Valilikten İzin Almışlar!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Pazartesi
Müslüman bir vatandaşımız İstanbul’da Taksim’den geçiyormuş, birtakım misyonerler yolunu kesip kendisine İncil vermek istemişler. Vatandaş almak istememiş, onlarla tartışmış. Taksim’den Galatasaray’a yürümüş, orada da Hıristiyanlık propagandası yapan broşürler dağıtılıyormuş.
Polise gitmiş, şikayetçi olmuş. Polis “Bizim elimizden birşey gelmez. Valilikten izin almışlar…” demiş. Vatandaş Vilayete dilekçe vermiş, şikayette bulunmuş. İlgi görmemiş…
Ben bir Müslüman olarak İslâm’ın üstünlüğünü anlatan broşürler hazırlayıp bastırsam; resmî makamlar bunların sokaklarda, caddelerde, meydanlarda gelip geçene dağıtılması hususunda izin verirler mi? Misyonerler son iki sene içinde bütün yurt sathında binlerce kilise-ev açtılar. Ben bir Müslüman olarak bir daire kiralasam. Burada beş vakitte cemaatle namaz kılınsa, geceleri sohbetler yapılsa, İslâm’dan, Kur’ân’dan, Hazret-i Muhammed’den bahs edilse, zaman zaman zikr edilse, tesbih çekilse; acaba misyonerlere olanca kolaylığı gösterenler bu özel camiye veya mescide izin verirler mi? Sokakta İncil dağıtılınca irtica olmuyor, misyonerler kilise-ev açınca irtica olmuyor da Müslümanlar dinî faaliyet yapınca mı oluyor?
Misyonerlere verilen bu izinler, gösterilen kolaylıklar elbette ki İstanbul vilayetinin kendi işi değildir. Yukarılardan ilhamlar, talimatlar geliyor, “Aman misyonerlere kolaylık gösteriniz, aman onları rahatsız etmeyiniz, aman onların halkımızı Tevhid inancından Teslis inancına çekmelerini engellemeyiniz. Bırakın çalışsınlar…” mealinde emirler veriliyor.
Bir Müslümanın Tevhid inancını bırakıp da Teslis inancına geçmesi bir milyonda bir bile olmaz. Misyonerler, din eğitimi görmemiş, din konusunda kara câhil ve boşlukta kalmış kimseleri ağlarına düşürmektedir. Diyanet İşleri Başkanlığı’na sıkı talimat verilmiştir:
– Kesinlikle misyonerler aleyhinde bir şey söylemeyeceksiniz!
Zavallı Diyanet ne yapsın. Nihayet genel müdürlük seviyesinde resmî bir dairedir. 1960’lı yıllarda bir devlet bakanı “Diyanet Başkanı, Tapu ve Kadastro müdürü gibi bir müdürdür. İstersem kolundan tutup atarım…” demişti.
Yine 60’lı yıllarda Diyanet Reisi olan Elmalılı İbrahim efendi iktidara biraz direnecek olmuş ve makamından alaşağı edilmişti. Peki, gemi iyice azıya alan misyonerlik Haçlı seferine karşı bağımsız dinî cemaatler ne yapıyor? Bir şey yaptıkları yok. Yapsalardı, ortada bir broşür, bir beyanname, bir protesto yazısı bulunurdu.
Acaba misyonerlere bu kadar hürriyet, bunca izin niçin verilmiştir? Bunun sebepleri nedir acaba? Ben bildiklerimi, öğrendiklerimi söyleyeyim.
Cumhurbaşkanlığı meselesi… Şimdiki cumhurbaşkanını kasd etmiyorum. Siyasetten çekildiğini söylemiş olan bir politikacı geçenlerde “Din elden gidiyor!” diye bağırdı. Onun feryadı da cumhurbaşkanlığı konusu ile ilgilidir. Allah Allah… Misyonerlerle cumhurbaşkanlığının ne alakası var? Var da, şimdi yazamam…
Atatürk zamanında, 1930’lu yıllarda Bursa’daki Amerikan (Protestan) kız kolejinde üç Türk kızı Hıristiyan yapılmıştı. Atatürk’ün emriyle hükümet o koleji hemen kapatmıştı.
Ne Atatürk devrinde, ne İnönü zamanında, ne Celal Bayar devrinde, ne de ondan sonraki iktidarlarda misyonerlere bu kadar serbestlik, hürriyet, imkân tanınmamıştı. AKP iktidarı misyonerlik konusunda yepyeni bir çığır açmıştır.
Misyonerler çok zengin, onlarda çok dolar, çok euro var… Ülkemizde onbinlerce misyoner çalışıyor. Bunlar iş için geldiklerini söylüyor, aslında din propagandası yapıyor. Müslümanlardan esirgenen din hürriyeti onlardan esirgenmiyor. Müslüman halkın şu anda sert bir tepkisi yok. Yok ama ileride neler olur bilinmez. Dindar olmayan, namaz kılmayan Müslümanlar bile durumdan son derece rahatsızdır.
