Perşembe

 

Müslüman ümitsiz olmaz, İslâm ümit dinidir. Binaenaleyh ümitsiz değilim. Lakin insanlardan pek ümitvar değilim. Allah’tan ümit ediyorum.

Şu memleketin haline bakınız. Şu ülke, şu millet, şu devlet ne hallere düşmüş. Para, para, para.. Şimdi herkesin aklı fikri bu. Elbette parasız yaşanmaz, elbette herkes çalışacak, kazanacak, geçinecek. Buna itirazım mı olur? Lakin para bir ülkede tek değer haline gelince o ülkenin kıyametine hazır olunuz.

Paranın yanında ve üzerinde başka değerler olması gerekir. Din, inanç, ahlâk, fazilet, şeref, namus, vatanseverlik, dürüstlük, mürüvvet, âlicenablık, ihsan, kerem, asalet (ruh asaletini kasdediyorum), şecaat, hikmet, iffet… Bunlar nerede?

Bazı kişi ve zümrelerin paradan, bezirgânlıktan uzak durmaları gerekir. Mesela milletvekilleri, politikacılar, ticaret, iktisadî faaliyet, mâlî spekülasyon yapmamalıdır. ABD’nin eski başkanlarından birinin yerfıstığı çiftliği vardı. Başkan seçilince bu işini noter idaresine verdi, kendisi aktif ticaretten uzak kaldı. Bizde nice politika bezirgânı pis, kirli, iğrenç, kara ticaret işlerine bulaşmış vaziyettedir. Bunların bu memlekete, bu millete, bu devlete hayırları dokunur mu?

Din adamları, İslâm hizmetkârları da para işlerinden uzak durmaya mecburdur. Maaşını alır, karnını doyurur, başka ticaret yapamaz.

Şu İslâmcı geçinen heriflere bakınız. Nasıl da kuduz bir şehvet ve ihtirasla para, servet, menfaat peşinde koşuyorlar. Aç bir kurdun koyun sürüsüne verdiği zararın bin mislini, milyon mislini bunlar Ümmet-i Muhammed’e vermektedir.

Türkiye’de her şey ayağa düşmüş ve kirlenmiştir. Yakında seçimler olacak. Dönen entrikaların, çevrilen dolapların, yapılan katakullilerin binde birini medya yazıyor. Yazılmayanları bir bilseniz ne yapacağınızı şaşırırsınız.

Halk yığınları yalana, kuruntulara, vehimlere meftun ve mübtelâ olmuştur. Bu memleket, bu millet, bu devlet nasıl kurtulacak, nasıl selâmete çıkacaktır? Kaliteli idareciler ve politikacılar dışarıdan ithal edilemeyeceğine göre bunları nereden temin edeceğiz ve hizmete sokacağız?

Eksiksiz, Gediksiz Demokrasi

Türkiye gazetesinin başyazarı sayın Yılmaz Öztuna şöyle diyor: “Üç noktada hiçbir zaman taviz verilmeyeceğini kafalarımıza yerleştirelim: Dinî esaslara dayalı devlet yönetimi, Atatürk düşmanlığı ve sınırlarımız içinde herhangi bir toprak parçası veya topluluğun farklı biçimde idaresi.” (3 Mart 1999)

Bu uyarıdan sonra, Öztuna söze şöyle devam ediyor: “Bu prensiplerden ayrılmayalım. Ve artık demokrasimizi eksiksiz gediksiz kuralım.”

Eksiksiz ve gediksiz bir demokrasi nasıl kurulur? Bunun için elbette birtakım temel şartlar gerekmektedir. Bunların birincisi, hukukun üstünlüğü üzerine kurulmuş bir devlet sistemidir. İkincisi, evrensel ve temel insan haklarına, haysiyetlerine, hürriyetlerine saygılı, riayetkâr bir sistemin hayata geçirilmesidir. Üçüncüsü, tarihî ârızaların giderilip tarihî devamlılığın sağlanmasıdır. Dördüncüsü de, millî kimlik, kişilik ve kültüre zıt işler yapılmamasıdır.

