Salı

İstisnalar dışında fertler uyurgezere dönmüş. Yatakta uyuyor, ayakta uyuyor. Toplum da öyle.

Bizi bu hale hangi güçler getirmiştir?

Birincisi medyadır. Bilhassa televizyonlar. İkincisi millî eğitim sistemidir. Üçüncüsü üniversitelerdir. Dördüncüsü resmî ideolojidir. Beşincisi, ülkeyi babalarının çiftliği gibi gören, halkı sürü haline getirmek isteyen birtakım gizli, esrarlı, güçlü, amansız lobilerdir. Altıncısı, agresif ve saldırgan din düşmanlarıdır. Yedincisi, bezirgân ruhlu, yarı-mühtedi, münâfık, rezil, alçak, soytarı din sömürücüleridir. Sekizincisi, Türkiye’nin güçlenmesini, yükselmesini, üstün olmasını istemeyen Haçlı zihniyetidir.

Bazıları demokrasi demokrasi diye sayıklıyor. Uyurgezer bir toplumda demokrasi olabilir mi? Böyle toplumlarda demokrasinin kendisi değil karikatürü olabilir ancak.

Avrupa’nın en büyük yüzölçümü bizde, nüfusumuz da maşaallah 70 milyon. Lakin bu kocaman gövdenin beyni ne kadar küçük.

Medeniyet, ilerleme, güçlenme denilince barajları, otoyolları, asma köprüleri, havaalanlarını, fabrikaları anlıyoruz. Asıl medeniyet temellerinin edebiyat, sanat, araştırma, vasıflı üniversiteler, güçlü bir eğitim, çok iyi yetişmiş bir seçkinler sınıfı, estetik mimarlık ve şehirleşme olduğunu anlayamıyoruz.

Şu yetmiş milyon nüfus içinden, kitapları yabancı dillere çevrilen kaç fikir adamı çıkmıştır? Dikkat buyurun fikir adamı dedim. Evet, kaç fikir adamı çıkmıştır şu Türkiye’den?

Bizim, küçük Finlandiya gibi Aalto seviyesinde uluslararası çapta bir mimarımız var mıdır?

Osmanlının batış yıllarında en son hizmete açtığı resmî bina Sultanahmet Hapishanesidir. Şu anda beş yıldızlı turistik bir otel olarak hizmet veren bu bina ayarında, yakın tarihimizde bir mimarlık anıtı dikebildik mi? Osmanlı, en kötü gününde bile, cezaevi olarak kullanılacak bir binaya estetik verebilmiş, onu bir mimarlık anıtı olarak yükseltebilmiş de biz şimdi niçin böyle güzel, sanatlı binalar inşa edemiyoruz?

Dünyanın hangi demokrat, hukukun üstünlüğü ilkesini esas alarak kabul etmiş, evrensel insan haklarına bağlı ve saygılı ülkesinde millî kimlikle, millî kültürle, millî kişilikle sistemli şekilde mücadele edilmekte, bunların yozlaştırılmasına çalışılmaktadır?

Hem füze hızıyla çağdaş uygarlık düzeyine fırlamaktan bahs ediyorlar, hem de halkın bir kısmını, aydınların nicesini iç düşman ilan ediyorlar. Bu kafayla uygarlık semalarına fırlanmaz, gerilik ve zulüm gayyasına yuvarlanır bir ülke ve halk.

Şu memlekette, bir asır kadar önce iki yüze yakın geleneksel sanat ve zenaat vardı. Bunların onda dokuzu yok olmuş, ihmale ve ilgisizliğe kurban edilmiştir. Bazı çokbilmişler Türkiye’ye yabancı olan bale sanatını geliştirmek için çırpınırken niçin millî sanat ve zenaatlerimizi dışlamışlar, hor görmüşlerdir?

1960’larda, 70’lerin başında Türk vatandaşları pasaportlarıyla, hiçbir vizeye ihtiyaç duymadan ondört Avrupa ülkesine serbestçe girip çıkabiliyorlardı. Şu anda, Türk pasaportu sahibi olmak sanki vebalı olmak durumundadır. Bizim millî itibarımızı hangi hain zihniyet bu hale getirmiştir?

