Perşembe

 

Kanunî Sultan Sülyeman Türkiyesinden 2000’li yılların Türkiyesine… Türkiye nasıl ve niçin Arjantinleşti?.. Türkiye niçin Nobel kazanamıyor?.. Cumhuriyetin başında dolara eşit olan Türk Lirası’nın bir milyon beş yüz bin kere değer kaybetmesinin sebepleri nelerdir?.. Türk lisanı, edebiyatı, kültürü, sanatı, mimarîsi, düşüncesi, hukuk tefekkürü nasıl çöktü, nasıl çökertildi?.. Türkiye’nin bugünkü hale gelmesinde Sabataycıların rolü var mıdır, varsa ne kadardır ve onlar neler yapmışlardır? Bütün medenî ve ileri ülkelerde en geniş şekliyle din, inanç, fikir, vicdan hürriyeti varken Türkiye’de bu hürriyetler niçin ipotek altındadır?.. Türkiye nasıl bozuldu, nasıl kurtulabilir; kurtuluşun çare ve çözümleri nelerdir?.. Türkiye’nin ziraati, hayvancılığı, sanayii, iktisadiyatı, kendi kendine mi çökmüştür, yoksa kasıtlı olarak mı çökertilmiştir?.. Güney Koreliler dünya çapında bir otomobil sanayii kurabildiler ve uluslararası piyasalarda rekabet eden otomobiller üretip sattılar da Türkler niçin böyle yapamadılar; çürük çarık, dökük saçık, kalitesiz montaj arabalar üreterek kendi iç piyasalarını tokatlamakla yetindiler?.. Onbeş yirmi yıl içinde 150 milyon dolarlık kara para nasıl devşirildi, kimler devşirdi, bu iş nasıl oldu?.. Medenî ülkelerde medya dördüncü kuvvet iken bizde nasıl oldu da birinci kuvvet haline geldi; büyük gazete ve televizyonlar nasıl kartelleşti, tekelleşti, holdingleşti, bazıları mafyalaştı?.. Türk politika hayatı nasıl dejenere oldu ve kirlendi, temizlenmesi mümkün müdür, çareleri nelerdir?.. Büyük, ciddî, demokratik, hukuklu devletlerde resmi ideoloji var mıdır?.. Türkiye’de bütün işler A’dan Z’ye kadar niçin bozuktur, niçin genel bir kokuşma, çürüme vardır, bu noktaya nasıl gelinmiştir?.. Millî Mücadele hangi gayelerle yapılmıştır, zaferden sonra ne gibi sapmalar olmuştur?.. Atatürkçü geçinenler, Atatürk’ün azılı düşmanı Nazım’a niçin sahip çıkıyorlar; bir Atatürkçünün aynı zamanda Nazımcı, Nazım hayranı, Nazım militanı olması mümkün müdür?.. Atatürk Mason localarını kapattırmıştı, sonra 1945’te Millî Şef İsmet Paşa onları tekrar açtırmıştır. Masonlar localarını kapattıran Atatürk’ü gerçekten seviyorlar mı, yoksa takiyye mi yapıyorlar?..

Yukarıda saydıklarım hep kitap ve araştırma başlıklarıdır. Tabiî ki; yapılmış, yazılmış, yayınlanmış kitaplar ve araştırmalar değildir bunlar. Kitapçı dükkanlarını dolaşınız, kitap katologlarını dikkatle tedkik ediniz bu gibi konularda tek ciddî kitap bulamayacaksınız.

Şimdiye kadar böyle yüzlerce ciddî, vasıflı, faydalı, düşündürücü kitabın, araştırmanın yapılmış ve yayınlanmış olması gerekirdi.

Başka ülkeler eski günahlarını bile araştırıp kitaplaştırıyor. Meselâ Fransa’da, 1954-62 yılları arasında cereyan eden Cezayir-Fransa savaşında Fransız kuvvetlerinin yaptıkları işkenceleri anlatan nice kitap yayınlanmıştır. Fransa ordusu, arşivlerini araştırıcılara açmış bulunuyor ve bu konuda gerçekleri hiç çekinmeden ortaya koyan araştırmalar yapılıyor.

