Pazartesi

 

Üzeyir Garih cinayeti hikâyesi karanlık noktalarla, sırlarla, çelişkilerle doludur. Üzerinden zaman geçtikçe gittikçe daha karanlık ve esrarengiz hale gelmektedir. Garih’in Eyüp İslâm mezarlığında bıçakla öldürülmesi şekli normal bir öldürme değildi. Maktulün (öldürülenin) gözleri bıçakla oyulmuştu, dizlerine, mafsallarına bıçak batırılmıştı. Bu öldürme şekli, konunun uzmanlarının kolayca anlayacağı üzere “ritüel bir öldürme” idi. Daha sonra Garih’in ölüm şekli hakkında gerçeğe uymayan senaryolar yazılmış, raporlar tutulmuştur. Garih’in katli hadisesinde İsrail’in, MOSSAD’ın rolü nedir? Garih’in, zengin Türkiye Yahudilerinden toplanan “İsrail vergisini” vermediği için öldürüldüğü iddiaları gerçeğe uygun mudur? Maktulün kendisinden istenen yirmi milyon doları vermediği, kafa tuttuğu söyleniyor, doğru mudur? Bir Yahudi’nin Eyüp Sultan İslâm mezarlığında Şeyh Küçük Hüseyin efendinin kabrini onbeş günde bir ziyaret etmesinin içyüzü nedir? Küçük Hüseyin efendi kimdir?..

Böyle esrarlı, karanlık, önemli, garip bir cinayet Fransa gibi medenî bir ülkenin başşehrinde işlenmiş olsaydı şimdiye kadar konuyu aydınlatmak maksadıyla en az on ciddî kitap yazılmış olurdu. Aydınların, basının, gazetecilerin vazifesi karanlıkları aydınlatmak değil midir? Üzeyir Garih tesadüfen mi öldürülmüştür, yoksa kasıtlı olarak mı öldürtülmüştür? Cinayetten sonra Üzeyir Garih’in ortağı İzak Alaton öfkeli bir anında bazı sözler sarfetmiş, bazı politikacıları suçlamıştır. Alaton ne demişti, dediklerinin mânâsı neydi?

Meraksız, hafızasız, tepkisiz şifahî toplumlar sırları çözemez, karanlıkları aydınlatamaz, hadiselerin içyüzünü öğrenemez…

Sivas Dâvâsı Yeniden Görülmelidir

Sivas hadiseleri dâvâsı bitti, hüküm kesinleşti ama onunla ilgili karanlıklar dağılmadı, sırlar çözülmedi. Otuz küsur vatandaş önce oldukça hafif cezalara çarptırıldı. Bu iki karar kesinleşmiş olsaydı şu anda cezaevlerinde yatanların hepsi cezalarını çekmiş ve tahliye olmuş olacaklardı. Mahkemenin verdiği ilk karar Ankara’da bozuldu, dosya iade edildi ve bu sefer en ağır ceza, idam cezası verildi.