Eksiksiz ve gediksiz bir demokrasinin kurulması için devlet ile siyasî ideolojinin özdeş tutulmaması gerekir. Devlet başka şeydir, siyasî ideoloji ve sistem başka şeydir. Birincisi korunmalı, ikincisi tartışılabilmelidir.

Resmî ideolojinin, “Derin Devlet”in, sistemin her şeyin, hukukun ve asıl devletin üzerinde tutulduğu, son sözü derin devletçilerin söylediği bir ortamda gerçek demokrasi eksiksiz ve gediksiz olarak nasıl kurulabilecektir?

Sayın Öztuna, başmakalesinin bir yerinde “Atatürk düşmanlığına gelince, terbiyesizlikten de öte edebsizliğin daniskasıdır” şeklinde bir ifade kullanmıştır.

Bizce, Atatürk düşmanlığından çok, Atatürk istismarı bu ülkeye, bu millete, bu devlete en büyük zararı vermektedir. Aklı başında bir kimse ölmüş tarihî bir şahsiyete hakaret etmez, söğüp saymaz. Bu konuda yapılacak tek şey arşivleri incelemek, belgeleri gün ışığına çıkartmak, Mustafa Kemal’in ve Millî Mücadele’nin eksiksiz ve tam bir tarihini yazmaktır.

Hakkında on binlerce kitap, makale, araştırma yayınlanmış olmasına rağmen, Mustafa Kemal hâlâ bilinmemektedir. Çünkü ortada iki tarih vardır. Resmî-ideolojik-sun’î tarih; bir de gerçek tarih. Aradan şu kadar yıl geçtikten sonra, gerçek tarih artık gün ışığına çıkartılmalıdır.

Sayın Öztuna ne der bilmeyiz ama bizce eksiksiz ve gediksiz bir demokrasinin kurulabilmesi için resmî ideoloji tahakkümüne son verilmesi gerekir.

Üç Bin Dolar

Yahudilerin 500’üncü Yıldönümü faaliyetlerine iştirak etmiş, hem kültür, hem müzik tarafı olan, sonradan kendisini Müslüman gösteren, aslında Sabatay Sevi cemaatine mensup bulunan bir zat, islâmî bir televizyon kanalında bir defası üç bin dolara haftalık programlar yapıyor, parasını da peşin alıyormuş. Bir defasında, olur ya, televizyon idaresinin kasasında üç bin dolar yokmuş. Bizim hem Sabataycı, hem Müslüman, hem konuşmacı, hem müzikçi zat, “Ya parayı şimdi hemen peşin ve nakit verirsiniz, yahut da programı yapmam” diye ültimatom vermiş. Vakit de çok az, televizyon idaresi şaşırmış, hemen telaş içinde alelacele üç bin doları bulmuşlar da program öyle yapılabilmiş. Tabiî seyircilerin ve o cemaate mensup Müslümanların dünyadan haberleri yok. Zevk ve hayranlık içinde programı seyretmişler.

Son zamanlarda islâmî hizmet ve faaliyetlere birtakım ateist, solcu, İslâm düşmanı, Şeriat karşıtı, Sabataycı elemanlar girdiler, hattâ bunlardan bazıları dizginleri ele aldılar. Öyle ucuza da çalışmıyorlar. Haftada bir program üç bin dolar, ayda 12 bin dolardan fazla eder. Kaç Türk Lirası ettiğini siz hesaplayınız. Müslüman halktan, “Biz İslâm’a hizmet edeceğiz” diye paralar toplanıyor. Dindar kadınların yüzükleri, bilezikleri, mücevherleri bağış olarak kabul ediliyor. Sonra bu paralar ateist, farmason, solcu, Sabataycı elemanlara peşkeş çekiliyor. Alan razı, veren razı, bize fazla konuşmak düşmez. Lakin, paralarını, mücevherlerini veren, gönüllerini bağlayan Müslümanlar düşünsünler derin derin. 05 Mart 1999