Uyarı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Salı
İnternette gazete haberlerine göz atarken acayip bir fotoğraf gördüm. Yüksek bir mevkiinin başdanışmanı’nın başı açık hanımı, bir camide erkeklerin arasında safa girmiş, hep birlikte namaz kılıyorlar… Sanırım böyle bir şey 1400 küsur yıllık İslâm tarihinde ilk defa oluyor.
Dinimizde böyle bir şey var mıdır? Yani kadınlar ile erkekler karışık şekilde birlikte saf olup namaz kılabilirler mi?.. İslâm böyle bir şeyi kesinlikle kabul etmez… Bu yetmiyormuş gibi, erkeklerin arasında namaza durmuş başdanışman hanımının başı da açıktı. İslâm dini buna da izin vermiyor.
Bu şekilde ne cuma namazı kılınabilir, ne de diğer günlük namazlar. Bazıları “Biz yaptık ve oldu…” diyebilirler. Vaktiyle laubali bir kimsenin abdestsiz namaz kılması, kendisine “Abdestsiz namaz olur mu?” diyenlere “Ben kıldım ve oldu” demesi gibi. Doğrusu, Ankara’daki iktidar din konusunda bir takım ilklere imza atmak istiyor. Yine internette okudum: Alevî Dedelere maaş bağlanacakmış. Peki, onlarla birlikte Sünnî tarikat şeyhlerine maaş bağlamayı düşünüyorlar mı? Eşitlik eşitlik diyorlar, Alevî Dedesine maaş bağlanınca Sünnî şeyhine de bağlanması gerekmez mi?
Bütün bu ilhamlar nereden geliyor? Avrupa’dan, Amerika’dan, İsrail’den mi?
Bazıları, birilerine mesaj vermek istiyor… Mesaj verirkenSünnî Müslüman çoğunluğun tepkilerini çekmek bahasına. Acaba Diyanet İşleri Başkanlığı, cuma namazında erkeklerle birlikte saf tutan başdanışman hanımı için ne diyecektir?
Diyanet bu konuda açıkça ve cesur bir şekilde Yüce İslâm dininin hükümlerini millete bildirebilir ve gerekeni yapabilir mi? Sanırım, maalesef yapamaz. Cumhuriyetin ilk yıllarında 1926’da İstanbul’da
bir reformculuk hareketine girişmiş ve namazlarda kıraati,
ile yapmaya başlamıştı. O zaman iktidarda Mustafa Kemal Paşa vardı. Ankara’daki Diyanet İşleri Başkanlığı’nın
(Yüksek Din Kurulu) bu reformcu, yenilikçi, değişimci imamın görevden alınmasına karar vermişti. Bu kararın fotokopisi Dr. Halil Altunbaş’ın
isimli kitabının sonundaki ekler kısmında yer almaktadır. (Diyanet Vakfı Yayınları. No. 288. Ankara, 1998)
Yakın tarihimizde Ezan ve Kamet’in Türkçe okunması reformu hayata geçirilmiş, Arapça Ezan-ı Muhammedî okumak yasaklanmıştır ama namazın Türkçe Kur’ân tercümesi ile kılınması reformu diye bir şey yapılamamıştır. Niçin yapılamamıştır? Çünkü Diyanet buna karşı çıkmıştır.
Ankara’daki Diyanet İşleri Başkanlığı’na, saygılarımla birlikte şu uyarıyı yapmayı bir vicdan borcu bilmekteyim:
– Camilerdeki cemaat safları içinde başı açık kadınların erkeklerle birlikte yer alması dinimize, şeriatımıza, fıkhımıza aykırıdır.
– Böyle bir şey dinde kötü bir bid’at ve yeniliktir.
– Dört fıkıh mezhebi böyle bir şeyi kabul etmiyor.
– Resûl-i Kibriya aleyhissalatü vesselam Efendimizin Sünneti ve ruhaniyeti böyle bir şeyi meşru olarak kabul etmez.
– Dinde yapılan bu gibi bid’atler zararlıdır, kötüdür, musibet getirir.
– Bunlara yasal sınırlar içinde, en güzel uyarılar ve nasihatlerle engel olmaya çalışmak, başta din hocaları olmak üzere bütün sorumluların üzerine vazifedir.
– Haksızlık, bozukluk ve yanlışlık karşısında susmak günahtır.
Binaenaleyh muhterem Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mutlaka, en güzel ve uygun bir lisan ve üslupla bu gibi bid’atlere, reformculuklara, yeniliklere engel olması ve yapanları uyarması gerekir.
Bunu bekliyoruz. Aksi taktirde fenalık artar, bugün istisnaî iken yarın genelleşebilir. Böyle bir reform çıkışını yapan sayın baş danışman eşi bu işi hangi niyet ve gaye ile yapmaktadır, bilmiyorum. Sayın başdanışman’ın, onun sayın eşinin Müslüman kamuoyuna çok samimî, çok açık ve çok cesur birer açıklama yapmalarını bekliyoruz.
