Vah Vah İstanbul
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Cumartesi
Bir telaş, bir telaş, bir telaş ki sormayın. İstanbul’a kar ve yağmur yağacakmış, hava biraz soğuyacakmış… Tedbir üzerine tedbir alınıyor. Okullar, resmî daireler tatil olacakmış; vatandaşlar otomobilleriyle trafiğe çıkmamak hususunda uyarılıyor.
Gülmek mi lazım, ağlamak mı? Şu İstanbul’un yazları hayli sıcak, kışları epey soğuk olur. Aralık’ta, Ocak’ta, Şubat’ta, Mart’ta bu şehre kar yağmasından daha tabiî ne vardır? Önümüzdeki günlerde yerde 15, 20 santim kar birikecekmiş, aman ne felaket, ne afet.
Nereye koydum bilmiyorum, evrakım içinde 1929’da mı, 30’da mı çekilmiş siyah beyaz bir fotoğraf var. Boğaz donmuş, ince bacalı bir eski zaman vapuru buzların arasında sıkışıp kalmış, insanlar, donmuş denizin üzerinde yürüyorlar.
Çocukluğumda 1940’lı yıllarda bu şehre şimdikinden fazla kar yağardı kış mevsimlerinde.Hayat durmazdı, esnaf ve belediye karları kaldırımın kenarına toplardı. Tramvaylar, otobüsler, taksiler çalışırdı. Dükkanlar açık olurdu, sadece çok şiddetli lodoslarda Kadıköy ve Ada vapurları işleyemezdi.
Medeniyet ilerledi, fenler terakkî etti, imkânlar çoğaldı ama pek normal, pek tabiî, son derece olağan kar, yağış, soğuk şehri felç ediyor.
Dünyanın kuzey bölgelerinde nice şehir sıfırın altında 20-25 derece soğuklarda, kalın kar ve buz tabakaları altında bile normal hayatını aylarca sürdürmektedir. Oralarda kış aylarında okullar, üniversiteler, resmî daireler, dükkânlar, fabrikalar, iş yerleri hep açıktır.
Biraz kar, biraz soğuk, biraz yağmur ve hayat duruyor. Demek ki, İstanbul’un durumu çok kötü. Allah saklasın, büyük bir zelzele olsa, Boğaz’da petrol veya likit gaz yüklü iki tanker çarpışsa, Boğaz köprüleri çökse ilgililer ve sorumlular ne yapacaklar; on beş milyon halk ne yapacak? Vah vah!..
İdarecileri suçlamıyorum, onlar bizim idarecilerimiz. İnsanların en bilgesi, en akıllısı, en iyi düşüneni Peygamber ne buyurmuş: “Ne haldeyseniz öyle idare olunursunuz…”
Keşke İstanbul’un nüfusu beş milyondan yukarı çıkmasaydı.
Keşke arsa, arazi, bina spekülatörleri bu şehri azmanlaştırıp idare edilmez hale getirmeselerdi.
Keşke popülist, arivist, bayağı politikacılar her seçim arifesinde kaçak yapılaşmayı, gecekondu inşaatını, çürük binalara kaçak kat eklemeyi teşvik edip, seçimden sonra da bu konuda bir özel af çıkartmasalardı.
Keşke bu şehir aklın, hikmetin, vatanseverliğin, ilmin, irfanın, medeniyetin ışığında ve kontrolü altında gelişmiş ve büyümüş olsaydı.
Keşke Doğu ve Güneydoğu Anadolu’nun büyük bir kısmı kasıtlı bir şekilde boşaltılıp halk yığınları plansız, programsız, sağlıksız bir şekilde İstanbul’a göç ettirilmeseydi.
Şu anda İstanbul’da iki cephe çarpışıyor: Hayır güçleri ve şer güçleri…
Bu şehir, dualı bir şehirdir. Bu şehrin sağlam bir maneviyat ve ruhaniyet zemini vardır. Bu şehirde ahir zaman Peygamberinin (salat ve selâm olsun O’na) kutlu Ashabından otuz kadar zatın mezarı veya makamı bulunmaktadır. Bu şehrin topraklarında binlerce gavs, kutub, evliya, mazanne yatmaktadır. Bu şehir nice salihlerin, ariflerin, dervişlerin sırlandığı bir mahaldir. Onların duaları vesilesiyle bu şehir ayakta duruyor.