Rusya, Bolşevik rejim esnasında, bilhassa Stalin devrinde yapılan yanlışları, haksızlıkları, zulümleri itiraf etmiştir; Stalin’in idam ettirdiği Ortaasyalı Sultan Galiyev bile temize çıkartılmıştır. Stalin’in yıktırtmış olduğu Kızıl Meydan’daki Ortodoks kilisesi eskisinden daha ihtişamlı ve ziynetli olarak yeniden inşa edilmiştir.

Bir ülkenin aydınları, entelektüelleri, seçkinleri milletlerinin, devletlerinin mazisi, hali, istikbali (geleceği) ile ilgilenmeye, bu konuda ciddî eserler vermeye mecburdur.

Türkiye bugünkü hale düşecek bir devlet, bir ülke değildi. Nasıl oldu da böyle perişan bir vaziyete düşmüştür? Nasıl düşmüştür, kimler tarafından düşürülmüştür, hangi dış ve iç güçler Türkiye’yi çökertmişlerdir?

Türkiye’nin geleceği nasıldır, önümüzde kaç senaryo vardır? Bu konuda da kitap çapında ciddî stratejik araştırmalar yapılıp yayınlanmıyor. Bence ülkemizin önünde sekiz senaryo vardır, bunların sadece biri olumludur, diğerleri karanlıktır.

Biz bu topraklarda bin yıldan beri varız ve bu bin yıllık tarihimizin en vahim, en korkunç, en tehlikeli, en öldürücü krizini yaşıyoruz. Yazık ki, beyinler dumura uğramış, vicdanlar nasırlaşmış ve ortalığı ölümcül bir sükût ve nemelazımcılık kaplamış.

Uzun yıllardan beri sersemletilen, afyonlanan, şartlı refleksli mahluklar haline getirilen, ehlileştirilen, robotlaştırılan, zombileştirilen halk yığınları mazur görülebilir, bağışlanabilir ama aydınların, seçkinlerin, entelektüellerin susması asla affedilemez.

Paranın put olduğu, hedonizmin hayat felsefesi haline geldiği bir toplumda akıl ve vicdan kayıplara karışır.

Bu memlekette birkaç yüz gerçek ve vatansever aydın olsa neler yapılmaz ki. Aydınlar bir milletin beynidir, vicdanıdır, sesidir.

Anlaşılan şudur ki, Türkiye’de vasıflı okur-yazar kalmamıştır. Ne çağdaş ve laik kesimde, ne sağda ne solda, ne milliyetçiler ve Türkçüler içinde, ne de İslâmcı kesimde. Vasıflı ve vatansever olsaydılar zuhur ederlerdi, huruc ederlerdi, yazarlardı, konuşurlardı, haksızlıklara isyan ederlerdi, muhalefet yaparlardı.

Birkaç kişi olsa bile onlar istisnadır ve istisnalar kuralı bozmaz.

Türkiye yıllardan beri dehşetli bir kriz içinde bocalayıp duruyor ve her kesimden elli altmış aydın ve seçkin kişi bir araya gelip de bir manifesto, bir bildiri, bir beyanname hazırlayıp neşretmiyor.

Eski içişleri bakanı, “Benim zamanımda hazırlanan büyük yolsuzluk dosyaları yakılarak ortadan kaldırılacaktır” dedi. Peki kamuoyunun bu beyan karşısındaki tepkisi ne oldu? Cılız iniltiler, sızıltılar, pes perdeden homurtular. Kötüler şaha kalkmış atlarda dal kılıç saldırıyor bu devleti, bu ülkeyi, bu milleti yıkmak için; iyilerse yattıkları yerden pek cılız bir sesle “Olmaz ki bu…” diyor ve uykuya devam ediyor.

Gazeteler yazamıyor, televizyonlar veremiyor ama birtakım internet sitelerinde korkunç, dehşetli yolsuzluk hikayelerinin ardı arkası kesilmiyor. Toplumun, aydınların bunlara karşı da bir reaksiyonu yok. Bu memlekette bir âmme vicdanı, toplumsal bir irade olsaydı gökgürültüsü gibi tepkiler, tel’inler, muhalefet olması gerekirdi.

Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar üzerimize ölü toprağı serpilmiştir sanki.

Biz kendi irademizle uyanmazsak, korkarım ki, tepeden inen mutlak ve küllî bir irade bizi uyaracaktır. 08 Şubat 2002