Var mı, Yok mu?
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cumartesi
DEVLET: Hem var hem yok. 17 Ağustos zelzelesinden sonraki kargaşalıkta büyük basının birçok köşe yazarı, “Ülkemizde devlet olmadığı anlaşıldı” meâlinde cümleler yazdılar. Devlet elbette var. Lakin onun üzerinde bir de derin devlet var. Biri sade devlet, ötekisi derin devlet diye iki devletin olması işleri hayli karıştırıyor.
DEMOKRASİ: O da hem var, hem yok. Var ama İngiltere, İsviçre, ABD, Kanada gibi ileri, medenî, hukuklu ülkelerde olduğu kadar yok. Sınırları önceden çizilmiş, kısıtlı, Lozan’ın gizli protokoluna ayarlı bir demokrasi var.
HUKUK: Hem var, hem yok. Bu ülkede hukukun, devletin, hükümetin, Millet Meclisi’nin, insan haklarının üzerinde bir güç var. Hukuk da büyük ölçüde ona bağımlı.
İNSAN HAKLARI: Onlar da hem var, hem yok. Faili meçhul cinayetlerin sayısı üç bini geçti diyorlar. Bazıları bu rakamı on bine çıkartıyor. Bunca faili meçhul cinayetin işlendiği bir ülkede insan haklarının olduğunu iddia etmek zordur. Göstermelik olarak var, uygun görüldüğü kadar var. Ondan ötede yok.
LAİKLİK: Adı var, kendisi yok. Devletin de ötesinde gizli, esrarlı, amansız bir güç, Türkiye’de ezici çoğunluğu teşkil eden Müslümanlara tam mânasıyla bir din hürriyeti tanımıyor. Devlet bütün din işlerini sıkı şekilde kontrol ediyor. Tabiî devleti de derin devlet kontrol ediyor. Müslümanlara az buçuk biraz hürriyet vermişlerdi, şimdi onları geri alıyorlar. Gerçek laiklik olsa, Fransa’da olduğu gibi din işlerinin Müslümanlara bırakılması gerekmez mi?
KADIN HAKLARI: Hem “Biz kadınları hürleştirdik, açtık, kafesten kurtardık” diyorlar, hem de devletimizin imzalamış olduğu uluslararası andlaşmalara tamamen zıt olarak, üzerinde TC anteti bulunan vesikalarla kadın ticaretine, fuhşa izin veriyorlar, bunu meşrulaştırıyorlar. Zahirî bir hürriyete ve hürleştirmeye mukabil, bizde kadını çok alçaltan, şehvet ve zevk aleti durumuna düşüren pek kötü bir gidiş vardır.
EŞİTLİK: O da var ve yok. Lafta, anayasada, teoride var, hayatta yok. Ülkenin yağını balını, kaymağını beş bin aile yiyormuş. Milyonlarca vatandaş sefalet içinde, birkaç bin kişi krallar gibi kazanıyor, yiyor, içiyor, her haltı karıştırıyor. İstanbul’da zenginler, varlıklılar kendilerine mahsus gettolarda oturuyor. Bahçeli köşkler, yalılar, lüks villalar milyonlarca dolara alınıp satılıyor. Bu zengin mahallelerinin özel koruma sistemleri, sınırları var. Oralara otomobilinizle hemen ve kolayca giremezsiniz. Sınır kapısı gibi bir yeri vardır. Gümrük memuru, polis gibi adamlar sizi durdurur, “Niçin geliyorsun, kime gidiyorsun?” gibi sorular yöneltirler; ancak onlar izin verirlerse, yolun bariyeri açılır ve içeri girebilirsiniz. Türkiye eşitsizliğin kol gezdiği bir ülkedir. Vatandaşlar hukuk karşısında da eşit değildir. Aç kalıp fırından bir ekmek çalanın anasını ağlatırlar, bir banka soyan zengin, şık, mel’un herif ise izzet ve ikbal içinde keyif sürer.
FİKİR VE TENKİT HÜRRİYETİ: Bu da hem var, hem yoktur. Fazla ileri gittiniz mi, şiddetle azarlanır ve bazen içeri alınırsınız. Büyük hırsızların aleyhinde yazanlar, büyük miktarda tazminat ödemeye mahkum edilir. Tabu konular vardır, onları kurcalarsanız Uğur Mumcu’nun akibetine uğrayabilir, hayatınızı kaybedersiniz.
REFAH: Küçük, fakat mutlu ve putlu bir azınlık için bol bol vardır. Halkın çoğunluğu için yoktur.
