Pazartesi

 

Kaldırım’daki kitap sergisinden “Hürfikirler” (Aylık fikir mecmuası) dergisinin 1’den 8’e kadar sayılarını aldım. Yayın yılları: 1948 – 49. CHPve İsmet Paşa henüz iktidarda. Hür Fikirler dergisi, “Hür Fikirleri Yayma Cemiyeti”nin yayın organı. Cemiyetin başkanı İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Anayasa Hukuku Kürsüsü Başkanı Ord. Prof. Dr. Ali Fuad Başgil. Ölüm tehdidiyle yurt dışına sürgün edilmeseydi, Başgil Hoca 1960 darbesinden bir müddet sonra Türkiye’nin dördüncü cumhurbaşkanı seçilecekti.

Hür Fikirler dergisinde lisan meselesine ait hayli yazı yayınlanmış. O zamanın akademisyenleri, fikir adamları lisan sahasında yapılan tahribatın vehametini idrak etmişler, günün hürriyetsizliğine rağmen hayli ağır tenkitler yapmışlar.

O tarihlerde Türkiye’de üç üniversite vardı. İstanbul Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Teknik Üniversite. Ayrıca birtakım akademiler, yüksek tahsil müesseseleri de bulunuyordu.

Üniversitelerin vazifesi sadece öğrenci okutmak değildir. Üniversiteler bir ülkenin beyni durumundadır; halkı, idarecileri, seçkinleri aydınlatmak, onlara rehberlik etmek de onların işidir. Bu hizmeti ancak hür üniversiteler yapabilir.

Hür üniversite ne demektir?

1. Üniversiteler ülkenin, halkın millî kimliğine düşman ve karşıt olmamalıdır.

2. Üniversiteler tarihî devamlılığa karşı olmamalı; diğer bir deyimle “Tarihî ârıza ve kaza tarafı” olmamalıdır.

3. Üniversite profesörleri ve öğretim üyeleri herhangi bir ideolojinin azat kabul etmez köleleri durumunda bulunmamalıdır. Gizli cemiyetlere, çetelere, lobilere mensup bir profesör nasıl hür fikirli olabilir?

Yakın tarihimizde cereyan eden olumsuzluklar dolayısıyla ülkemizde bir sürü kötülük görülmektedir. Bunlarla mücadele etmesi gereken kurumların başında üniversiteler gelir. Hepsi olmasa bile, yeterli sayıda üniversite hocası kitaplar, makaleler, bildirilerle topluma ışık tutmalı, rehberlik etmelidir. Müslüman bir memlekette İslâm’a karşı agresif saldırıda bulunan birtakım hocalar nasıl olur da ışık tutabilir, rehberlik edebilir?

Üniversitelerin gerçek demokrasi, insan hakları, millî kimlik, tarihî devamlılık için çalışmadığı bir yerde ne hürriyet olur, ne demokrasi, ne adalet, ne huzur, ne de sağlıklı bir sistem. Bizde son çeyrek asır içinde medyada bir tekelleşme, kartelleşme oldu. Üniversitelerde de aynı şey yaşandı.

Lâiklik ve başörtüsü yasağı konusunda Fransa’yı örnek gösterenler ve alanlar, oradaki üniversitelerde başörtüsünün yasak olmadığı gerçeğini niçin saklamaya çalışıyorlar? Bizde, başörtülü kızlara birazcık hoşgörü gösterdiği için bazı rektör, dekan ve profesörler ağır suçlamalara maruz kalmışlar ve bazısı cezaya çarptırılmıştır. Böyle hür üniversite olur mu?

Türkiye’deki buhranların en vahimi lisan buhranıdır. Lisanımız tahrip edilmiştir. Üniversitelerden bu konuda niçin güçlü feryatlar yükselmiyor? Lisan konusunda üniversitelerimiz niçin çareler, çözümler üretmiyor, teklifler getirmiyor? Türkiye üniversiteleri bu ülkeye niçin bir tek Nobel bile kazandıramamıştır?

Resmî ideolojinin Don Kişot’luğunu yapan bir zatın, Amerikalı bir ilim adamının kitabını intihal ettiğine dair medyamızda haberler çıktı, adam uluslararası çapta kınandı da ne oldu? Yine yerinde lök gibi oturuyor.

Türk üniversiteleri bu millete, başka ülkelerde olduğu gibi mükemmel bir Türkçe lügat ve gramer kitabı bile yazamamıştır. Kuzey Kore’de, Vietnam’da, Küba’da, Çin’de de üniversiteler var. Ancak onlar Fransız, Alman, Kanada, İngiliz üniversiteleri gibi hür değil, gemlenmiş vaziyetteler.

Bu memlekette birtakım profesörlerin hürriyet, adalet, millî kimlik bayraklarını yüceltmesi, halk kitlelerine fikir ve ideal önderliği yapması gerekmez mi?

Şu aşağıdaki şeylerin olduğu bir ülke batmış demektir:

  • Düşüncenin, kültürün, millî kimliğin, sanatın ana vasıta ve âleti olan yazılı-edebî lisan yozlaşmış ve dejenere olmuşsa.
  • Millî kimliğin ana unsuru olan din birtakım agresif, militan, fanatik, jakoben dinsizler tarafından alabildiğine hücuma uğruyorsa; orada gerçek mânâda inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti yoksa.
  • Ülkenin beyni durumunda olan üniversiteler resmî ideolojinin sıkı kontrolünde ise.
  • Çok büyük bir güç olan medya mafyalaşmış, çeteleşmiş, tekelleşmiş ise.
  • Tarihî devamlılıkta büyük bir kopukluk ve ârıza olmuşsa.
  • Edebî ve sosyal kültür sahasında üniversitelerin seviyesi son derece düşmüşse.
  • Millî Eğitim sistemi, yeterli millî kültür, genel kültür, ahlâk ve karakter terbiyesi veremiyorsa.
  • Toplumu ayakta tutan dinî, ahlâkî, kültürel değerler ve ölçüler yitirilmişse. Din sömürüsü yapılıyorsa.

Türkiye’de binlerce profesör bulunmaktadır. Bunların içinde birtakım millî dertleri kendine dert edinen kimselerin çıkması, ilmî ve ciddî bir üslupla idare edenleri uyarması, halka ışık tutması gerekmez mi?

Niçin zaman zaman elli veya yüz üniversite hocası bir araya gelip millî bir meselede bir bildiri veya manifesto hazırlayıp bunu yayınlamıyor? Derin devletin, hışmından mı korkuyorlar? İlim, irfan, ideal sahiplerine korkaklık yakışır mı?

Üniversite hocaları popülizm yapsınlar, sözü ayağa düşürsünler demiyorum ama bu kadar da uslu, suskun, itaatkâr olmalarını kabul edemiyorum.

Herkesin aynı şekilde inanması ve düşünmesi gerekmez. Elbette çeşitlilik olacaktır. Gerçek şimşekleri fikirlerin çatışmasından meydana gelir.

Üniversitelerimizdeki birtakım Mason, Sabataist, Bahaî profesörler kendileri için çok tabiî gördükleri evrensel insan haklarını ve hürriyetlerini, çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara niçin layık görmüyorlar?

Ünivresitelerimiz niçin her yıl, yabancı dillere çevrilen, dünyanın dikkatini çeken fikir ve kültür eserleri veremiyor? Üniversitelerimizde bir miktar Müslüman profesör de var. Onlar, mutlaka konuşmaları gereken bazı hayatî konularda niçin dut yemiş bülbül gibi susuyor? 13 Nisan 2004