Cumartesi

 

Hacmi küçük, tirajı yüksek olacak, tesirli bir dergi çıkartmak lazım. Para kazanmak için değil, hizmet etmek için. Derginin ismi

“UYARI”

olmalı. Müslüman halkın uyarılara çok ama çok ihtiyacı var.

Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar bütün vatan sathı korkunç afyon dumanlarıyla sarılmış vaziyette. On milyonlarca vatandaş, planlı, programlı ve kasıtlı bir şekilde afyonlanıyor, uyuşturuluyor, sersemletiliyor, aptallaştırılıyor, düşünemez hale getiriliyor.

Televizyon seyredenler iliklerine kadar televole kültürü afyonu veya zehriyle uyuşmuş vaziyetteler. Ahir zamanda vakit çok çabuk akar gidermiş. Şimdi o günleri yaşıyoruz. İnsanların düşünmeye, kendi muhasebelerini yapmaya, sorgulamaya, kârının ve zararının listesini çıkartmaya vakti yok.

Peygamber üç kere

“Din nasihattir, din nasihattir, din nasihattir”

buyurmuş. Maalesef Müslümanlar, nasihatsız kalmışlar. Bir dinsiz, ahirete inanmadığı için bu dünyayı kendisine yalancı ve sahte bir cennet yapmak için uğraşır, didinir, çırpınır. Lakin bir Müslüman dünyayı cennet yapmak için çalışabilir mi? Asla!.. Peki, zamanımızda niçin milyonlarca Müslüman dünyayı cennet yapmak için boşuna koşuşturup duruyor?

“Ölüm sana vaiz olarak yetişmez mi?”

buyuruluyor. Ölenlerden ve ölümlerden de ibret almıyoruz. Bazen Fatih Camii’ne gidiyorum, musalla taşında cenazeler var, onları kabristana uğurlamaya gelmiş Müslümanların bir kısmı gülüşüyor, pek neşeli bir şekilde hal hatır soruyor, hatta kahkaha atanlar bile var. Demek ki, ölümden ders ve ibret alamıyoruz.

Kur’an baştanbaşa bir uyarıdır. Okuyoruz, uyanmıyoruz. Peygamber bunca uyarıcı nasihat etmiş. Hadîsleri okuyoruz, yine uyanmıyoruz. Ashab, Tâbiîn, Tebe-i Tâbiîn, Selef-î Sâlihîn, Eimme-i Müctehidîn, sülehâ, evliyaullah, ulema-i amilîn, meşayih-i kiram, kâmil mürşidler, hep nasihat etmişler, hep uyarmışlar, uyanmıyoruz.

Cilt cilt tefsirler, hadisler, ahlâk ve mevize kitapları, irşad kitapları yazılmış, yayınlanmış. Bunlar yekûn olarak on milyonlarca adet satılmış, evlere, kütüphanelere konulmuş. Biz okuyup uyanmıyoruz.

Derin bir uyku, gaflet, afyon dumanları bizi çepeçevre sarmış. Para sevgisi bizi sımsıkı bağlamış.

“İnsanlar uykudadır, öldüklerinde uyanırlar…”

buyuruluyor. Ümmet ileri gelenlerinin, ümmet sorumlularının, ümmetin başını çekenlerin birinci vazifesi, Müslümanları uyarmaktır.

Yazımın başında bahsettiğim, “Uyarı” dergisinin çok etkili olması gerekir. Yirmi otuz sayfalık, cebe girecek, küçücük bir dergi olsa da, mutlaka tesirli olmalıdır. okuyan sarsılmalı, titremelidir, bazısı ağlamalıdır.

Okuyacak, namaza başlayacak… Okuyacak, euro dolar lira tutsaklığından kurtulacak… Para putunu kıracak… Okuyacak, lüks, israf, aşırı tüketim, gösteriş, gurur ve kibirden arınacak… Okuyacak, sarsılacak, pahalı ve lüks cep telefonunu pencereden atacak… Okuyacak, pahalı ve lüks otomobilini değiştirecek, mütevazı bir otomobille gezecek… Okuyacak, din kardeşi aç iken tok olarak gecelemeyecek… Okuyacak, dinini yıkmak isteyenlerle işbirliği yapmayacak, onları desteklemeyecek…

Hepsi için olmaz ama bazısı okuyacak, aklı başından gidecek, dehşetli bir feryat kopartarak gömleğinin yakasını yırtacak… Bir milyon adet o dediğim dergiden basılacak, okuyanlardan en az bir tanesi heyecan ve üzüntüsünden baygın düşecek, yere yıkılacak, kendinden geçecek… Etrafına üşüşecekler,

“Buna ne oldu yahu”

diyecekler,

“Uyarı, dergisini okudu, heyecanlandı ve bayıldı”

cevabı verilecek. Velhasıl, bu küçük dergi çok faydalı olacak.

Peki, böyle bir dergi çıkartılabilir mi? Bunun için gereken kağıt, matbaa vesaire masraf parası bulunabilir. Ancak içindeki yazıları kim yazacak? İşte o çok zor. Öyle basmakalıp bir uyarı edebiyatıyla benim dediklerim olmaz. Böyle yazıları sıradan muharrirler, sıradan hocalar, sıradan düşünürler yazamaz. Büyük kalemler, büyük müfekkireler, büyük kalpler, büyük ruhlar lazımdır.

Heyecana verdi gönülleri

Heyecanlı sesi gönlümün

Ben o nağmeden müteheyyicim ki,

Yok ihtimali terennümün…

Bir Müslümanın, afyon buharlarından sıyrılıp uyandığını, titrediğini, ağladığını, yakasını yırttığını, baygın düştüğünü, sonra kendine geldiğini görsem gam yemem…18 Haziran 2006