Cuma

 

Genç dostlarımdan iki münevver (aydın) zat umre için Mekke’ye, Medine’ye gitmişlerdi. Telefonla intibalarını öğrenmek istedim. Müslüman yığınların bedeviliği, köylülüğü, çağ dışılığı, yetersizliği karşısında büyük üzüntü duymuşlar, dehşete düşmüşlerdi.

İslâm dünyasındaki kitleler her geçen gün biraz daha bedevileşmekte, gecekondu kültürüne, yahut bataklığına gömülmektedir.

İslâm hem bir dindir, hem de bir medeniyet ve kültürdür. İslâm’daki sistem, din nurlarının büyük şehirlerden, metropollerden küçük yerlere, kırsal kesime, taşraya yayılmasıdır. Şimdiki durum ise tam tersinedir. Bugünün Müslümanları dini köylerden, kırsal kesimden, gecekondulardan, varoş ve taşralardan büyük merkezlere yaymak gayreti içindeler. Bu ne büyük bir saçmalıktır. Sular aşağıdan yukarıya akar mı?

Bağdat caddesi, Ataköy, Yeşilköy, Bakırköy, Kadıköy, Adalar, Etiler, Boğaz yalıları ve sırtları gibi yerleri; geri kalmış, kültürü yetersiz mahallelerden aydınlatmak ve fethetmek nasıl mümkün olacaktır?

İslâm’ın bütün temel müesseseleri yıkılmıştır. Eğitim sistemi, üniversiteleri, tekke ve dergahları, loncaları, ahilik ve fütüvvet teşkilatı, sanat merkezleri yoktur. Cahil halk harıl harıl cami helâsı ve buna benzer şeyler yaptırıyor. Helalarla, ibadet yerlerine koyulan ışıldak, fırıldak, zırıldak, ısıtma cihazlarıyla mı İslâm ve Müslümanlar hayata hâkim olacaktır?

İlim, irfan, kültür, zekâ, sanat, ahlâk, fazilet, strateji, plan ve program, hukuk, mimarlık bakımından İslâm dünyası hem İslâm’ın, hem de çağın gerisinde kalmıştır. Böyle bir gerilik içinde Müslümanlar nasıl izzet, selamet, necat, felah bulacaklardır?

Şarlatanların, yetersizlerin küçük, gülünç, komik kurtuluş reçeteleri var. Halk bunlarla afyonlanıyor, uyutuluyor, oyalanıyor ve soyuluyor. Evet, soyuluyor.

Siyaset Satrancı

İşçi, köylü, bakkal, kasap, esnaf, ilköğretim tahsilli, ev kadını herkesin politik bir tercihi ve görüşü var. Herkes aklınca politika satrancı oynuyor. Yüksek seviyede, başarılı bir şekilde bu satrancı Türkiye’de kaç kişi oynayabilir? Bence beşi geçmez bu rakam. Bu beş kişi televizyonlarda, gazetelerde, millete oyunun nasıl oynanması gerektiğini anlatsalar da altmış milyon biraz aydınlansa.

Satrancı bizde beş kişi bilir ve iyi oynar dedim. Moralinizi bozmak istemediğim için rakamı biraz yüksek tuttum. Siyaset arenasındaki manzarayı görmüyor musunuz?

Bu ülkenin, bu milletin, bu devletin çok âcil siyasî ihtiyaçları var.

Birincisi: Hukukun üstünlüğü prensibine dayanan bir hukuk devleti sistemi.

İkincisi: Kanada’da, İsveç’te, Almanya’da, İngiltere’de olduğu gibi gerçek bir demokrasi.

Üçüncüsü: Temel ve evrensel insan hak ve hürriyetlerinin uygulanması, bunlara riayet edilmesi, saygı gösterilmesi.

Dördüncüsü: Resmî ideolojinin kaldırılması.

Beşincisi: Kendilerini devletin de, milletin de, ülkenin de üzerinde gören derin devletin, egemen azınlıkların, gizli güçlerin tasfiye edilmesi.

Altıncısı: Köklü değişimler, yeniden yapılanma.

