yi bu hale getirenleri asla affetmemek gerekir. Namuslu, şerefli, dürüst, temiz vatandaşlara ve aydınlara bir şey dediğim yoktur. Lakin ülkeye, devlete, millete hıyanet edenlere lânet ediyorum. Allah belâlarını versin!
Latife Hanım
AKŞAM gazetesi Cumhuriyet bayramı günü Atatürk’ün eşi Latife hanımın tesettürlü bir fotoğrafını bastı. Saçlarını sımsıkı kapatmış ellerine bile eldiven geçirmiş… Bugün Latife hanım kadar bile tesettüre riayet etmeyen başları örtülü kızlar üniversitelere alınmıyor. Bu engellemeyi kimler yapıyor? Atatürkçüler. Kimin adına yapıyor? Atatürk’ün adına. Fesubhanallah! Bu adamların akıllarında kopukluk mu vardır.
Bahaneleri şu: Başörtüsü siyasal bir simgeymiş… Yalandır bu iddia. Başlarını eşarpla örten kızlar, bunu siyaset için değil, dinî inançları dolayısıyla yapıyor. Siyasî simge olsaydı, bu kadar baskı karşısında başlarını açarak tahsillerine devam ederlerdi.
Rusya, Yunanistan, İtalya, İspanya, Portekiz gibi ülkelerde nice Hıristiyan kadın başını örtmektedir. Başörtüsü çağdaş ve evrensel bir kıyafettir.
Ülke, millet, devlet büyük buhranlar, dehşetli fırtınalar içinde çırpınıyor, sarsılıyor, çatırdıyor, bizdeki bazı adamlar hâlâ başörtüsü engellemesi ile meşguller. Bizans’ın son günlerinde Hıristiyan halkın bir kısmı “Melekler erkek mi, dişi mi?” münakaşaları yaparken, bir de bakmışlar ki, Türkler şehri alıvermiş…
Başörtüsü konusunda bir halkoylaması yapılsın desek asla kabul etmezler. Çünkü böyle bir referandum, başörtüsünün serbest bırakılmasını isteyenlerin zaferi olacaktır. “Onlar çoğunluk değil, ancak yüzde yirmidir…” gibisinden laflar ediliyor. Müslümanlar bu memlekette yüzde yirmiyse o halde referanduma gitsenize. Gidemezler, cesaretleri yoktur. Kızların başörtülerinden korkuyorlar. Niçin bu kadar ödlek ve cesaretsizler? Zavallı Türkiye, ne günlere kaldın… 02 Kasım 1999