Uşak Seyahati (3)
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 29 Ocak 2019
Cumartesi
Peygamberimiz. Biz Müslümanlar O’na iman ediyoruz ama O’nu hakkıyla anlamış değiliz. Anlamış olsaydık ve kendisine uysaydık bugünkü zelil, perişan, kötü durumda olmazdık. Çünkü bu zata tâbi olan, bu zatın yolundan giden, bu zatın hayat tarzını kabul eden toplumlar aziz olur, üstün olur.
Birtakım günahlar ve eksiklikler vardır ki ölümcüldür. Bizde böyle çok günah, çok noksan görülüyor.
Peygambere iman ediyoruz; Allah’ın O’nu bize
göndermiş olduğunu Kur’ân âyetinden öğrenmiş bulunuyoruz; sonra O’nun yolundan gitmiyoruz, Sünnetine uymuyoruz.
“Efendim ben sünnet namazlarını kılıyorum, dişlerimi misvakla temizliyorum, ayakta su içmiyorum…” Sadece bunlarla sünnete uyulmuş olur mu?
Peygamberin, kendisine iman eden, biat eden, tâbi olan ümmetine talimatı vardır. Bu talimatın maddeleri vardır. Bunların kaçta kaçına, ne kadar uyuyoruz?
Peygamber bir hadîsinde, farz namazlarda Mescid-i Saadet’e gelmeyenlerin evini yakmak istediğini beyan buyuruyor. Biz sofu geçinenlerin camiyle, cemaatle münasebetlerimiz nasıldır? Her namazda olmasa bile, arada bir, meselâ günde bir kere camiye gidiyor muyuz?
Kaba sofunun biri karpuz yemezmiş… Sebebi de, Hazret-i Peygamberin nasıl karpuz yediğine dair bir haber ve rivayet bulunmamasıymış. Müctehid imamlarımızdan Mâlik bin Enes hazretleri bu yüzden karpuz yemezmiş, bizim sofu da yemiyormuş…Be adam, sen kendini İmam Mâlik gibi bir mutlak müctehidle, büyük bir veli (Allah dostu) ile, benzeri bin yılda birkaç kişi yetişen bir zat ile nasıl bir tutarsın? Karpuz yememek sana bir fazilet kazandırır mı?
1. O, Hazret-i Aişe validemizin buyurduğu gibi Kur’ân ahlâkının mücessem bir timsali idi. Kitabullah’ın mükemmel bir tatbikatı idi.
2. Gelmiş geçmiş, gelecek insanların en üstünü, en büyüğü idi. Nitekim bir hadîs-i şeriflerinde “Ben Adem oğlunun seyyidiyim. Lâkin bunu fahr etmek için söylemiyorum…” buyurmuşlardır.
3. Dünyada iyi, güzel, doğru, hayırlı işler yapmıştır ama dünyaya dönük değildi.
4. Kanaatle yaşamış, mütevâzı olmuştur. Yemede içmede, meskende, giyim kuşamda, binitte asla lükse, israfa, şatafata, gösterişe kaçmamıştır.
5. O’nun gözünde paranın, malın, dünya servetinin bir kıymeti yoktu. Eline geçeni ihtiyaç sahiplerine dağıtmıştır, Allah yolunda harcamıştır.
6. Yaratıklara şefkat ve merhametle muamele etmiştir.
7. İnsanların gizli hallerini, özel hayatlarını araştırmamıştır. Kendisine kötülük yapanları affetmiştir.
8. Daima adaletli olmuştur, asla zulm etmemiştir.
9.Okula gitmediği, hoca ve üstadlardan ders almadığı halde insanların en bilgilisi, en hikmetlisi (bilgesi), en doğru görüşlüsü o idi. Çünkü ilâhî vahy ve ilhamla aydınlanıyor, bilgileniyordu. Kur’ân’da onun için “O, hevasından, nefsinden konuşmaz” buyurulmaktadır.
10. Nefs terbiyesi hususunda insanlık için en büyük örnek odur.
11. İmkânsız denilecek kadar zor şartlar içinde dünyanın en büyük inkılap ve değişikliğini meydana getirmiş, yeryüzünde mükemmel bir barış ve medeniyet nizamı kurmuştur.