Yedincisi: Düzen ve devleti özdeş gören, hattâ düzeni devletten önemli sayan zihniyetin bertaraf edilmesi.

Sekizincisi: Millî kimlik, kişilik ve kültürün gelişmesini engelleyen zincirlerin kırılması.

Dokuzuncusu: Kokuşmanın, rüşvetin, haram yiyiciliğin, hortumlamanın, soygunun, talanın, çeteciliğin önlenmesi.

Onuncusu: Fâizin, rantın, avantacılığın yerine emeğin, üretimin, sağlıklı bir ekonominin getirilmesi, enflasyonun bitirilmesi.

On birincisi: Millî uzlaşmanın, toplumsal barışın sağlanması, yaraların sarılması.

On ikincisi: Siyasetteki kirlenmeyi ve çamura saplanmayı gidermek için tek adaylı dar bölgeli seçim sistemine gidilmeli.

On üçüncüsü: Mahzurlarına (sakıncalarına) karşı tedbir almak şartıyla başkanlık sistemine geçilmesi.

On dördüncüsü: Halkımızın kimliğine, kültürüne, kişiliğine ve menfaatlerine uygun, çağ seviyesinde bir eğitim sistemi kurulması.

On beşincisi: Medyadaki tekelleşme kırılmalı, bu büyük siyasî ve kültürel güç demokratikleştirilmeli. Basın ve televizyon hürriyeti üç beş trilyonerin hürriyeti olmaktan çıkartılıp halka açılmalı. Şu anda birkaç bin gazeteci dışında, basın hürriyeti, halkın kullandığı bir hürriyet değil, mâruz kaldığı bir hürriyettir.

Bakınız bir çırpıda on beş madde yazdım. Bunlar benim tekliflerim. Türkiye aydınlarının, seçkinlerinin, idarecilerinin böyle tekliflerle ilgilenmeleri, bunları tartışmaları, bir çıkış yolu aramaları gerekmez mi?

Havadaki Görünmeyen Zehir

Kış aylarında İstanbul’un havasını mahveden kömür dumanlarından ve islerinden büyük ölçüde kurtulduk. Lakin tehlike ve kirlilik yüzde yüz bertaraf edilmiş değil. Şehirdeki motorlu vasıta sayısı korkunç bir rakama ulaştı. Sanırım iki milyon oldu. Bunların çıkardıkları gazlarda kurşun var. Kurşun, civa ve kadmiyum ile birlikte havayı, toprağı, suyu ve dolayısıyla her şeyi zehirleyen bir madendir. Birtakım şiddetli zehirler gibi hemen öldürmez. Uzun yıllar boyunca süründüre süründüre canını çıkartır insanların.

Sanırım ilgili resmî kuruluşların gerekli âletleri, laboratuvarları, tahlil imkanları yok. Sebze ve meyvelerdeki hormon cinayeti devam ediyor. Çarşılarda, pazarlarda, manavlarda satılan sebze ve meyvelerde hormon olup olmadığını kim kontrol edecektir?

İstanbul’da son yıllarda büyük sayıda özel hastahane, klinik açılmasına rağmen bu sağlık müesseseleri yine de yetmiyor. Çünkü, hasta ve hastalık sayısında dehşet verici bir artma vardır. Fakir ve orta sınıf halkın gittiği hastahanelerden birine, meselâ Şişli’deki Hamidiye Etfal Hastahanesine gidiniz, iddiamın doğruluğunu kabul edersiniz.

Eskiden bu kadar çok pil kullanılmazdı. Şimdi pil tüketiminde büyük patlama oldu. Küçük bir pilin kaç metre küp toprağı veya suyu kirlettiğini, zehirlediğini biliyor musunuz?

Havası bu kadar kirli olan bir şehirde sağlıklı yaşamanın imkanı var mıdır? İnsan birkaç gün susuz, birkaç hafta gıdasız yaşayabiliyor ama havasız beş dakika yaşayamıyor. İstanbul’da hava var, lakin nasıl bir hava?

Aklı ve imkânı olan bu şehri terkeder. 30 Ocak 1999