Uzun Vadeli İntihar ve Çökertme Yolları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Cumartesi
BİRİNCİSİ: Kepeğinin tamamı alınmış beyaz, bembeyaz, en fazla beyaz; ilaçlı, kimyalı undan yapılmış ekmek yiyerek uzun vadeli intihar etmiş olursunuz. Bu intihar uzun yıllar sürer, epeyce süründürür. Bu intihar tarzı fertler için olduğu kadar toplumlar için de geçerlidir. Oldukça kolay ve ucuz bir kendini yok etme tarzıdır.
İKİNCİSİ: Limonata, ayran (tabiî olmak şartıyla), üzüm şırası, diğer şerbetleri içmeyi bırakıp onların yerine boyalı, aromalı, koruyucu maddeli, kimyalı sunî içecekleri devamlı olarak kullanırsanız uzun vadeli şifayı kapmış ve intihar etmiş olursunuz.
ÜÇÜNCÜSÜ: Bir devleti, bir ülkeyi, bir halkı yıkmak, temellerini sarsmak, çürütmek için en geçerli yol millî lisan ve edebiyatı dejenere etmektir. Yazılı-edebî Türkçe bozulur, zayıflatılır, yetersiz hale getirilir; terörist metodlarla değiştirilir, sadeleştirilirse medeniyet ve kültür yıkılır, oradaki insanlar sürü ve yığın haline dönüşür. Bu da, sosyal ve kültürel bir intihar şeklidir.
DÖRDÜNCÜSÜ: Allah her hastalığın, her derdin devasını ve çaresini yaratmıştır. Devası ve çaresi olmayan şey ölümdür. Tabiat alemindeki bitkilerin, çiçeklerin, meyvelerin, sebzelerin birtakım taşların, kaynak sularının bin türlü maraza şifa verdiğini erbabı biliyor. Bunlara sırt çevirip de, şifayı ve tedaviyi sadece kimyevî ilaçlarda arayan bir tıp sistemi toplumu hastalandırır, çökertir. Böyle bir ortamda tıp bir endüstri haline gelir, hastalar “müşteri” olur, ilaç fabrikaları ve firmaları mafyalaşır.
BEŞİNCİSİ: Hangi ülkede ve toplumda para, madde, kazanç hırsı birinci ve ana değer haline geldiyse o ülke ve o halk dejenere olur ve çöker. Para bir değer değil ancak bir vasıtadır.
ALTINCISI: Erkeklerin kadınlara, kadınların erkeklere benzediği bir toplum da hastadır ve çökmeye mahkumdur.
YEDİNCİSİ: Bir ülkeyi, bir devleti, bir milleti ayakta tutan, güçlü kılan birinci kurum ve hizmet eğitim hizmetidir. Bir ülkede eğitim ism ve resimden ibaret hale gelmişse, okul denilince beton binalar ve dershaneler anlaşılıyorsa; genç nesillere millî kültür, milli kişilik, millî sanat aşılanamıyorsa, çağ seviyesinde güçlü bir kültür verilemiyorsa, böyle bir eğitim de uzun vadeli bir intihar yoludur,
SEKİZİNCİSİ: İnsanların hafızaları, milletlerin tarihleri vardır. Hafızasını yitiren bir insan, bütün öteki zihnî fonksiyonları sağlam olsa da, insan olmaktan çıkar, bir canlı cenaze, bir enkaz haline gelir. Tarihini yitiren toplumlar da aynen o duruma düşerler. Bir toplumun geleceğinin olması için mazîsinin ve tarihinin olması gerekir. Hangi ülkede, biri gerçek, diğeri sun’î ve uydurma iki tarih varsa ve o ikinci tarih destekleniyor, birincisi hor görülüyorsa orada sosyal ve kültürel vahim hastalıklar baş gösterir ve sonunda dehşetli bir çözülme ve çöküş meydana gelir. İzzet ve şeref içinde yaşamak isteyen milletler, tarihleriyle barışık olmak zorundadır.
DOKUZUNCUSU: Toplumlar iktisadî ve sınaî açıdan çeşitli türlere ayrılır: Üreten toplumlar. Tüketen toplumlar… Yeteri kadar üretmeyip de, gerekenden daha fazla tüketen toplumlar dengesiz toplumlardır ve sonunda iflas etmeye, çökmeye mahkumdurlar. Tüketmeyi hak etmek için üretmesini bilmek ve üretmek gerekir.
ONUNCUSU: Bir ülke, bir devlet, bir halk için aşırı ve müzmin bir enflasyon da, uzun vadeli intihar yollarındandır. Hangi ülkede uzun yıllar boyunca yüksek bir enflasyon olmuşsa, o ülkede sadece finans ve iktisad işleri bozulmakla kalmamış A’dan Z’ye kadar bütün siyasî, hukukî, sosyal, kültürel müesseseler de çürümüş ve dejenere olmuştur.
ONBiRİNCİSİ: Bir ülke, bir devlet, bir halk sadece savaşla, ateşle, silahla çökertilmez. Kötü bir medya; devletleri, ülkeleri, milletleri çökertmek için savaştan, silahlardan, bombalardan, füzelerden daha tesirli olur. Çağımız televizyon çağıdır. Bir ülkenin televizyonları ahlâk, fazilet, bilgelik, edeb sınırları içinde faydalı, değerli yayınlar yapmıyor; insanları ahlâksızlığa, şehvete, eğlenceye, asalaklığa, fuhşa, işrete, kumara yönlendirecek yayınlar yapıyorsa o ülke hapı yutmuş demektir.