12. Onun getirdiği medeniyet ve sistem dünya şartlarına ve insan boyutlarına en uygun olan medeniyettir.
O’nun büyüklüğünü, kendisine iman etmeyen kimseler de tasdik etmektedir. Amerikalı yazar ve düşünür Michael H. Hart,
Uşak’taki konuşmada, yazılarımda yaptığım gibi bugünün zayıf, ihmalkâr Müslümanlarını tenkit ettim. Bu üslubum bazılarının hoşuna gitmedi. Bendeniz kimseden bir şey beklemiyorum. Ne para ve maddî menfaat isterim, ne de oy, alkış, destekleme talep ederim. Bu yüzden çok rahat tenkit edebiliyorum. İnsan nefsi, doğru da olsa tenkitlerden ve uyarılardan, hoşlanmaz; yalan da olsa övgü ve alkışlardan memnun ve hoşnud olur…
Konuşma sonunda dinleyiciler sorularını yazılı olarak verdiler. Birkaç kişi,
konusunu sordu. Bendeniz buna karşıyım, bu hareketi Müslümanlar için bir tuzak olarak görmekteyim. Hazret-i Muhammed Aleyhisselâtü Vesselamı Peygamber olarak kabul etmeyen, Kur’ân’ın hak kitap olduğunu inkâr eden, İslâm’ı ilâhî ve hak din olarak görmeyen kimselerle Müslümanlar diyalog yapamazlar. İslâm’ın gelmesiyle diğer dinlerin ve şeriatların hükmü kalmamıştır. Asıl metinleri kayb olmuş olan önceki kitapların da hükmü kalmamıştır.
Bugünkü dinlerarası diyalogta şu hava görülüyor: Musevilik hak, Hıristiyanlık (bir sürü birbirine zıt kilise ve kolu ile) hak, Müslümanlık hak… Böyle bir iddia akla, mantığa, sağduyuya uymaz. Hazret-i İsa meselesini ele alalım: Musevîler onu kabul etmiyor, Hıristiyanlar onu -hâşâ- tanrılaştırıyor, Müslümanlar ise Allah’ın göndermiş olduğu bir haberci olarak kabul ediyor. Şimdi, bu üç görüşün üçünün de hak ve doğru olması mümkün müdür?
Müslümanlar Ehl-i Kitab ile barış içinde yaşayabilir ama Dinlerarası diyalog yapamazlar. Böyle bir şey maazallah İslâm’ın üstünlüğünü, tek hak din olduğunu zımnen inkâr mânâsına gelebilir.
Türkiye’deki islâmî bir cemaat bu diyalog cereyanın öncülüğünü ve bayraktarlığını yapmaktadır. Tehlikeli bir vâdide yürüdüklerini kendilerine hatırlatmak gerekir.
Uşak’taki dinleyicilerim içinde diyalog taraftarları vardı, benim bu konudaki görüşlerimden pek memnun kalmadılar. Olabilir. Biz hepimiz din ve iman kardeşiyiz. Bazı ihtilâflar ve ayrılıklar bu kardeşliği sarsmamalıdır.
Bu konuda fazla bilgi edinmek isteyenlerin “Diyalogmasali” başlıklı internet sitesine bakmalarını tavsiye ederim.
Türkiyemiz “şifahî kültür ve zihniyetli bir ülkedir.” Tartışmalarımız, fikirlerimiz, bilgilerimiz hep şifahî. Bazı konularda çok ciddî, çok seviyeli, çok objektif yazılı metinler hazırlanıp yayınlanması gerekmektedir. Bu diyalog meselesi sözlü olarak tartışılmamalı, yazılı metinler şeklinde müzakere edilmelidir. Sözler uçup gidiyor, yazılar kalıyor…
Uşak seyahatimin tren ve otobüs biletlerini, bir gecelik konaklama, yemek masraflarını davet eden kardeşlerimiz ödediler. Yaptığım konuşmanın az da olsa bir faydası dokunmuş olduğunu ümid ederim. Aksi takdirde davet edenler de, davete icabet eden de vebal altında kalmış olur. İslâmî hizmetler için toplanan paraların bir kuruşunu bile lüzumsuz yere, faydasız şekilde harcamamalıyız.
Uşak, diğer birçok şehrimiz ve yöremiz gibi planlı, programlı, kaliteli hizmetler beklemektedir. İslâmî hizmet denilince sadece cami yaptırtmak, Kur’ân kursu açmak, şadırvan, cami kliması gibi şeyler hatıra gelmemelidir. İslâm bir nizamdır, bir hayat tarzıdır, bir medeniyettir. İşin başı ilimdir, irfandır, kültürdür, sanattır, vasıflı Müslüman yetiştirmektir. Büyük binalı, uzun minareli şatafatlı camiler yaptırıyoruz ama onların mihrabına geçecek, minberine çıkacak, kürsüsünden halkı uyaracak imamlar, hatipler, vaizler, vasıflı hocalar yetiştiremezsek o binalar, o füze gibi minareler bir işe yaramaz.
Yaz tatili geliyor. Ciddî, efendi, terbiyeli, tahtası sağlam, istidatlı, kabiliyetli gençlerimizi yetiştirmek için akıllıca faaliyetler yapalım. Onların kültür ve görgülerini arttırmaya çalışalım. Onlara geleneksel sanatlarımızı öğretelim. Velhasıl onları vasıflı Müslüman, vasıflı insan, vasıflı Türkiyeli olarak yetiştirmek için çırpınalım.
Hiçbir iddiam yok ama bu hususta bendenize bir hizmet düşerse ve bunu yapabilecek iktidar ve imkânım olursa seve seve yapmaya çalışırım. Herhangi bir ücret ve menfaat de talep etmem. Yeter ki, bir Müslümanın yetişmesine, vasıflanmasına vesile olayım. 23 Mayıs 2004