Pazartesi

Âhir zaman çoktan geldi, nice alametleri zahir oldu, bazılarımız hâlâ görmüyor, anlamıyor, idrak etmiyor.

Onlar âhir zamanın geldiğini kabul etmek için galiba göklerde “Ey insanlar, biliniz, âgâh olunuz, âhir zaman başlamıştır…” gibi bir yazı görünmesini bekliyorlar.

Yahu, dünya allak bullak, yer yerinden oynuyor, zelzeleler aşırı derecede arttı. İklimler değişti. Fırtınalar, tayfunlar, su baskınları… Savaşlar, kıtaller, dökülen kanlar, yıkılan hanümanlar… Aynı cinsten insanların nikahları bazı ülkelerde kiliselerde kıyılmaya başladı. Adam bunu görüyor ve hâlâ ahirzaman mahirzaman gelmedi diyor. Nato kafa, nato mermer.

Bazı helaller haram haline gelmiş, nice haram helalleştirilmiş, erkekler karılara, karılar erkeklere benzemiş. Küçük veletler, anne ve babalarının efendisi olmuş. Bazı yerlerde insanlar bolluktan, zenginlikten, tıkınmaktan çatlıyor; bazı yerlerde ise açlıktan, yoksulluktan, fakirlikten kırılıyor, eskiden bilinmeyen bir sürü vahim hastalık milyonlarca insanı kırıp geçiriyor. Bütün bunlar olağan ve tabii şeyler midir?

Türkiye Müslümanları son kırk senede, kırk bin yeni cami yaptılar. Cami ne demektir? Beş vakitte ezan okunan, namaz kılınan mahaldir. Peki bunca camiye giden yeterli sayıda cemaat var mıdır? Yoktur. Adamlar camiyi yapıyorlar, ezan okununca yan gelip yatıyorlar, cemaatle kılınan namaza katılmıyorlar. Bu da bir âhirzaman alâmetidir.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadîs-i şeriflerinde “İslâm garip olarak başladı, garip olarak avdet edecektir”, buyurmuşlardır. Çağımızda İslâm’ın, ilk zuhurunda olduğu gibi garip kaldığını görüyoruz.

Yeryüzünde bir buçuk milyar Müslüman olduğu söyleniyor. Kelle sayısı çok, ama ağırlıkları yok. Onbeş milyon Yahudi, terazinin öbür kefesinde ağır basıyor. Bu da bir alâmettir.

Birtakım ilahiyatçılar çıkıyorlar, zaruriyat-ı diniyyeden, mevrid-i nasdan olan birtakım kesin hükümleri inkâr ediyorlar. Geçenlerde Milliyet gazetesinde okudum, bir ilâhiyat profesörü Miracı inkâr ediyordu. Kur’ân-ı Kerîm’deki “Sübhanellezi esra bi abdihi leylen…” ayeti var. Miracın Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya kadar olan kısmını inkâr eden küfre düşmüş olur.

Bir başka ilâhiyatçı azılı, aşırı farmason Afganî’yi Müslümanlara önder, rehber olarak gösteriyor. Fesübhanallah! Müslümanlara önder olarak kala kala bu farmason mu kaldı?

Âlem-i İslâm’da hiyerarşi kalmamış, 1924’ten beri sûrî de olsa İmam-ı Kebir yok. Ümmet binlerce fırkaya, hizbe, cemaate ayrılmış, çeşitlilik var birlik yok.

İslâm dünyasında para mı yok?.. Paradan, maddeden bol bir şey yoktur, ancak bunlar adaletli bir şekilde, yerli yerinde kullanılmıyor. İslâm âlemindeki petrol gelirleri, planlı ve programlı bir şekilde Hak yolunda ve halka hizmet etmek için harcanmış olsaydı, Müslümanlar çoktan kurtulmuş olurlardı.

Birtakım ilâhiyatçılar âhir zamanda İsa Aleyhisselâm’ın nüzul edeceğini inkâr ediyorlar. Biri “Bu inanç İslâm’a sonradan sokulmuş folklorik bir unsurdur” dedi, kulaklarımla duydum. Bir başka ilâhiyatçı Buharî-i şerifteki Hazret-i İsa’nın nüzulü ile ilgili iki hadis-i şerifi kabul etmiyor, Ebû Hureyre Hazretlerine dil uzatıyor, “Ona güvenilmez” diyor. Bunlar ilâhiyatçı mıdır, oryantalist midir?