ONİKİNCISİ: Siyasî, sosyal ve kültürel bakımdan iki yol vardır: Tarihî devamlılık yolu. Tarihî arıza ve kaza yolu… Hiçbir ülke, toplum, devlet tarihî arıza ve kazalarla yücelmemiş, güçlenmemiş, izzet bulmamış, üstün olmamıştır. İntihar etmek isteyen toplumlar, tarihî devamlılık yolundan çıkarlar, tarihi arıza ve kaza yoluna girerler…
ONÜÇÜNCÜSÜ: İnsanların çoğunluğu sağ elleriyle yazarlar. Bir kısım kişiler ise sol elleriyle. Hiçbir kuvvet sağ eliyle yazanı, sol eliyle yazmaya; sol eliyle yazanı, sağ eliyle yazmaya alıştıramaz. Bu insan iradesini aşan bir olgudur. Toplumların da, kendilerine mahsus karakterleri bulunmaktadır. Gömlek ve elbise değiştirir gibi bu karakter değiştirilemez. Bir Japonu Japon yapan özellikler, seciyeler, hasletler bulunmaktadır. Japonu bunlardan uzaklaştırırsanız, onu Japon olmaktan çıkartmış dejenere bir mahluk haline getirmiş olursunuz. Türkiyelilerin de böyle millî, özel karakterleri, hasletleri bulunmaktadır. Bunlar yaşatılmaz ve geliştirimezse toplumda çeşit çeşit bozukluklar, dengesizlikler, hastalıklar baş gösterir.
ONDÖRDÜNCÜSÜ: Lükse, israfa, aşırı tüketime, gerekenden fazla konfora mübtela olan toplumlar hayatiyetini, zindeliğini, sağlığını yitirir. Tarihe bakarsak birçok büyük imparatorluğun lüks, israf, aşırı tüketim, rahatlık ve gevşeklik yüzünden çözüldüğünü ve battığını görürüz. Dış düşmanlarımız ve onların içteki yardakçıları Türkiye’yi çökertmek ve batırmak için lüksü, israfı, aşırı tüketimi, gerekenden fazla konforu, rahatlık tutkusunu alabildiğince teşvik etmekte, kışkırtmakta, kamçılamaktadır.
ONBEŞİNCİSİ: İslâm dini kadını kutsal (mahrem) kabul eder. Kadın annedir, teyzedir, eştir, kızkardeştir, kızdır, ninedir, hoca hanımdır. Türk toplumunu yıkmak, dejenere etmek isteyenler, kadını bir zevk ve şehvet vasıtası olarak görürler. Kadınlarla hiçbir ilgisi olmayan ticarî reklamlara çıplak, şehvet uyandırıcı genç kadın resimleri koyarlar. Kadınları teşhirciliğe özendirirler. Toplumun temeli olan aileyi sarsarlar. Kadını kadın olmaktan çıkartıp dişi haline getirirler. Kadın konusundaki bu olumsuzluklar da, uzun vadeli toplumsal bir intihar yoludur. Bu yolu seçen, seçmese bile bu yola sokulan bir toplum kesinlikle iflah olmaz. Kendisinin annesi anne, öteki anneler dişi; kendi karısı eş, öteki kadınlar fahişe; kendi kızı muhterem, başkalarının kızı piliç… Bu düşüncelere ve görüşlere sahip olanlar vatandaş değil, canavardır.
ONALTINCISI: Türkiye’yi asırlarca ayakta tutmuş ahlâkî ve sosyal değerlerden biri de, “Büyüklere saygı, küçüklere şefkat ve merhamet” ilkesidir. Türk toplumunda büyüklere saygı, küçüklere şefkat ve acımak duygusu zayıflarsa toplum yığınlaşır, sürüleşir.
ONYEDİNCİSİ: Her toplumda rüşvet, haram yeme, devlet malını zimmetine geçirme, ihalelere fesat karıştırma gibi suçlar olabilir. Ancak sağlıklı toplumlarda bu suçlar bireyseldir, istisnaîdir. Bu gibi suçların bireysel olmaktan çıkıp; sistemin bir kuralı haline geldiği toplumlar mutlak şekilde batmaya mahkumdur.
ONSEKİZİNCİSİ: Ülkeleri, milletleri, devletleri ayakta tutan, zinde ve güçlü kılan faktörlerden biri de, sosyal barış ve toplumsal uzlaşmadır. Sosyal barışın ve toplumsal uzlaşmanın olduğu yerlerde çeşitlilikler ve alt kimlikler bir zenginlik ve güç kaynağıdır. Bizim toplumumuz ise, birtakım hainler tarafından Türk-Kürt, Sünnî-Alevî, dinci-laik, sağcı-solcu, ilerici-gerici, şucu-bucu gibi birbirine düşman, rakip fraksiyonlara kasıtlı olarak ayrılmıştır. Ülkenin, devletin, halkın servetini sömürmek isteyen haşarat, bu fraksiyonlar birbirleriyle zararlı çekişmeler ve tepişmeler ile uğraşırken malı götürürler. Sonunda Türkiye’nin varoluş temelleri oyulmuş ve bina çökmüş olur. 20 Şubat 2005