Uzanlar ve Öteki Uzanlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Salı
Uzanların başına gelenleri görüyorsunuz. Onlar bunlara layık mıydı? Elbette. Maddî ve manevî bir yığın hataları, günahları olmuştur. Şimdi cezalarını çekiyorlar. Başbakana, iktidar partisine amansızca saldırmışlar, ağır hakaretlerde bulunmuşlardı. Men dakka dukka…Etme bulma dünyası…
Lâkin bu meselede mutlaka sorulması gereken bir soru vardır:
-Uzanlar Başbakana saldırmamış olsalardı başlarına bunlar gelecek miydi?.. Gelmeyecekti…
Uzanlar Başbakanla, AKPile iyi geçinselerdi, onlara şirin görünselerdi bunca dosya ortaya çıkacak, takibat yapılacak, mahvetme ve bitirme hareketlerine girişilecek miydi?.. Hayır…
İşte Türkiye’nin hastalığı budur. Kanunlar, nizamlar var ama onlar bazen işletiliyor, bazen işletilmiyor.
Adalet otomatik olarak işlemeli, işletilmelidir.
İyi geçinecek, şirin görünecek, suyuna gidecek ve kendisine dokunulmayacak…Böyle şey olmaz.
İsviçre’de, Norveç’te, Kanada’da böyle ikili standart var mıdır? Asla yoktur.
Bu memlekette bilhassa son yirmi seneden beri, birtakım şahıslar ve kurumlar hakkında dosyalar hazırlanıyor, belgeler ve bilgiler toplanıyor ve bunlar soğuk hava depolarında bekletiliyor. İhtiyaç olduğunda, gerektiğinde buzdolabından çıkartılıyor ve birilerinin tozu havaya savruluyor.
MİT’çi Mehmet Eymür’ün ABD’de hazırladığı bir ATİN internet sitesi vardı. Onda insanı dehşete düşüren, akılları durduran raporlar yayınlanıyor, iddialar ileriye sürülüyor, isnatlarda bulunuluyordu. İnternet herkese açıktı ama bizdeki birtakım sorumlu makamların, kurumların ve şahısların kılları bile kıpırdamıyordu.
Adliyemizin böyle vahim iddialar ve ifşalarla ilgilenmesi ve herbiri hakkında tahkikat açması gerekmez miydi? Bizde her konuda çeşit çeşit değişik standartlar bulunmaktadır.
Taşrada, kırsal kesimde bir köy hocası birkaç küçük çocuğu toplar, onlara din ve Kur’an dersi verir. İhbar edilir, duyulur, baskın tertiplenir, hoca yakalanır, cani muamelesi görür. Beri tarafta Masonlar, Bahailer, Misyonerler, Lotaryenler, Lionsçular birtakım faaliyetler yapar, onlara kimse karışmaz.
Büyük medyada Uzanların durumunda başka babalar ve müesseseler de var. Onlara niçin ilişilmiyor?
İsim vermiyorum, büyük bir medya babası iktidarla şu anda iyi geçinmektedir, onun dosyaları derin dondurucuda büyük bir gizlilik içinde saklanıyor. Yarın adamın basireti bağlansa ve Başbakana, iktidar partisine savaş açsa onun da canına okunacaktır.
Farz-ı muhal (olacak şey değil ya) Bay Uzan önümüzdeki genel seçimleri kazansa ve iktidar olsa, o da birtakım dondurulmuş dosyaları ortaya çıkartacak ve birilerinden feci şekilde intikam alacaktır.
Türkiye maalesef Bizanslaşmıştır. Türkiye’deki pislik, kokuşma geneldir. Bugün ortaya çıkartılan dosyalar hamamın namusunu temizlemek mahiyetinde istisnaî vak’alardır.
Türkiye’de siyaset, medya, belediyecilik (istisnalar dışında) bir rant yeme, sebeplenme faaliyeti haline dönüşmüştür. Osmanlı imparatorluğunda bozulma 1600’lerde başladı, devlet o kadar köklü ve kuvvetli idi ki, 1922’ye kadar yine de ayakta kaldı.
Sovyet imparatorluğu yetmiş küsur yıl yaşayabildi. Onun batmasının altı büyük sebebi vardır. Bunlardan birisi de genel kokuşmadır.
Kokuşmaya, rüşvete, yolsuzluğa, hırsızlığa, talana, soyguna, hortumculuğa, yağmaya karşı toypekûn, genel bir savaş açılmalıdır. Devleti, Cumhuriyeti, vatanı, halkı kurtarmak istiyorsak, hamamın namusunu kurtarma kabilinden birkaç dosya ile başarılı olamayacağımızı iyice anlamalıyız.
Büyük devlet adamları, politikacılar, büyük belediyeciler ile ilgili araştırmalar yüzde yüz bağımsız ve bitaraf mahkemelere ve kurumlara bırakılmalıdır.