Bizde 6 küsur şiddetinde bir deprem oluyor, binlerce ev yıkılıyor, binlerce insan ölüyor. Halbuki aynı şiddetteki bir depremde Amerika’daki, Japonya’daki binalar sağlam kalıyor, ölüm vak’ası görülmüyor. Başımızdan son yıllarda nice zelzele faciası geçti, hâlâ akıllanmadık. Konya’da koskoca apartıman durup dururken yıkıldı, çöktü, yüz vatandaşımız hayatını kaybetti. Niçin idarecilerimiz ve halkımız akıllanmıyor?

Fakirlere, düşkünlere yardım ve hizmet olsun diye sağlık konusunda Yeşil Kart diye bir şey çıkartıldı. Serveti olan nice köpek binbir türlü hile ve dalavere ile bunları aldı utanmadan. Şimdi bu Yeşil Kartlar kaldırılacak, yerine başka bir uygulama getirilecekmiş. Sanki bu yeni sistem suiistimale uğramayacakmış mı sanıyorlar? Bizde bu ahlâk, bu vicdan varken…

İstanbul’un Aksaray semtini kapkaççılar, haraççılar, sokak mafyaları talan ediyordu. Suçun, kanunsuzluğun, saldırının bini bir para idi. Sonra oradan altmış küsur bürokrat alındı, yeni bir kadro getirildi. Aaaaa!… Suçlar, âsâyişsizlik, kapkaççılık bir anda kesiliverdi. Ben pek iyi anlayamadım bu işin içyüzünü, bir anlayan varsa anlatsın açıklasın…

Şu anda halkımızın gözündeki en büyük değerler nelerdir?

  • Önce paradır, paradır, para! Para mâbut olmuştur, din-iman gibi olmuştur bazıları için.
  • Sonra cep telefonu, Ayranı yok içmeye, cep telefonu ile gider yestehlemeye.
  • Sonra lüks ve gösterişli bir araba.
  • Sonra lüks ve pahalı bir mesken. En geniş yeri olan salonunda kendileri sereserpe oturmazlar, misafirlere gösteriş yapmak için temiz, düzgün tutar ahmaklar.
  • Sonra tıka basa yemek. Çatlayıncaya, patlayıncaya, tıksırıncaya kadar yemek.
  • Sonra lüks, pahalı, markalı elbiseler, ayakkabılar, kravatlar… Geri zekâlı herif kravatının rüzgârla ters dönmesine bayılır, çünkü markası görülür uygarlık yularının.
  • Sonra kendisini beğenmek. Herif aynaya bakar, dünyanın en yakışıklısı odur; karı aynaya bakar, dünyanın en güzeli olur. Ben ben ben…

    Medeniyetin, ilerlemenin, gücün, üstünlüğün fikirle, ilimle, irfanla, kültürle, sanatla, ahlâkla, faziletle, edeble, görgüyle olduğunu bilen, idrak eden kaç kişi vardır içimizde.

    Bunların sayıları çok olsaydı faydalı kitaplar peynir ekmek gibi satılır; toplu nakil vasıtalarında herkes elinde bir kitap olduğu halde ve onu okurken görülürdü.

    Toplumumuz cep telefonuna verdiği önemi, ona gösterdiği ilgi ve sevgiyi kitaba, düşünceye, fazilete de göstermiş olsaydı bu ülke çoktan medenî olurdu.

    Herkesi suçlamıyorum ama bir kısmımız zengin olunca sanki çıldırıyor, kuduruyor. Görmemişin eline para geçiyor, ilk işi Fatih’ten Bağdat caddesine taşınmak oluyor. Sonra otuz milyarlık otosunu satıyor, yerine yüz milyarlık bir araba alıyor. Karısını boşayan, yahut Moldavyalı bir metres tutanlar mı ararsınız, kendisine kâzip (yalancı) bir itibar kazandırmak maksadıyla bir kulübe büyük paralar ödeyerek üye olanları mı ararsınız, hepsi var.

    Batı kapitalizmini geçmiş asırlarda püriten protestan ahlâkına sahip işadamları, büyük tacirler, sanayiciler kalkındırmıştır. Bizde böyle bir püritenlik ahlâkı var mıdır? 21 Nisan 2004