Evliyaullah’ın büyüklerinden

Seyyid Ahmed bin Zerruk

hazretleri buyuruyorlar ki: “İlâhî mârifete götüren yolda yürümek isteyenlere mutlaka bir yol gösterici, nasihat verici, kılavuzluk yapan bir üstad veya sâlih refik lâzımdır. Mârifet ve kemal yolunda üç türlü mücâhede vardır. Birincisi takva mücahedesidir ki, kemal derecede takva sahibi olmak isteyenin üstadı olması gerekir. Üstadsız takva eksik kalır. İkinci mücâhede istikamet sahibi olmak içindir ki, bunda da üstad şarttır. Üçüncüsü keşif mücahedesidir. Bunda üstadın lüzumu vâcib derecesindedir.”

Zamanımız

Müslümanlarının büyük kısmı üstadsız, rehbersiz, mürşidsiz, kılavuzsuz kalmıştır.

Yaldızlı ciltli din kitapları satın alıp da bunları kütüphâne raflarına dizmekle insan ilim, irfan, kemal sahibi olamaz.

Otodidakt,

üveysî

şekilde kemal bulanlar milyonda bir bile değildir.

Müslümanların bir kısmı da rehber, kılavuz, üstad olarak bir şeyhe bağlanmışlardır ama o da hakikî, icazetli, muteber bir şeyh değildir. Kâmil mürşid, gerçek şeyh

kibrit-i ahmer gibidir,

az bulunur.

Adam imanlı, musalli, iyi niyetli bir Müslüman. Kemal bulmak, olgunlaşmak istiyor.

Gidiyor yirmi ciltlik tefsir, otuz ciltlik hadîs külliyatı, yüzlerce cilt irşad ve mev’ize kitabı, on ciltlik fıkıh eseri satın alıyor. Bunları kendi başına okumasına imkân yoktur. İlim kitapları hocasından, üstadından okunur. Müslümanları, “Şu kitabı ille de okumalısın… Bu külliyat her Müslümana lâzımdır…”
şeklinde reklam ve propagandalarla şaşırtıyorlar.

Adam kendini dindar, iyi Müslüman sanıyor. Halbuki

durup dinlenmeden gıybet yapıyor.

Öyle dindar taslakları var ki, gurur ve kibir içindeler. Kendi meşrebinden ve tarikatından olmayan, kendi görüş ve tercihlerini paylaşmayan mü’min kardeşine kâfir diyen, kâfir muamelesi yapan azgınları görmüyor muyuz?

Herif kendini dinibütün bir Müslüman sanıyor, öyle gösteriyor, fakat

yemediği halt yok.

Dini imanı para ve çıkar olan, şöhret ve alkış için çırpınan, mukaddesat sömürüsü yapan adamda kemal mi olur?

Bugünkü İslâm dünyasının geçmiş asırlarda yaşamış büyük mürşidler gibi kılavuzlara, üstadlara ihtiyacı vardır. Zamanımızda sayıları çoğalmış olan din baronları ehl-i İslâm’a rehberlik edemez. Hakikî âlim, hakikî şeyh, gerçek mürşid hiç yok demiyorum. Böyle zatlar her devirde bulunur. Ancak bunlar gölgede kalmış, meydanı sahteleri almıştır.

Bu memlekette

yeteri kadar gerçek âlim ve gerçek şeyh bulunsaydı, Müslüman halk onlara tâbi olsaydı beş vakit namazda camilerimizin hali böyle mi olurdu?

Mal ve cah peşinde koşan, şer’î ilimlerde ve tasavvufî irfanda ehliyeti olmayan, mâlâyani ile iştigal eden, nefs-i emmâresine uyan, zâhirinde ve bâtınında Şeriat’a aykırı haller bulunan adam, peşinden milyonlarca insan gitse de yine olgun adam değildir.

Bugün zamanımızda üstad, mürşid, kılavuz, rehber, önder geçinen öyleleri vardır ki, ilmihal ve fıkıh kitaplarındaki temel bilgiler konusunda bile ihmal, teseyyüb, tembellik, hıyanet sergilemektedir. Gırtlaklarına kadar haram riba işlerine batmış adamlardan mürşid mi olur, Müslüman önder mi olur? Yazık!.. Milyonlarca Müslüman âlimsiz, şeyhsiz, mürşidsiz, kılavuzsuz kaldı. Kurtlar sürülere çoban oldu.