Sivas hadiseleri sırlarla, karanlıklarla doludur. Bu hadise mürettep düzmece bir hadisedir. Bu işte büyük ve planlı bir kışkırtma vardır. Sivas dışındaki bir güç ve mihrak o şehrimizde bir Sünnî-Alevî çatışması olmasını istemiştir. Birtakım vatandaşların ölmesini istemiştir. Madımak otelinde kalan bir solcu türkücü kendi tabancasıyla iki kişiyi öldürmüştür. Hadiselerin patlak verdiği gün sokaklarda birtakım vatandaşlar öldürülmüş, cesetleri apar topar gömülmüş, adlî takibat yapılmamıştır. Millî iradenin tecelli yeri olan Büyük Millet Meclisi’nin Sivas hadiseleri ile ilgili olarak hazırlattığı rapor gerçeklerin büyük kısmını dile getirmekteyse de bu rapora medya ve toplum itibar etmemiştir. Sivas hadiseleri, önce Müslümanları ağır hakaretlerle kışkırtmak, sonra ortaya çıkacak üzücü hadiseleri bahane ederek İslâm’ı ve dindar kitleyi öcü gibi göstermek, lâik Cumhuriyet’in büyük tehlike ve tehdit altında bulunduğu propagandasını yapmak için tertiplenmiştir. Maalesef bu konuda da gerçekleri dile getiren, karanlıkların üzerine ışık tutan ciddî araştırma kitapları yoktur elimizde. Sivas hadisesi dâvâsının ilk celsesinde iki yüz İslâmcı avukat mahkemeye katılmış, diğer celselerde bu sayı azalmış, sonunda sanık vatandaşlar diri diri mezara gömülmüş gibi cezaevinde yalnızlığa terk edilmiştir. Medenî ülkelerde bu gibi dâvâlar kamuoyu tarafından dikkatle takip edilir. Medya onlara projektör ışığı tutar. Fransa’da Gregori adında bir çocuğun öldürülüp cesedinin dereye atılması uzun yıllar boyunca basında tonlarca mürekkep harcanmasına yol açmıştır. Yine aynı ülkede, tek başına yaşayan bir kadının bahçesinde bahçıvanlık yapan Ömer adlı bir Faslı’nın dâvâsı bütün ülkede büyük bir dikkat ile takip edilmiştir. Büyük hukukçularımızın, büyük gazetecilerimizin, fikir adamlarımızın Sivas dâvâsı ile yakından ilgilenmeleri; birkaçının raporlar, kitaplar hazırlayıp yayınlamaları gerekirdi. Millet Meclisi’nin bu hadiseyle ilgili raporu da ya tamamen, yahut önemli noktaları alınarak kitap haline getirilmiş olmalıydı. Sivas hadisesi dâvâsında baskı yapılmış mıdır? Birtakım güçler bu işe müdahale etmişler midir? Sivas hadiselerini hangi güçler provoke etmiştir (kışkırtmıştır)? Ben eminim ki, üç büyük, ciddî, tuttuğunu kopartır, azimli, sabırlı, vasıflı, güçlü, üstün hukukçu bir sene kadar inceleme yaptıktan, delil topladıktan sonra Sivas dâvâsının yeniden görülmesi için resmî ve hukukî prosedürü tamamlayabilir, ilgili ve sorumlu makamlara müracaat edebilir. Bizde böyle üç hukukçu var mıdır, bulunabilir mi?Var olduğunu, bulunabileceğini ümit ederim. Bunların İslâmcı, şucu bucu olması gerekmez; ciddî ve büyük hukukçu olması yeterlidir. Benim elimde yeterli maddî imkân olsa bu konuda harekete geçerdim. Ülkemizde uzun yıllardan beri ceza hukuku sahasında bir tekelleşme, kartelleşme görülmektedir. İki kimlikli, esrarlı bir cemaat ceza hukuku sahasına el atmıştır. Müslümanlar gerekirse Avrupa ülkelerinden birkaç büyük avukata müracaat etmek, onlara çok iyi dil bilen yerli avukatları yardımcı tâyin etmek suretiyle çalışmalara başlayabilirler. İslâmî kesimde bu iş için gerekli para, imkân var mıdır?Tabiî ki vardır. Böyle işler milyonlarca dolar ister, Müslüman kesimde milyarlarca dolar vardır. Para vardır ama gerekli akıl, iz’an, kültür, firaset, plan, program, vicdan, hikmet, sorumluluk duygusu ve şuuru yoktur.

