Üzülmemek Elde mi?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Perşembe
Adamların zihniyeti korkunç. “Kızım dindar olmasın, örtünmesin de, fahişe olsun o kadar sakıncası yok… Oğlum iman etmesin, namaza başlamasın da isterse bilmem ne olsun… Türkiye’de İslâm’ın hakimiyetini görmektense, ülkenin batmasını tercih ederim…”
Laiklik elden giderse Türkiye batar diyorlar. Bu memlekette laiklik yok ki, o giderse bir batış olsun. Zaten batacağı kadar batmış. Bu memleketin dinsizleri ayrı dert, dindar geçinenleri ayrı bir dert. Dinsizler kendilerini aydın, çağdaş, medenî sanıyorlar. Bir insanın aydın, medenî, çağdaş olması için dine, vatandaşlarının din ve vicdan hürriyetine, insanların inandıkları gibi yaşama hakkına saygılı olması gerekir. Kendisi inansın veya inanmasın…
Bezbojnik (Bolşevik Rusya’daki eski militan Allahsızlar derneği üyesi) kafalı adam vahşinin, zorbanın, yamyamın tekidir. Bizdeki sahte laiklere, uygarlara, anti-aydınlara kalsa camileri bile kapatırlar. Fırsat gözlüyorlar. Allah fırsat vermesin. Mekr-ü hileleri kendi ayaklarına dolaşsın.
Dindar zümrenin başında ve içinde de belâ çok. Bir sürü din sömürücüsü, samimiyetsiz haşarat var. Bastıkları yerde ot bitmez. İslâmcının biri “Zafer yakındır…” deyip duruyor. Başımızda bin türlü musibet ve bela var, onlar “Zafer yakındır” diye sayıklıyor.
Zafer nasıl yaklaşmış? Müslümanların büyük kısmı namaza mı başladı? Vakit namazlarında camiler lebaleb doluyor mu? Müslüman kesim ilim, irfan, sanat, kültür, mimarlık, hukuk, sosyal yardım işlerinde dünyaya parmak mı ısırtıyor? Ümmet-i Muhammed çeşitlilik içinde sarsılmaz bir birlik mi teşkil ediyor? Medya, eğitim, iktisat, ticaret, üretim sahasında dindarlar önde mi koşuyor?
Yem borusu çala çala zavallı Müslümanları avutup, uyutup oyalıyorlar, paralarını topluyorlar.
Şu memleketin, şu milletin haline bakıp bakıp üzülüyorum. Fatihlerin, Kanunilerin, Barbarosların Türkiyesi ne günlere kaldı.
Bu memleketin politikacılarında, idarecilerinde, aydınlarında, sorumlularında zerre kadar insaf ve vicdan olsaydı utançlarından sokağa çıkamazlardı. Bir Güney Kore’ye bakınız, bir de Türkiye’ye. Bizim imkanlarımız, ülkemiz, nüfusumuz, potansiyelimiz Kore’ninkinden az mıydı? Aksine, biz her konuda onlardan daha şanslıydık. Lakin bir sürü uğursuz, hırsız, namussuz ülkeyi de, milleti de, devleti de perişan etti.
İstanbul, Ankara, İzmir caddelerinde, meydanlarında vızır vızır Kore otomobilleri dolaşıyor da niçin Seul’de bir tek Türk malı otomobil yok? New York, Londra, Paris, Frankfurt gibi zengin, ileri, kalkınmış şehirlerde yüzbinlerce Kore otomobili var da niçin oralarda Türk otomobili yok? Olamaz. Çünkü bir kere yüzde yüz yerli ve millî Türk otomobili zaten yoktur. Bugünkü geri teknolojili, demode, vasıfsız montaj işi, yabancı patentli Türk otomobillerini ise hiçbir ileri ülke ithal edip de kullanmaz. Biraz Mısır’a, Patagonya’ya, Afrika’daki Zabazingo cumhuriyetine satabiliriz bu çağdışı arabaları.
Türkiye’nin ekmeklik buğdayı, eti, pirinci, fasulyası, muzu, patlıcanı, biberi bile artık dışarıdan geliyor. Ne sağcı, ne solcu kimsenin umurunda mı?