İleride üzücü hadiseler olmasından korkuyorum. Bizim halkımız içine atar, içine atar ve sonunda fena halde patlar. Şu anda fazla bir tepki ve protesto yok ya, bazıları bu işi tamam zannediyor. Çok yanılıyorlar. Halkımızın bir kısmının Hıristiyanlaştırılması, ülkemizin bölünmesine yol açacak derecede vahimdir. Türkiye vatandaşı birkaç Müslüman bir araya gelseler ve “İslâm’ı Yayma ve Savunma Derneği” adında bir dernek kurmaya teşebbüs etseler. İdarî makamlar “Dinî dernek kurulamaz” maddesine dayanarak onların isteğini reddedecektir. O taktirde de Müslümanların, yasal sınırlar içinde direnmeye hakları vardır. Misyonerlerin canları can da, Müslümanlarınki patlıcan mı?
Halkımız cahil bırakıldı. Üniversite mezunu okur-yazarlarımız da tarihimizi iyi bilmiyor. Osmanlı imparatorluğunu Proteston misyoner okulları batırmıştır. Atatürk bunu iyi bildiği için Bursa Amerikan Kolejini kapattırmakta hiç tereddüt etmemiştir.
Gözlerini benlik ve ikbal hırsı bürümüş olanlar, emellerine erişmek için çok tehlikeli bir vasıta ve aleti kullandıklarını bilmelidir. Bomba ellerinde patlayabilir. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olabilirler. Misyonerler halkımızı dinden çıkartmaya uğraşırken birtakım tatlısu Müslümanları Hoşgörü ve Diyalog masal ve mavalları ile hem kendilerini kandırıyor, hem de etraflarındaki safdilleri.
“Halk bizi tutuyor, biz her şeyi yaparız, halk itiraz etmez…” Yok canım! Farz edin ki, halk uyanmadı ve gereken tepkiyi göstermedi. Lakin halkın üzerinde Hak var. Hak bu olup bitenlerden râzı mıdır? Hak, Tevhid’e karşı Teslis’in desteklenmesinden hoşnud kalır mı?
Hakk’ı kandırmak mümkün müdür? Hak ihmal etmez imhal eder (mühlet verir). Sonra bir gün ansızın bir sille gelir ki…
“Hak sillesinin sedası yoktur,
Bir vurdu mu hiç devası yoktur.”
Kitabullah “Öyle bir musibetten korkunuz ki, o içinizden sadece kötü olanlara gelmez” diyor. Misyonerlik faaliyetleri yüzünden gelen bir bela, âfet, azab, felaket gelirse kurunun yanında nice yaş da yanacaktır. Nice toplum, içlerindeki beyinsizler yüzünden helâk olmuştur.
Türkiye topraklarında nice sahabe, evliya, âmil ulema, meşayih, kamil mürşidler, kutublar, gavslar, nüceba, büdela ve diğer seçkinler sırlıdır. Kalp gözü açık olanlar onları 1999’daki büyük zelzelede gördüler. Onların ruhaniyetleri bu olup bitenlerden razı değildir. Şehidler mezarlarında kan terliyor.
Müslümanlar, Müslümanlar!
Sizi uyarıyorum, size haber veriyorum… Bu gidişle İstanbul da elimizden gider.
Biz İstanbul’u 1453’te aldık. Bu şehir ezelden beri bizde değildi. Emanetin hakkını vermezsek emanete hıyanet edersek, emanet elimizden alınır. Biz tarihimizde İstanbul gibi nice şehirler kaybetmişiz. Birtakım adamlar benliklerini, ihtiraslarını, dünya şehvetlerini tatmin edecekler diye vatan elden gidiyor. Kanunsuz işler yapın demiyorum ama mutlaka tepki gösterin, protesto edin diyorum. Aksi taktirde belâ, âfet, azab, gazab, felâket hepimizin üzerine gelecektir. Cümbür cemaat…
Not: Diyanet “Biz misyonerlik meselesini inceliyoruz. Kapalı kapılar ardında rapor yazıyoruz, toplantı yapıyoruz…” diyerek kendini müdafaa etmektedir. Misyonerler gemi azıya almış, dehşetli bir haçlı seferinin alevleri bacayı sarmış, binlerce ev-kilise açılmış, yüzlerce çan kuleli kilise faaliyete geçmiş, on binlerce misyoner harıl harıl çalışıyor. Bizim Diyanet’imiz meseleyi tedkik ediyormuş! Olmaz böyle şey! Niçin camilerde bu konuda hutbe okutulmuyor? Niçin misyonerlerin yayınlarına karşı İslâm’ı müdafaa eden broşürler çıkartılmıyor? Niçin toplum uyarılmıyor? “Ağız sağlığı ve diş fırçasının önemi” konusunda hutbe okutuldu da, niçin şimdiye kadar misyonerlere, Teslis’e, Hıristiyanlaştırma kampanyasına karşı harekete geçilmedi? 18 Ocak 2005