Cuma

Şu anda en fazla muhtaç olduğumuz şey uzlaşma zihniyeti ve kültürüdür, iktidardaki ve muhalefetteki politikacılarımız buna son derece muhtaçtır. Medyamız muhtaçtır. Üniversitelerimiz muhtaçtır. Aydınlarımız muhtaçtır.

Hayretler içinde kalıyoruz: “Aaaa, o veya onlar benim gibi düşünmüyor, benim inandıklarıma inanmıyor; benimkilerden ayrı, farklı, başka, bazen onlara zıt inanç, düşünce, çare ve çözümlere sahip… Olur mu böyle şey?..”

Sosyal, kültürel, etnik, dinî/mezhebî yapısı çeşitli olan bir ülkede çoğulcu bir zihniyet ve kültür olmazsa o ülke krizler içinde yüzer durur ve günün birinde boğulur.

Uzlaşma kültürü ne demektir?

Olumlu olmaktır… Yarısına kadar içinde bir sıvı bulunan şişe için

“yarı boş”

dememek,

“yarı dolu”

demektir. Sosyal barıştan, toplumsal uzlaşma ve konsensüsten yana olmaktır. Müştereken/beraberce çare ve çözüm aramak demektir.

“Ötekileri”

düşman olarak görmemektir.

Ana değer olarak Türkiye’nin bütününün menfaatlerini kabul etmek ve onları savunmak demektir. Azınlığın çoğunluğa tahakkümünü reddetmek demektir.

“Önce ülkem, halkım, devletim, sonra partim”

diyebilmektir.

Kendileri azınlık ve çoğunluk olan Müslümanları ülke ve devlet için büyük bir tehdit ve tehlike olarak görüyor… İşte bu kafa kesinlikle uzlaşmacı değildir. Önce ben, sonra partim, en sonra Türkiye diyenlerde de uzlaşma kültürü olamaz. Ahlâklı ve normal bir politikacı,

“Önce ülkem, halkım, devletim… sonra partim…”

diyebilir. Büyük ve çaplı bir politikacı ise

“önce de Türkiye, sonra da Türkiye…”

diyendir.

Hırsızlığın türleri vardır. Hasta annesine ilaç alabilmek, aç çocuklarına bir dilim ekmek verebilmek için çalan ile ülkesini domuz gibi talan eden hırsız bir olur mu? Yakın tarihimizde maalesef çok büyük hırsızlıklar yapılmıştır. Devletin ve belediyelerin bütçeleri Yağma Hasan’ın böreği gibi hortumlanmıştır. Çok şükür zamanımızda hiç böyle hırsızlıklar olmuyor. Bugünkü idarecilerimiz Hz. Ömer gibi, devletin işlerini görürken devletin mumunu yakıyor, resmi iş bitince mumu söndürüyor kendi kandillerini yakıyor. Gözyaşartıcı bir manzara…

Bugünkü Türkiye’de saçı bitmedik yetimlerin, zavallı fakirlerin hakları hiç yenmiyor. İhalelere fesat karıştırılmıyor. İşlerden komisyon alınmıyor. Artık ülkemizde kirli, kara, necîs, haram servetler edinilmiyor. Emanetlere hiyanet edilmiyor. Hortumlama mortumlama yok. Türkiye’nin akçalı işleri son derece şeffaf, berrak, ak pak… Peki, bunca temizlik, şeffaflık, berraklık, paklık içinde politikacılarımızda, idarecilerimizde, büyüklerimizde niçin sosyal barış, toplumsal uzlaşma kültürü, zihniyeti ve şuuru yok? Niçin uzlaşma ile halledilebilecek pürüzlü meseleleri, Türkiye’yi sarsacak ve çökertecek yapay krizler haline getiriyorlar?

Cumhurbaşkanı seçiminden önce ülkenin 10 önemli, ağırlıklı, güçlü, etkili kişisi bir araya gelseydi ve bir aday üzerinde

UZLAŞSAYDl

ne iyi olurdu!.. Büyüklerimiz, güçlü ve oturaklı kişilerimiz niçin uzlaşmıyorlar da durmadan kavga ediyorlar?

Uzlaşma denilince merhum Turgut Özal’ı hatırlamamak mümkün değil.

Atatürkçüsünü de, solcusunu da, milliyetçisini de, sağcısını da, dindarını ve tarikatçisini de bir araya getirebilmek hünerini göstermişti.

Onun

(bir iddiaya göre)

zehirlenerek öldürülmesi Türkiye için ne büyük bir kayıp oldu.

