Salı

 

Birkaç yılönce ilerici, çağdaş iki genç bayan İstanbul’daki Zincirlikuyu Mezarlığı’nın kapısındaki “Her can ölümü tadacaktır” (âyet meâli) yazısından çok rahatsız olmuşlardı; medyada bu konuda haberler ve yorumlar yayınlanmıştı. “Her can ölümü tadacaktır” âyeti insanlar için bir uyarıdır. İnsanın bu uyarıya ihtiyacı vardır. Akıllı ve bilge kişiler bundan rahatsız olmazlar.

Bu dünyada dirlik, düzen, barış, huzur, güven olması için uyarı yapılması gerekir. Olumlu, devamlı, tesirli uyarılar. Bir ülkede siyasî hayatın sağlıklı bir şekilde yürümesi için de uyarıya, tenkide, muhalefete lüzum vardır. Vasıflı insanların içinde bir uyarı mekanizması vardır. Kendi kendilerini kontrol ederler.

Herkesin kendini uyarması, kendini kontrol etmesi beklenemeyeceği için insanların dışarıdan uyarılması gerekir. Din, bir bakıma bir uyarıdır. Peygamber aleyhisselâtü vesselâma “Din nedir?” diye sormuşlar, “Nasihattir” buyurmuş. Soruyu iki kere daha tekrarlamışlar, iki kere “Nasihattir… Nasihattir…” demiş. Nasihatler birer uyarıdır.

Kendilerine nasihat edilmeyen, öğüt verilmeyen, uyarılmayan insan ve toplumlar azarlar, şaşırırlar, yollarını sapıtırlar. Bu devirde en fazla zenginlerin, makam ve ikbal sahiplerinin uyarıya, tenkide, nasihata ihtiyacı vardır. Milyonlarca vatandaş sefalet içinde sürünürken bileğine 90 milyar liralık lüks saat takan bakan eşi uyarılmalıdır. Hiç lüzumu ve gereği olmadığı halde sırf caka satmak, gösteriş yapmak için 150 bin dolarlık lüks cip alan sorumsuz zengin uyarılmalıdır. Zafer sarhoşluğu içinde yanlış işler yapan bir takım turfa politikacılar uyarılmalıdır. Gırtlağına kadar fıska, fücura, nifaka, günaha, isyana batmış olduğu halde kendisini kâmil Müslüman, iyi dindar sanan gafiller uyarılmalıdır.

Gazete ve televizyonlarını gerçeğe, ülkeye, halka hizmet etmek için kullanmayıp da, kendi gayr-i meşru menfaatlerine, ihtiraslarına âlet eden basın-babaları uyarılmalıdır. Onbeş sene önce tarikata girmiş; odun girmiş, bir santim yol almamış, hâlâ ilk başladığı yerde otluyor, hâlâ odun mu odun. Bu adam uyarılmalıdır.

Türkiye’yi babalarının, atalarının çiftliği sanan birtakım çağdışı, statükocu adamlar ve zümreler uyarılmalıdır. Kötülük yapmayan, fakat kötülüklerle mücadele etmeyen vatandaşlar da uyarılmalıdır. Elinde imkân olduğu halde kötülükleri bertaraf etmek için çalışmayanların da kötü oldukları onlara anlatılmalıdır.

Başına guguruk gibi bir örtü örtüp, takıp takıştırıp, sürüp sürüştürüp gezip tozan birtakım bayanlar da uyarılmalıdır. Hocalarını, hocaefendilerini, şeyhlerini, üstadlarını, ağabeylerini “Erbab” haline getiren, birleştirici Ümmet şuuruna sahip olmayıp, aşırı derecede hizib, fırka, meşreb asabiyetine saplanmış bulunan kimseler uyarılmalıdır.

Din dilinde bu uyarılara “Emr bi’l-mâruf, nehy ‘ani’l-münker” (İyiliği desteklemek, kötülüğü kösteklemek) deniliyor. Bu bir farz-ı kifâyedir. Ümmetin tamamı bunu terk ederse bütün Müslümanlar sorumlu ve günahkâr olur. Eskiden camiler birer uyarı merkeziymiş. Müslümanlar devamlı olarak uyarılırmış. Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, emirlerini yapar, yasaklardan kaçınırsanız mükafaat alacak, ebedî mutluluğa kavuşacaksınız; azarsanız, isyan eder, günahlara batarsanız ceza çekersiniz, azab görürsünüz denilirmiş. Şimdi camiler bu fonksiyonunu kaybetti.

Dünyanın ve insanlığın çok bozulduğu bir çağda yaşıyoruz. Yeryüzünde yerinden oynamadık çivi kalmamıştır. İnsanların çok güçlü, devamlı, tesirli şekilde uyarılması gerekmektedir.

