Uzlaşma Olsun İdeoloji Olmasın
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Ocak 2019
Cumartesi
Başta
olmak üzere birçok politikacı, medyacı, statükocu yeni cumhurbaşkanının uzlaşma ile seçilmesini istiyor. Arkasından hemen ilave ediyorlar:
İşte burada büyük bir çelişki var. Çünkü mevcut anayasa ülkemizdeki bütün krizlerin kaynağıdır ve onun yerine liberal, demokrat, sivil bir anayasa getirilmesi çoğunluk tarafından istenmektedir. Bu konuda girişimler ve hazırlıklar da yapılmaktadır.
Yeni cumhurbaşkanı bir partinin, bir ideolojinin, Beyaz Türk azınlığının mensubu değil; ülkeyi, devleti, halkın bütününü temsil eden kucaklayıcı bir şahsiyet olmalıdır.
Yeni cumhurbaşkanının dindar olmasını istemeyenlerin kuruntuları, kuşkuları tamamen yersizdir. Türkiye Müslüman bir ülkedir. Namaz kılan, hanımı örtülü olan, cumaya giden bir devlet başkanını normal karşılamak gerekir. Kaldı ki, dindar bir cumhurbaşkanının elinde, istese bile devleti bir din devleti yapacak selahiyet ve güç olmayacaktır.
* Birtakım adayların dindar veya dinsiz olduğuna bakmayacak ve ehliyeti olan herkesin tayinini tasdik edecektir.
* Cumhurbaşkanlığı resepsiyonlarında başı örtülü eşleri protokol dışı bırakmayacak, açık veya kapalı ayrımı yapmayacaktır.
* Olabildiğince tarafsız ve eşitçi hareket edecektir.
* Müslüman olmaktan başka suçları olmayan vatandaşlara
muamelesi yapmayacaktır.
* Atatürk’ün annesi başörtülüydü.
* Eşi Latife hanım sımsıkı tesettürlüydü.
* İsmet Paşa’nın annesi
tesettürlüydü.
Başörtüsünü büyük bir kriz konusu haline getirenler doğrusu dehşetli bir yanılgı içindedir. Türkiye’ye devlet, ülke ve halk olarak büyük sıkıntılar veren, bizi geri bırakan
gibi diretmeler bırakılmalı ve şahsiyet itibarıyla Türkiye’yi temsil edecek ehliyetli ve liyakatli bir kişi bu makama kazasız belasız seçilmelidir. İnşaallah birileri işi yine yokuşa sürmezler.
Bir gazeteci, bir tv yorumcusu, hele bir köşeyazarı için en büyük felaket halktan, toplumdan kopmaktır, Türkiye halkı otobüslerde, minibüslerde, banliyö tren ve vapurlarında… Esnaf lokantalarında, köftecilerde, kahvehanelerde, parklarda… Çarşılarda pazarlarda, sokaklarda, meydanlarda, caddelerde…
Bizim kaymak tabaka medyacılarımız ise lüks restoranlarda, rezidanslarda,
Uçakların
(zadegan) bölümlerinde…
Halktan kopmuşlar… Toplumdan kopmuşlar… Fildişi kulelerde yaşıyorlar. Vaktiyle yüksek tabaka medyacılardan biri İstanbul’un lüks mü lüks bir rezidansında ayda 10 bin dolar kirayla oturuyordu. Öyle TV programcıları var ki, bir seans için haftada 40 bin lira ücret alıyor. Böyleleri yerli maden suyu bile içmez, şişesi beş on liralık Perrier, Vichy içer lıkır lıkır. Sonra fildişi kulelerinden eskizaman derebeyleri gibi ülkeyi idare etmeye kalkarlar.
Son seçimlerde kuleleri büyük hasar gördü, itibar ve prestijleri zirüzeber oldu. Haberleri yok… Köprülerin altından çok sular aktı. Lâikliğin karın doyurmadığı anlaşıldı. Başörtüsü yasağının demokratik olmadığı gün gibi açığa çıktı. Evdeki hesaplarının hiçbiri çarşıya uymadı. Zart zurtlarına, tehditlerine, maval ve masallarına değer veren kimse kalmadı. Çağdışı mağdışı tartışmalarına kulak asan yok.