Bütün Müslümanları itham edip suçlamıyorum ama bir kısım aşırı, agresif, militan, fanatik cemaatçiler kendi Efendi Hazretlerinin reklamlarını yapacaklarına, halka İslâm dininin esaslarını öğretmek için çalışıp çırpınmış olsalardı, Türkiye bugünkü hale düşmezdi.

İslâm’da büyük din âlimlerini, büyük şeyhleri, din ulularını putlaştırmak, “erbab” haline getirmek yoktur. Gerçek âlimler, hakiki şeyhler, mürşid-i kamiller bizim velinimetlerimizdir. Onların ellerini öperiz, kendilerine son derece hürmet ederiz, lâkin daha öteye gitmeyiz.

Yakın tarihimizde zuhur etmiş ve Allah’ın yardımıyla büyük fütuhata nail olmuş bir İslâm büyüğünün vefatından sonra bağlıları on küsur hizbe, fırkaya, gruba ayrıldılar. Zaman zaman aralarında çekişmeler oldu, halbuki bu muhterem zat birliği, beraberliği, ihlâsı emrediyordu; nifaktan, şikaktan, çekişmeden, tezebzübden uzak durulmasını emrediyordu. Onu sevdiklerini, ona bağlı olduklarını iddia eden bazıları tam tersini yaptılar.

İslâm’da şahıslara hizmet yoktur, hizmet şu değerler için yapılır: Din, iman, Kur’ân, Peygamber, Sünnet, Şeriat. Nakşî tarikatı bu hakikatler için çalışır. Nakşîlik için çalışmaz. Diğer tarikatlar da böyledir.

Ülkemizde nakşîliğin büyük ve köklü bir geçmişi vardır. Büyük, küçük çok sayıda nakşî kolları bulunmaktadır. Bazen bakıyorsunuz, kendilerine nakşî denilen bir grup tarikatları, şeyhleri, cemaatleri için çalışıyor. Böyle şey olur mu?

Bazılarına sorarsanız Bedîüzzaman Hazretlerini bir “Nurcu büyüğü” olarak tanıtacaklardır. Hayır, hayır! Bedîüzzaman bir İslâm büyüğüdür. Bedîüzzaman iman, İslâm,Kur’ân, Şeriat, Sünnet için çalışmıştır. Nurculuk bir metoddur. Asıl gaye İslâm’dır.

Hürriyet var (olduğu kadar), para var, fazla sayıda insan var, imkân var, enerji var; lâkin bir türlü gerektiği gibi hizmet edilemiyor. Zamanımızda medya çok önemli bir güçtür diyoruz, bu sahada bir yığın patırtı, gürültü ediyoruz, fakat bir türlü basın konusunda önde koşamıyoruz. Birinci ligde oynayamıyoruz. Türkiye Müslümanlarının bir tane çok güçlü, çok tesirli, çok satan günlük gazeteye ihtiyacı vardır. Niçin bunu çıkartamıyoruz?

Yunanistan’ın Batı Trakya bölgesindeki Müslümanlar içinden on bir milletvekili adayı çıkmış, bu yüzden de o bölgeden Yunan parlamentosuna Müslüman milletvekili seçilmesi tehlikeye girmiş.Niçin bir veya iki adayla seçime giremediler? Demek ki, akılları, iz’anları, irfanları, vicdanları yetişmedi.

Peygamber Efendimizin âhir zamanla ilgili çok sayıda hadîs-i şerifi bulunmaktadır. Dediklerinin çoğu çıkmıştır, geri kalanın da gerçekleşeceğinden kimsenin şüphesi olmasın.

Bazı Müslümanlar yatakta uyuyor, ayakta uyuyor. Gaflet uykusu onları öyle sarmış ki, günde yirmi dört saat uyuyorlar. Ne zaman uyanacaklar? Öldüklerinde… İş işten geçmiş olacak.

Âhir zamanda yaşıyoruz. Gafleti bırakmak, uyanmak, akıllanmak gerek. 09 Mart 2004