Başbağlar Köyü Faciası

Sivas hadiseleri denilince insanın Başbağlar köyü faciasını hatırlamaması mümkün müdür? Sivas’taki üzücü hadiselerden sonra, Erzincan’ın uzak dağ köylerinden Başbağlar’da, otuz küsur vatandaş camiden çıkarken feci, vahşi, alçak bir şekilde kurşuna dizilerek idam edilmişlerdi. Hiçbir suçu ve kabahati bulunmayan, tek suçları Sünnî Müslüman olmak olan bu masum ve zavallı vatandaşlarımızı hangi güçler kurşuna dizdirmişti?Sivas hadiselerinde kışkırtma, iki mezhep grubunu karşı karşıya getirme planları vardı. Başbağlar’daki cinayet ise tam bir vandallık ve yamyamlıktır. Bu kütle halinde öldürme hadisesinden sonra katiller bulunamamış ve cinayet dosyası kaldırılmıştır. Ülkemiz aydınlarında, politikacılarında, medyacılarında, tüm vatandaşlarda gerekli şuur ve sorumluluk duygusu olsaydı bütün memleketin bu menfur cinayetten sonra ayağa kalkması gerekirdi. Sivas sanıklarının üzerlerine atılan bir suç vardı. Peki Başbağlar köyünde camiden çıkarken otomatik tüfek kurşunlarıyla şehid edilen otuz küsur vatandaşın ne suçu vardı?.. Onların en ufak bir suçları yoktu. Yazık ki, bu memleketteki on milyonlarca vatandaş böyle bir cinayet, böyle bir soykırım karşısında gereken tepkiyi, hassasiyeti gösteremedi. Başbağlar köyü bu hadiseden sonra erkeksiz kaldı, boşaldı. Başbağlar hadisesinde devletimiz üzerine düşen vazifeleri yerine getirememiştir. Bir kere, masum vatandaşlarının canlarını koruyamamıştır. İkinci olarak, katilleri bulup cezalarını verememiştir. Devlet bu iki vazifeyi elbette yapardı ama kendilerini devletten üstün gören birtakım şahıs ve gruplar buna mani olmuşlardır. Yakalanan bazı şüpheli kişileri serbest bıraktırmak için Ankara’dan apar topar bazıları Erzincan’a gitmiştir.

Ciddî, namuslu, cesur, gözükara birkaç gazeteci, hukukçu, emekli istihbaratçı ve aydın Başbağlar köyü katliamını incelemeli, kitaplar veya raporlar yazmalı ve bu konuda kamuoyunu aydınlatmalıdır.

Yakın tarihimizdeki acı, üzücü, esrarlı, garip hadiseleri, cinayetleri ne çabuk unutuyoruz. Fransa’da, beşyüz yıl önceki Jeanne d’Arc hadisesi ve muhakemesi hakkında hâlâ kitap yazılıyor, biz ise nice önemli, hayatî, temel konularda tek kitap bile yazmamış bulunuyoruz. Bedevî ve şifahî toplum olmanın neticesi midir bu kısırlık, bu güdüklük?

Ülkemizdeki kokuşmadan, pisliklerden, soygunlardan şikayetçiyiz. Peki bu konuda niçin güçlü kitaplar yazıp ülkeyi ayağa kaldıramıyoruz?

Birtakım şer kuvvetleri bu halkı Sünnî Alevî, sağcı solcu, Türk Kürt, dinci lâik diye birbirine hasım, düşman, zıt grup ve kutuplara ayırmak için planlı ve programlı bir şekilde çalışmaktadır. Sünniler ve Aleviler bu memleketin çocukları, vatandaşları, insanlarıdır. Onların uzlaşması, anlaşması, dost olması hem devletin, hem ülkenin, hem de vatanın selameti için şarttır. Sömürücüler, Türkiye’yi babalarının çiftliği, mandırası gibi gören mütegallibe ise halkı düşman kutup ve kamplara ayırmayı kendi menfaatine uygun görmektedir. Daha ne zamana kadar bu oyunların kurbanı olacağız?

Sivas’ta alevî kökenli bazı aydın vatandaşlarımız, hadiselerle ilgili çok vahim, çok ilginç beyanlarda bulundular. Kamuoyumuz niçin bu beyan ve ifşalar üzerinde gereği gibi durmuyor? Üzerimize ölü toprağı mı serpildi? 02 Eylül 2003