Yakın tarihte cereyan etmiş bir vak’a anlatayım: İktidar partisi, oldukça büyük belediyelerden birini kendisine bağlamak istiyor. Her sene o belediyenin hesaplarını incelemek için Ankara’dan üç mütfettiş gönderilirmiş. Bu sefer beş müfettiş gönderiliyor, müfettişler hesapları didik didik ediyor ve belediye başkanını zor durumda bırakıyor. Ya bizim partiye geçersin, yahut seni mahvederiz… Adam çarnaçar, bilmecburiye, anlı şanlı bir şekilde, davul zurnayla, görkemli bir törenle partiye kaydoluyor…
Bizim demokrasimiz böyledir.
1950’li yıllarda, muhalif Osman Bölükbaşı’yı seçiyor diye Kırşehir vilayeti ilçe yapılmıştı… Zaten Adnan Menderes’i bu gibi inatlar, partizanlıklar yıkmıştır.
Adaletin, hukukun, demokrasinin temel prensiplerinden biri eşitliktir. İnsanlar, kurumlar kanun ve adalet önünde ve karşısında bir tarağın dişleri gibi eşit olmalıdır.
Sivas’taki o üzücü ve müessif hadiseden sonra yer yerinden oynatılmış, otuz küsur vatandaş önce nisbeten hafif cezalara çarptırılmışken sonra idam cezasına mahkum edilmiştir.
Sivas’taki hadise gibi Başbağlar köyünde de bir katliam yaşandı, otuz küsur mâsum ve bîgünah vatandaşımız camiden çıkarken yaylım ateşi ile şehid edildi. Ne katiller yakalandı, ne kimseye bir ceza verildi. Dosya kapatıldı. Gönül arzu ederdi ki, Başbağlar köyü katliamının suçluları da yakalansın ve idam cezalarına çarptırılsın.
Müslümanlar bir yerde oturup tarikat zikri yapsalar, yakalanırlarsa ağır muamelelere maruz bırakılıyor, cezaya çarptırılıyor. Sabataycılar gizli sinagoglarında kendi dinlerine ve mezheplerine göre âyin yaparken onları kimse rahatsız etmiyor. Böyle bir şey eşitlik ilkesine ters düşmüyor mu? Onlar kendilerine “Mâmin” diyorlar, Müslümanlara ve Türklere de acı soğan diyorlar. Niçin mâminler ve acı soğanlar eşit muamele görmüyor?
Bu ülkede son otuz sene içinde, bilhassa merhum Özal devrinde birtakım kimseler çok büyük paralar vurdular. Çankaya’da masaya Anayasa kitapçığının atıldığı o meşhur günün gecesinde birtakım dolaplar çevrilerek dört beş milyar dolar vurulduğu söyleniyor. Bunlar araştırılmayacak mıdır?
Uzanların hesapları mikroskopla inceleniyor, peki öteki Uzanların hesapları, dosyaları ne olacaktır? İncelenecekse hepsi incelensin, doğrusu bu değil midir? Bana dokunmayanlar, benimle iyi geçinenler bin yaşasın, ötekilerin canı çıksın…Adalet, eşitlik bu mudur?
Siyasete sıfırdan başlayıp on onbeş yıl içinde milyarlarca dolarlık servet sahibi olanların hesaplarını inceleyecek, “Efendi bu muazzam serveti nasıl kazandın?” diye soracak bir makam ve mevki yok mudur bu ülkede? Aslında medyanın bir tür toplum ve fikir savcılığı yapması gerekir ama bizde medya holdingleştiği, mafyalaştığı için bu hizmeti göremez.
Medyamızda bazı cesur yazarlar var. Onlar zaman zaman ağır suçlamalarda bulunuyor ama bunca kakafoni içinde tesirleri yeterli olmuyor.
Kokuşma konusunda değildi ama gerçekleri dile getiren bir fıkra (köşeyazısı) yazdığı için bâlâdan gelen baskılarla Ahmet Altan gazetenin kapısı önüne konuluvermişti. O ilerici, çağdaş, lâik kesime mensup olduğu için işinden atılmakla tehlikeyi savuşturmuş, canını kurtarmıştı. Onun yazdıklarını Müslüman, gelenekçi, tarihî devamlılık çizgisinde bir yazar kaleme almış olsaydı tutuklanır, başına gelmedik iş kalmazdı.
Aydın Doğan’a niçin bir şey yapılmıyor? Çünkü o Başbakanla, iktidar partisiyle iyi geçiniyor, onlarla anlaşma ve uzlaşma içindedir. Yarın o da tavrını değiştirse, cephe alsa onunla da uğraşılacaktır.
Uzanlar mağlup olur, pes eder mi? Bir şey diyemem. Ömrü olan görecektir. Faraza, Aydın Doğan ile iktidar arasında bir savaş başlasa nasıl cereyan eder ve sonuçlanır? Doğan ve kurmayları kurnazdır. Arkalarında birtakım derin güçler vardır. Galip gelmeleri ihtimali kuvvetlidir.
Sanırım zamanı gelince böyle bir savaş başlayacaktır. Bugünkü şirinlikler kimseyi aldatmasın.
Türkiye gerçekten iyice Bizanslaştı. 20 Ağustos 2003