Müslüman ve Para

Müslümanların bir kısmının zengin olması, ellerindeki sermayelerle büyük ticarî, iktisadî, sınaî

(endüstriyel)

işler yapması elbette istenir. Lakin zengin, varlıklı Müslümanların zâhid

(püriten)

olmaları gerekir.

Eline para geçince azan, şımaran, ne oldum delisi olan heriflerden ne hayır gelir?

Müslüman elindeki serveti, sermayeyi bir emanet bilecek, Allah’ın bununla kendisini imtihan ettiği idraki içinde olacak, ayağını denk alacaktır. Zenginleşince Nemrud’laşan, Firavun’laşan, Neron’laşan adamlar imtihanı kaybetmiş olurlar. Şimdi herkesin aklı fikri para. Bu paralarla ne yapacaklar, ne yapıyorlar? Hayır hasenat, ilim irfan, sanat ve kültür mü? Servetleriyle mâlî ibadet mi yapıyorlar?

Maalesef bizde para konfor, lüks, israf, gurur, kibir, oyalanma, aldanma için istenmektedir. Bir Müslümanın içinde Allah korkusu, takva, ihlas, istiqamet, ruh asaleti olmayınca para onu canavarlaştırır, sersemletir, gülünç ve rezil hale getirir.

Bazıları para kazanınca ne yapıyor?

Önce otomobilini değiştiriyor, daha lüksünü ve pahalısını alıyor. Sonra evini değiştiriyor, daha lüks, daha gösterişli bir meskene taşınıyor. Sonra yemek yediği lokantaları değiştirip daha lüks, daha gösterişli, daha masraflı lokantalara gidip sığır gibi yemek yiyor.

Müslüman böyle yemek yer mi? Lüks ve israflı yemekler Kitab’a, Sünnet’e, ahlâka, fazilete uyar mı?

Bazı sonradan görmeler, zengin olduktan sonra emektar eşlerini, çocuklarının annesini boşayıp genç ve fingirdek karılarla hayatlarını birleştiriyor.

Bazen, iki hafta boyunca bütün işlerimi bırakıp bir köşeye çekileyim, bütün kaynakları toplayıp, onlardan derlediğim âyet mealleri ve tefsirleri, hadisler, geçmiş İslâm büyüklerinin öğütleri, hükemanın

(bilgelerin)

sözleri ile

para, zenginlik, bunların getirdiği azgınlık

hakkında bir risâle telif ve tasnif edip bunu on binlerce bastırayım diyorum.

Yanlış anlaşılmasın, ben bir lokma, bir hırka demiyorum. Müslümanlar da ticarî, iktisadî faaliyetler yapmalı, bir kısmı zengin olmalı, elde edecekleri sermaye birikimi ile otomobil ve

uçak fabrikaları bile kurmalıdır.

Ancak kanaatten, iktisattan

(tutumluluktan),

tevazudan, zühdden, takvadan ayrılmamalıdır.

Para yüzünden azan toplumlar helâk olur, belâlarını bulur.

Bizde yeteri kadar ilim, irfan, iz’an olmadığı için zenginlerden toplanan hayır, hasenat, sadaka paraları, yekûn olarak milyarlarca dolar tutmalarına rağmen verimli sahalara yatırılamıyor.

Halktan trilyonlar toplayan bazı din baronları bu paraları bildikleri gibi kendi re’y, heva ve heveslerine göre harcıyorlar.

Biz tenkit edince de kızıp darılıyorlar. Üzerlerindeki vebali bir bilseler.

Bir zenginin azmaması, yolunu şaşırmaması, sapıtmaması için onun mutlaka nefs-i emmaresini dizginleşmiş, beşerî ihtiraslarını gemlemiş olması gerekir.

Nefs-i emmare ile para bir araya geldi mi, artık o kul için rezalet, rüsvaylık, mânevî sefalet başlar.

Mânevî kuduzluk onu yere serer. Para para para… diyip duranlar. Kendinize hâkim olunuz. 08 Kasım 1998