Müzmin Din Düşmanlığı

Bizde büyük medyanın ve bazı güçlü derin lobilerin müzmin bir hastalığı veya cinneti vardır:

Dine ve dindarlara çatmak, onları ülke için bir tehdit ve tehlike olarak görmek.

Bir ülke düşünün, halkının çoğunluğu Müslüman. Milli kimliğinin en büyük unsuru İslâm ve orada İslâm’a ve Müslümanlara amansızca saldırılıyor. O ülkede huzur olur mu, toplumsal barış olur mu?

Müslüman bir ülkede Peygamberin doğum günü münasebetiyle yapılan bir törende birkaç kız öğrencinin ilahi okumasından daha tabii ne olabilir? Müslüman bir ülkenin bir lisesinde birkaç öğrenci okulun alt katında ders saatleri dışında namaz kılıyormuş… Din düşmanları feryadı basar… Gericilik var, tehlike var, tehdit var!..

Birtakım güçlü lobilerin ve egemen azınlıkların Türkiye gibi Müslüman bir ülkede agresif ve militan bir şekilde din düşmanlığı yapmaları, bu ülkenin karşı karşıya bulunduğu en büyük talihsizliktir.

Diyelim ki, Hindistan’da yaşıyorsunuz, orada çoğunluğu meydana getiren Hindular ineği kutsal tanırlar. Siz ise böyle bir inanca sahip değilsiniz… Medeni bir insan olarak ne yapacaksınız? İnek konusunda, çoğunluğu teşkil eden Hinduları darıltacak, üzecek, öfkelendirecek bir söz söylemeyecek, bir hareket yapmayacaksınız. Aksi takdirde toplumsal barışı bozmuş olursunuz.

İslâm dininde akla, vicdana, sağduyuya aykırı hiçbir şey yoktur. Müslüman olmayanların İslâmi inançlara, ibadetlere, törenlere, törelere saygılı olması gerekir.

İslâm dininde. Müslüman toplumda

hayâ denilen bir değer vardır.

Yani utanç verici şeylerden çekinmek, korunmak… Zamanımızda bazı toplumlarda bu değer yoktur. Onlarda yok diye, hayâları dolayısıyla Müslümanlara saldırmaya ne hakları var?

Saldırgan, militan, fanatik, cür’etkâr din düşmanları bu ülkede toplumsal barışa en büyük darbeyi vuruyor. İslâm’a ve milli kimliğe aykırı olan kendi değerlerine toz kondurmayan, ideolojilerini kutsallaştıran güçlü lobiler ve egemen azınlıklar Müslümanların mukaddesatına ve değerlerine hayat hakkı tanımıyor.

Hür bir düzende Mason locaya, Hıristiyan kiliseye, Musevi sinagoga, Müslüman da camiye ve tekkeye gider. İşte onlar bu çeşitliliği kabul etmiyor. Ben locaya ve kulübe gidebilirim ama Müslüman tekkeye ve dergâha gidemez diyor. Niçin diye soruyorsunuz, gericilik olur cevabını veriyor. Gericilik ne demektir, târifini (tanımını) yapar mısınız deyince de öfkeleniyor, tehditler savuruyor.

“Masonlar localara gidip Masonluk yapabilir ama Müslümanlar tekkelere gidip oralarda namaz kılamaz, zikrullah yapamaz, çünkü Atatürk tekkeleri kapatmıştır…”

diyorlar. Onlara soruyoruz; aynı Atatürk Mason localarını da kapattırmıştı, onun ölümünden sonra Milli Şef İsmet Paşa zamanında tekrar açıldı. Tekkelerin kapatılması bir devrim de, locaların kapatılması devrim değil mi? Onlara açılma hakkı tanıyorsunuz da, tasavvuf kurumlarının tekrar açılmasına niçin iyi gözle bakmıyorsunuz? Müslümanlarla Masonların eşitliğini niçin kabul etmiyorsunuz? Yoksa üç yıldızlı biraderler sizin nazarınızda Müslümanlardan

“daha eşit”

midir?

Müzmin bir şekilde, agresif bir üslûpla, toplumsal barışı dinamitlercesine dine ve dindarlara saldıranlar Türkiye için en büyük tehdit ve tehlikedir. Onlar demokrat değildir, onlar evrensel insan haklarına samimi şekilde inanmıyor, onlar, saldırıları ile eşitlik ilkesini berhava ediyor, onlar toplumda fitne ve fesat çıkartıyor.

Bu egemen azınlıklar, güçlü ve derin lobiler nasıl hizaya getirilecektir?… Yaptıklarının çok kötü olduğu onlara nasıl anlatılacaktır? Onların kötülüklerine engel olamazsak Türkiye’nin başına büyük felaketler gelecektir. 16 Haziran 2007