Yeni Cumhurbaşkanı hukukçuymuş, işleri düzeltecekmiş. Yahu sırf hukukla iş düzelir mi? Bu memlekette A’dan Z’ye kadar her şey bozulmuştur. Topyekûn bir değişim lazımdır. Bunu kim gerçekleştirecek? Böyle bir irade var mıdır? Güç var mıdır?
Süleyman bey yeniden siyasete atılacak ve gerekirse bu millete ve devlete elli yıl daha hizmet edecekmiş. Ona tek soru yöneltmek isterim: Siz başbakan olduğunuzda bir ABD doları kaç lira ediyordu? Cumhurbaşkanlığından ayrıldığınızda kaç lira ediyor? Türk parasının bu kadar değer kaybetmesinden dolayı hesap vermeniz gerekmez mi?
Çocukken mektepte bize, “Demirağlarla ördük anayurdu dört baştan” diye marşlar okutuyorlardı. Şu demiryollarımızın perişan haline bakınız. En ileri ülkeler; Japonya, Fransa, Almanya, İngiltere, İtalya demiryollarında, tren seyahatlerinde harikalar meydana getirirken biz onlardan yüz sene geri kalmış vaziyetteyiz.
İşsizlerin sayısı, çalışanların bir kaç misli. İşçi ve memurların haklarını düşünen ve koruyan var da, işsizleri düşünen yok. Bunca işsize nasıl, nerede iş bulunacaktır? İşsizlik sigortası mı? Güldürmeyin beni!
Büyük konuşan, cart curt eden heriflere sormak gerek:
– Türkiye niçin bir Taiwan kadar üretici, zengin, müreffeh olamadı?
– Dış dünyadan ve milletten bu kadar borç alındı. Bunların yekûnu 150 milyar doları geçiyormuş. Bu paralara ne oldu? Bunlarla niçin verimli tesisler, yatırımlar yapılmadı da şimdi devlet bütçesi bu korkunç borçların faizlerini ödemeye bile yetişmiyor?
– Şimalî Avrupa’nın küçük ülkesi Finlandiya eğitim, iktisat, finans, kültür sahalarında harikalar meydana getiriyor da biz bu sahalarda niçin mütemadiyen nal topluyoruz?
Bu kadar çok it, uğursuz, hırsız, yağmacı, düzenbaz, talancı, haydut, eşkıya, harami, rezil nereden peydahlandı? Hangi berbat sistem, hangi akıl ve vicdan dışı felsefe bu kadar çok muzır haşaratın yetişmesine yol açtı.
Yalan, inkâr, zulüm… İkiyüzlülük, hilekârlık, emanete hıyanet… Haramyiyicilikle, saçı bitmedik yetimlerin, gözü yaşlı dulların, güçsüz ihtiyarların haklarını çalarak, gasbederek meydana getirilen gayr-i meşru servetler… Bir sürü muhanneslik, namussuzluk, alçaklık… Herkes bunları kanıksamış, alışmış.
İleride herşey düzelecekmiş. 21’inci yüzyıl Türk yüzyılı olacakmış. Nurlu ufuklara, pembe geleceklere doğru koşuyormuşuz… Bu martaval edebiyatına inanıyor musunuz?
Evrensel ilahî hikmetin kaynağı olan Kur’an bizim gidişatımız konusunda ne diyor? Peygamberin hadîslerine vurursak, iyiye mi gidiyoruz, kötüye mi? Geçmiş bilgeler, âlimler, ârifler, birtakım kurallar koymuşlar. Onlar bizim halimiz, istikbalimiz hakkında ne hüküm veriyorlar?
Memleketin, milletin, devletin içinde bulunduğu durum beni dehşete düşürüyor.
Bu memleket, bu millet, bu devlet üzerindeki ahları düşünüyorum.
İhanet ettiğimiz ahd-ü misakları, biatları düşünüyorum. İsyanlarımızı, günahlarımızı, gafletlerimizi düşünüyorum. Dehşet içinde kalıyorum. Siz rahat mısınız? Rahatınız batsın. 26 Mayıs 2000