Durup dururken bu kadınların erkekler arasında namaza durması işini niçin çıkardılar? Bu konuda kendiliklerinden mi hareket ediyorlar, yoksa onları teşvik edenler var mıdır? İleride, ilk fırsatta vakit namazlarında (veya sadece cuma namazlarında) kadınlar ile erkeklerin birlikte karışık şekilde namaz kılmalarını mı istiyorlar? Bir takım güçlere “Bakınız biz işte başı açık kadınların başları açık olduğu halde erkeklerle birlikte saf tutarak namaz kılmaları reformunu başlattık…” mı demek istiyorlar?
Diyanet’ten sonra, sayıları kaç kişi ise memleketin icâzetli ve hakikî ulemasına hitap ediyorum:
Sizler Ezher’de, Şam veya başka İslâm şehirlerinin medreselerinde ve Şeriat fakültelerinde okumuş ve din ilimlerini öğrenip icazet almış kimseler olarak Türkiye’deki Ümmet-i Muhammed’in vebalini üzerinizde taşımaktasınız. Dinî konularda yapılan vahim yanlışlıkları, haksızlıkları (en uygun, en güzel, en müsait şekilde) dile getirmek ve Müslümanları ve idarecileri uyarmak sizin üzerinize bir vazifedir.
Bu vazifeyi hiç kimsenin öfkesinden, hışmından, tepkisinden korkmadan yerine getirmelisiniz.
Dikkat buyurmuşsunuzdur, yukarıda
şekilde dedim. Tabiî ki, bu gibi uyarılar, tenkitler yasal sınırlar içinde yapılacaktır. Bu ülkede çoğunluğu teşkil eden Müslümanların Dönmeler, dinsizler, ateistler, mutlu azınlık kadar fikir, söz, tenkit hürriyeti yoktur. Onlarınki kadar yoktur ama büsbütün de yok değildir.
Bakınız, 1926’da İstanbul Göztepe Camii İmamı Cemaleddin, cehrî kıraatle kılınan namazlarda Kur’ân okumamış, tercümesini okumuş ve bunun üzerine, başında Rıfat Börekçi hocanın bulunduğu Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere Heyeti mezkûr (adıgeçen) imamın vazifeden alınmasına karar vermiştir. Bugünkü Diyanet, en az (evet EN AZ) 1926’daki Diyanet kadar cesur ve kararlı olmalıdır.
Başı açık bir kadının erkeklerle birlikte cemaate karıştığı bir camide namaz kılmak dinî bakımdan bir vebaldir. Binaenaleyh sevgili Müslüman kardeşlerimizin böyle bir cemaat içinde bulunmamalarını tavsiye ediyorum. Civarda başka cami vardır, oralara gitsinler. İmam efendi için yapacak bir şey yoktur. Çarnaçar namazı kıldıracak, hutbe okuyacaktır. İçinden “Lâ havle…” desin.
Okur-yazar ve tahsilli Müslümanların, durumu çok güzel bir üslupla yazılmış dilekçelerle protesto etmeleri gerekir.
Çok güzel dilekçe ne demektir:
İsim, adres, imza olacak… Saygıda kusur edilmeyecek, lakin tenkit konusunda da pısırıklık edilmeyecek.
gibi bir üslup kullanılacak. Diyanet’in, icazetli gerçek ulemanın (kaç kişilerse…), okur-yazar tahsilli Müslümanların bu gibi münker işleri engellemeye çalışmaları, bunlara tepki göstermeleri dinimizde farzdır. Bu bir farz-ı kifayedir. Bu farz yerine getirilmezse bütün Ümmet sorumlu olur. Hadîs-i şerifte Emr-i mâruf ve nehy-i münker farizası bilkülliye terk edilirse o topluluğun üzerine azab-ı ilahî iner şeklinde bir tehdit ve uyarı yer almaktadır.
Diyanet susmasın, icazetli ve gerçek ulema susmasın, gerçek şeyhler susmasın, okur-yazar tahsilli Müslüman tabaka susmasın… İslâm dini yanlışlar, bid’atler, hatalar, bozuk işler karşısında susmaya cevaz vermez. Resûlullah Efendimiz “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” buyurmuşlardır.
Biz Müslümanlar için önemli ve hayatî olan Allah’ın rızasıdır. Yanlış yapan insanlar darılacak, kızacak diye susarsak, Allah’ın rızasına aykırı hareket etmiş ve (böyle bir şeyden rahmet-i ilahîye sığınırız) ilahî gazaba çarpılma tehlikesi altına düşeriz.
(1) İslâm’da kadınların ve kızların tesettürü bir farz-ı ayındır.
(2) Camilerde ve başka yerlerdeki cemaatlerde Müslüman kadınlar, başları açık olarak veya kapalı olarak erkeklerle birlikte karışık olarak saf tutamazlar.
(3) Böyle bir şey dine, fıkha, şeriata kesinlikle aykırıdır.
(4) Hocaların ve ilim sahiplerinin böyle bir bid’at karşısında susmaları haram olur. Mutlaka, uygun bir şekilde ve yasal sınırlar içinde uyarmaları, tenkit etmeleri, engellemeye çalışmaları gerekir.
Bunlar yapılmazsa birtakım uğursuzluklar, felaketler, belâ ve musibetler gelebilir. Vazifelerini yapmayanlar bunlara hazırlansınlar… Ya Rabbi! Ne günlere kaldık… 25 Ocak 2006