VATAN: Elbette var. Lakin Misak-ı Milli ile hudutları çizilmiş olan bu vatan içinde, doğuda ve güneydoğuda kalan büyük bir bölgeye gitmeniz, oraları gezmeniz, beğenirseniz bir yer alıp içine bir bağ evi yaparak tatillerde orada dinlenmeniz bir hayalden ibarettir. İsterseniz bir otobüse binip Tunceli’ne gidiniz, bir iki saat içinde ya geri gönderilirsiniz, ya bizzat kendiniz kaçarsınız. Vatan var da, bir kısmı elden gitmişe benziyor.
TÜRKÇE: O da hem var, hem yoktur. Ben şu satırları Türkçe yazıyorum, yetmiş milyona yakın Türkiyeli Türkçe’yi konuşuyor. Fakat bu Türkçe birkaç yüz kelimelik bir iletişim dilidir. Bu kadar Türkçe’yi, okuma yazma bilmeyen vatandaşlar da konuşur, meramlarını bununla ifade eder. Bu konuşma Türkçe’sinin yanında bir de yazılı-edebî zengin Türkçe olması gerekir. İşte bu ikinci Türkçe’nin kanına girilmiştir. Bu asrın başında zengin Türkçe’de iki yüz bin kelime vardı. Şimdi, kelime sayısı yirmi binin altına inmiştir. Onların da çoğu, ilmî ve teknik söz ve kelimelerdir. Milletimiz dilsiz bırakılmıştır. Hattâ, bin yıl boyunca milletimizin kullanmış olduğu yazı ile okumayı yazmayı bilen kişilerin sayısı binde bir bile değildir. Bu büyük ve dehşetli bir cahillik değil midir? Türkiye’nin en büyük eksiği lisan ve kültürdür.
MİMARLIK: Var ve yok. Her yer bina doldu, betonlaştı. Lakin çirkinlik ve zevksizlik hâkimdir bütün bu yapılaşmaya, şehirleşmeye, Güzel olmayan bir binaya iyi bir bina demek mümkün değildir. En süflî işler için bile olsa; meselâ hapishane, soğuk hava, antrepo, gümrük deposu gibi binalarda bile güzel taraflar; göze hoş gelen şekiller, çizgiler, renkler olmalıdır. Çünkü gözler bunları görmektedir. Osmanlı devleti, batışına yakın bir tarihte (1919) hizmete sokmuş olduğu İstanbul Sultanahmet Hapishanesi (Dersaadet Cinayet Tevkifhânesi) binasını bile bir mimarlık şaheseri olarak inşa edebilmiştir. Şimdi beş yıldızlı lüks bir otel olan bu binayı görmenizi tavsiye ederim. Bir de, berbat, çirkin, gudubet, rezalet yeni binalara bakınız.
EDEB VE GÖRGÜ: Göğsünüzü gererek var diyebilir misiniz. Vardır ama ne kadar az ve istinaidir. Kabalık, saygısızlık, hoyratlık, odunluk, görgüsüzlük, nezaketsizlik toplum hayatını sarmıştır. Günde kaç kişiden “Efendim” sözünü işitebilirsiniz? Onun yerini “Ha, aha, oha he…” gibi ünlemler, böğürtüler, homurtular almıştır. Otobüslerde, minibüslerde, tramvaylarda, banliyö tren ve vapurlarında yaşlılara, hanımlara, çocuklulara yer veren gençlerin sayısı ne kadar azdır. Pazarlarda, dükkanlarda, çarşılarda alışveriş yaptıktan sonra “Bereket versin” diyen kaç satıcı kaldı? Satıcının bu sözüne “Bereketini gör” mukabelesinde bulunanların yüzdesi kaçtır. Hele, alıcının bu sözü üzerine “Âmin” diyen satıcı hiç kaldı mı? Kabalık, görgüsüzlük, öküzlük, odunluk, töresizlik ülkeyi istila etti.
MÜRÜVVET: Eski Osmanlı toplumunda mürüvvet yaşanılan, görülen, bilinen bir ahlakî hasletti. Şimdi bu kelimenin mânasını bile bilen kalmadı. Eski evlerin bazılarında kocaman yazılarla “Aman mürevvet” hüsn-i hatları bulunurdu. Yazık ki, şimdi lügatlerde kaldı bu haslet. Uydurukça sade, arı, duru, öztürkçede bu kelimenin karşılığı bile yoktur. 30 Ocak 2000