Yeşil sermaye öcülerine herkes gülüyor. Paranın rengi mi olurmuş. Yeşilse al sana put gibi taptığın dolarlar yeşil değil mi? Yahudi veya Beyaz Türk fabrika kurup üretim yapınca suç olmuyor da, Müslüman kurunca mı suç oluyor?.. Hah hah hah…
Asıl tehlikede olan onların rantlarıdır. Yarın bu yeşiller medya sahasında da başarılı olurlarsa bizimkiler için deniz biter.
Endülüs zamanında Müslümanlar Frenklerden daha üstün ve medenî değil miydi? Müslüman Kayseri ülkenin dördüncü sanayi şehri oldu. Birkaç yıl sonra birincisi olabilir. Olursa kıyamet mi kopar?.. Onların kıyameti mi?.. Heh heh he…
Ya işleri bozulur, gelirlerine kesat gelirse?.. Biriktirdiklerini yerler… Yüksek emeklilikleri vardır… Çok sıkışırlarsa halk yığınları gibi BİM’den alışveriş ederler, tasarruflu yaşarlar. Milyonlarca halk sıkıntı içinde yaşıyor…
yemesinler, halkın çoğunluğu gibi Bolkepçe lokantasında yesinler. Kahırlarından ölürler mi?… Orasına karışmam…
Müslüman kesimin yayınladığı dergilerin sayısı çoğaldı. Bir
bahs edebilir miyiz? Bence böyle bir enflasyon vardır. Bu iyi bir şey değildir.
Mevcut dergi idarecilerine ve bundan sonra dergi çıkartacaklara dizayn/tasarım, baskı, renk, kapak konusunda haddim olmayarak bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum. Şu anda Türkiye’nin en güzel dergisi, İngilizce yayınlanan CORNUCOPIA’dır. Yılda üç sayı yayınlanmakta olup İngiltere’de basılmaktadır.
Dergiler renk bakımından üçe ayrılır:
* Siyah-beyaz dergiler. Bunlarda başlık dahil renk kullanılmaz, fotoğraflar da siyah beyaz basılır. Zaten en sanatlı fotoğraflar böyleleridir.
* Renkli dergiler. Bunlar başlığında, kapağında, iç sayfalarında renk ve renkli fotoğraf kullanırlar ama kesinlikle bir renk cümbüşü, bir gökkuşağı şeklinde çıkmazlar.
Bunlar hiçbir estetik kurala, uzmanlığa, zevk endişesine bağlı olmadan derginin her yerinde bol bol ve karmakarışık şekilde abur cubur renk kullanırlar.
Çıkarılması en zor dergi türü siyahbeyaz dergidir. Hem renksiz olacak, hem de son derece sanatlı, başarılı, estetik, beğenilen sıfatlarına sahip olacak.
Müslüman kesimin dergilerinin kesinlikle boyalı dergi olmaması gerekir. Yazının başlığı yeşil olsun, satırların altına kırmızı kalın çizgiler konulsun. Yazının zemininde acı sarı bir çini pano görülsün… Böyle aşırı renklilik sanat değil, sanatsızlık demektir.
Dergilerimizin Türkçesi de son derece düzgün olmalıdır. İmla bakımından yüzde doksan beş Ankara’daki Dil-Tarih Kurumunun İmla Kılavuzuna uyulabilir. Geri kalan yüzde beşte, o kılavuzda olmayan bazı incelikler getirilebilir. İnceltme ve izafet şapkaları, uzun a’ların üzerine konan düz çizgiler gibi.
pahalı bir dergidir. Mevcudu kalmayan 1’inci sayısı müzayedelerde büyük paralara satılmaktadır. Kadıköy’de, Beyoğlu’nda, Balıkpazarı Aslıhan Sahaflarında, başka eski kitap ve dergi satan yerlerde bazı eski sayıları bulunabilir. Henüz görmemiş olan muhterem Müslüman yayıncılar görüp fikir edinirlerse iyi olur. 05 Ağustos 2007