Ancak bu şehirde şer ve fesat taifesi de iyice azmış ve kudurmuş vaziyettedir. Fuhuş, zina, işret, kumar, fısk, fücur, fitne, fesat, nifak, şikak, günah, isyan, tuğyan almış yürümüştür. İstanbul’u yeni bir Sodom ve Gomore haline getirmek istiyorlar.
Herkes göremez, bilemez, anlayamaz, idrak edemez… 17 Ağustos 1999 büyük zelzelesinde İstanbul’da birtakım olağanüstü ruhaniyet ve maneviyat tecellileri olmuştur. Kalp gözleri açık bazı temiz Müslümanlar bunları müşahede etmişlerdir.
İyi, temiz, inançlı, aklı başında İstanbullular!.. Ruhanilerin bu şehir için yaptıkları dualara sizler de sadakalarınızla, dualarınızla, hayır ve hasenatınızla, a’mal-i sâlihanızla katılınız. Onları, şehre ve size yaptıkları dualarda yalnız bırakmayınız. Ve sakın unutmayınız ki, Hak Teâlâ Hazretleri ihmal etmez, sadece imhal eder (mühlet verir). Her Müslüman iyilik, hayır, güzellik cephesindeki yerini almalıdır. Her Müslüman, kendisi için farz-ı ayn olan “büyük cihad” vazifesini şuurla, hassasiyetle, titizlikle yerine getirmelidir.
Her Müslüman İslâm’ın temel farzlarından biri olan emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l münker vazifesini yerine getirmeli, bu konudaki mükellefiyetinden bir an bile gafil olmamalıdır.
Yer ayaklarımızın altından göçmüyorsa, âsüman tepemize çökmüyorsa, bunun sebebi Allah’ın geniş rahmetinden, Peygamberin duasından, Ashabının berekâtından, geçmiş evliyanın ve sülehanın ruhaniyetindendir. Sakın kerametin bizde olduğunu sanmayalım.
Tağutî güçlerle en müessir şekilde; ilimle, irfanla, ahlâkla, faziletle, hikmetle ve gereği gibi mücadele etmezsek savaşı kaybedebiliriz. Çingiz ve Hülagû kasırgaları kaç mamur ve medenî İslâm şehrini harabe haline getirdi. Hülagû’nun vahşi ordusu Darü’s-selâm olan Bağdat’ı ele geçirince bütün halkı feci şekilde katletmişti de, ancak kuyulara, sarnıçlara, lağımlara saklanabilen birkaç bin kişi sağ kalmıştı.
Müslümanlar!.. Şu kışta, kıyamette, şu yedi zayıf ineğin, yedi şişman ineği yediği fakr u zaruret zamanında boynu bükük fakirlere ve muhtaçlara elinizden geldiği kadar yardım ediniz. Böylece hayır dua alırsınız, Allah’ın rahmetine nail olursunuz.
Azgınlık sadece adam öldürmek, ırza tecavüz etmek, yol kesmek, eşkıyalık yapmak değildir. Lüks ve israflı bir hayat sürmek, aşırı tüketim, saçıp savurma, gösteriş, Nemrud ve Firavun sarayı gibi müzeyyen meskenler, ihtişamlı otomobiller, yeme içmede, giyimde kuşamda aşırılık… Bütün bunlar da azgınlıktır, fuhşiyattır, isyandır, tuğyandır. Haram paralarla büyük servetler edinenler! Sizleri uyarmak gerek, bir felakete doğru koşuyorsunuz. Hem kendinizi, hem şehri ve bütün mülkü ateşe veriyorsunuz. Bu azgınlıktan, bu gözü dönmüşlükten, bu çılgınlık ve kuduzluktan dönmeniz çok zor, biliyorum…
Şehir gerçekten tehlikede… Şehrin üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. 15 Şubat 2004