Bu genel, güçlü, devamlı, tesirli uyarı hizmetini kimler yapacaktır? Elbette ki, Müslüman halkın başını çeken büyüklerin boynunun borcudur bu. Türkiye hıyanetlere, rezaletlere, sabotajlara mâruzdur. Halkın bu konuda uyarılması gerekmektedir. Bu uyarılar, eline megafon alarak sokaklarda bağırmak şeklinde yapılamaz. Zamanımız basın-yayın çağıdır. Milyonlarca basılıp dağıtılacak uyarı ve nasihat broşürleri hazırlanmalıdır. Sadece milyonlarca nüsha basıp dağıtmakla da iş bitmez. Bunların metninin çok güzel, çok tesirli, çok “uyarıcı” olması icab eder. Öyle ki, okuyanların bir kısmının vicdanları titresin, kendilerine gelsinler.

Tesirsiz, kalitesiz nasihatin faydası olmaz. Büyük azgınlara büyük uyarılar, büyük öğütler gerekir.

Para çağımızda en büyük tek değer haline gelmiştir. Toplumu, halkı, ülkeyi ayakta tutan asıl değerler yürürlükten kalkmıştır. Henüz aklı, vicdanı olan milyonlarca vatandaş bu konuda uyarılmalıdır. Paranın, maddî menfaatin tek değer olduğu bir toplum çökmeye mahkûmdur, halka bu anlatılmalıdır.

İstanbul nasıl bir şehirdir? Zelzelesini bekleyen bir şehirdir. İstanbullular bu konuda uyarılmalıdır. Gereği gibi, yeterli şekilde uyarılmalıdır.

Şiddetli bir zelzelede yıkılacak binalarda oturan vatandaşlar uyarılmalıdır. “Efendim bu husus onlara defalarca söylendi…” denilebilir. Söylendi ama adamlar hâlâ çürük binalarda oturmaya devam ediyor. Demek ki, gereği gibi, tesirli bir şekilde uyarılmamışlar.

Haram yiyenler, gayr-i meşru gelirler elde edenler, ihalelere fesat karıştıranlar, rüşvet alanlar, yüzde 10 komisyon alanlar da uyarılmalıdır. Bu haram paralar onları ve çocuklarını yakacaktır, iyi bilsinler. Haram para kimsenin yanına kâr kalmaz.

Reformcu ve yenilikçi İlâhiyatçılar uyarılmalıdır. Halk bunların şerlerine, kafa karıştırmalarına karşı uyarılmalıdır. İslâm dininin hükümleri evrenseldir. Onlarda eskime olmaz, dinde reform ve yenilik yapılamaz, herkes bunu böyle bilmelidir.

Din sömürücüleri, yaptıkları ticaretin karı satmaktan, adam öldürmekten, haydutluktan daha kötü olduğu hususunda uyarılmalıdır. Din sömürücülerine para kaptıran saf ve salaklar uyarılmalıdır.

Oğlunu ve kızını hoppa, züppe, serseri, şımarık, terbiyesiz yetiştiren zengin ve kodaman adam bir gün postadan bir mektup almalı, çocuklarınızı böyle yetiştirmeye hakkınız yoktur diye uyarılmalıdır.

Halkın milyonlarcası ekmek bulamazken kendileri en lüks lokantalarda adam başına bir kerede yüz dolarlık yemek yiyen türediler, magandalar, zontalar, görmemişler, ne oldum delileri uyarılmalıdır.

Hergün her birimiz aynanın karşısına geçip kendimizi uyarmalıyız. Hepimiz, zamanı gelince öleceğiz. Doğum tarihimizi biz kendi iradelerimizle tesbit etmemiştik, ölüm tarihimiz de öyledir. Mü’min ve Müslüman olanlarımız yarın Mahkeme-i Rûz-i Ceza’da, İlâhî Adalet önünde hesaba çekileceğimiz hususunda kendilerine öz-uyarı yapmalıdır.

Ülkenin üzerinde kara bulutlar toplanıyor. Âfetlerden, felâketlerden, belâlardan, musibetlerden kurtulmak için hayır-hasenat yapmamız, dua etmemiz gerekiyor. Hem kendimizi uyaralım, hem de öteki insanları.

Çıldırmış, kudurmuş şekilde haram servet ve ikbal peşinde koşan gözüdönmüşler uyarılmalıdır.

Haram paraları çoluk çocuğuna yediren haramîler uyarılmalıdır.

Ah keşke bu devirde de Ahmed Cevdet Paşa merhum gibi Türkçeyi çok güzel yazabilen, hem ilmi hem irfanı olan bir âlim bulunsaydı da, halkı, gençliği, idarecileri, esnafı, kadınları uyarıcı mahiyette birkaç küçük tesirli risale yazsaydı; bunlar milyonlarca adet basılıp dağıtılsaydı. Ne büyük bir hizmet ve fütuhat olurdu.

Allah bizi uyarmış, Peygamber uyarmış, geçmiş asırlardaki âlimler, mürşidler uyarmış. Lâkin bizim kulaklarımız duymuyor, vicdanlarımız nasırlanmış. 11 Şubat 2004