Çarşamba

 

Bugün postadan İran Tahran’da Arap

(İslâm)

harfleriyle yayınlanan

Varlıq

dergisinin 137’nci sayısı geldi

. (27’nci yıl, Yaz 1384, 124 sayfa).

Derginin çoğu yazıları Azerî Türkçesiyle, birkaç da Farsça makale yeralıyor. Başlığının yanında

“Türkçe-Farsça ferhengî dergi”

açıklaması yer alıyor. Şahlık rejimi zamanında İran’da çoğunluğu teşkil eden anadili Türkçe olanların kültür hürriyeti yoktu, onlara çok ağır baskılar yapılıyordu. Hiç unutmam, sürgün yıllarımda bir gün Frankfurt’ta bir talebe yurdunun asansöründe Azerî Türkçesiyle konuşan birkaç gence rastlamış, selam verip sormuştum:

“Siz Türk müsünüz?” “Hayır, biz İranlıyız”

cevabını vermişlerdi. Şah rejiminin istihbaratının kulağına gider de, başımıza bir belâ gelir diye korkuyorlardı.

İran’daki İslâm inkılabından sonra Türkçe konuşanlara hürriyet verildi. Birkaç yıl önce Tebriz’e gittiğimde yeni basılmış hayli Türkçe kitap gördüm, bazılarını da satın aldım.

Varlık Dergisinin


Türkiye’de en az birkaç yüz adet satılması gerekir. Bizim Türkçülerimiz, İslâmcılarımız başka ülkelerde yayınlanan bu gibi

Türkçe kültür, edebiyat, sanat yayınlarını

niçin merakla, ilgi ile, dikkat ile takip etmezler, sebebini anlayamıyorum.

Maalesef çeşitli imkânsızlıklar dolayısıyla dış dünyada yayınlanan Türkçe gazete ve dergileri takip edemiyorum. Bendenizi bilhassa Arap-İslâm alfabesiyle çıkan gazete ve dergiler alakadar ediyor. Biz Türkler tarih boyunca onbeşe yakın yazı sistemi

(alfabe)

ile dilimizi yazmışızdır. En uzun müddet ve en genel olarak Arap-İslâm yazısını kullanmış bulunuyoruz. Çin’den Adriyatik sahillerine kadar en fazla bu yazı geçerli olmuştur. Osmanlı devletinin bütün arşivleri İslâm yazısıyladır. Dünyanın en zengin ve değerli yazmalarını ihtiva eden (içeren) Süleymaniye kütüphanesindeki eserler bu yazıyladır.

Geçen asırda Çarlık idaresindeki Kırım’ın Bahçesaray şehrinde yayınlanan TERCÜMAN gazetesi, Türk dünyasının heryerinde merak ve alaka ile okunuyordu. Bu gazete de İslâm yazısıyla çıkıyordu.

İslâm dünyasında, Arap yazısını bırakıp Latin-Frenk yazısına ilk defa geçmek isteyenler birtakım Arnavutlar olmuştur.Bu konuda ilmî tedkikat yapmış değilim ama bunların İslâm’dan kopmuş birkaç kişi olduğunu düşünüyorum. O zaman Osmanlı İslâm uleması bu fikre karşı çıkmış ve tenkit etmişti.

Rusya’da 1917 Oktobr kızıl devrimi yapıldıktan bir müddet sonra Türklerin yazıları üzerinde manipülasyonlar yapılmaya başlandı. Bazı Türk “respublikalarında” önce Latin yazısına geçildi, sonra Kril yazısına.

1926’da Azerbaycan’ın Bakü şehrinde uluslararası bir Türkiyat Kongresi toplanmıştı. Bu toplantıda Kazan delegesi

Âlimcan Şeref bey

“Harflerimiz Müdafaası”

başlıklı Rusça bir tebliğ okumuş,

Türk dili için en uygun yazı sisteminin Arap-İslâm harfleri olduğunu söylemiştir.

O bu tezi, İslâmî-dinî bir hassasiyetle ileri sürmemişti. Çünkü ülkede Stalin rejimi vardı. Başta İslâm olmak üzere bütün dinler ile savaşılıyordu.

Âlimcan Şeref, bir ilim adamı, bir dilci olarak konuşmuş ve tezini ilmen isbat etmişti.

Onun bu yazısı Türkçeye çevrilmiş ve 1926’da aynı başlıkla

(Yani “Harflerimizin Müdafaası” başlığıyla)

İstanbul’da bir kitap halinde neşr edilmiştir.

Âlimcan Şeref daha sonra Stalin rejimi tarafından on sene hapse konulmuş, zavallı ilim adamı perişan olmuş, karısı kendisinden ayrılmak zorunda kalmıştır.

Harflerimizin Müdafaası

kitabını bendeniz iki kısım halinde yayınlamış bulunuyorum. Hem orijinal Arap harfli

(Osmanlıca)

metni, hem de

Latin yazısına çevrilmiş

metni.

(Bedir Yayınevi, Tel. 0 212 519 36 18)

Türkiye’de, muasır medeniyet seviyesine kısa zamanda bir füze gibi fırlamak için

Latin yazısını alalım mı, almayalım mı

münakaşaları yapılırken o zamanki ismi

Darülfünun

olan Üniversite’nin profesörlerinden

(o tarihte “müderris” deniliyordu)

Musevî-Yahudi asıllı Avram

(Abraham)

Galanti

bu konuda kaleme alıp yayınladığı makaleleri

“Arabî Harfleri Terakkimize Mâni Değildir”

(Arap harfleri ilerlememize engel değildir)

başlığı ile

1927’de kitaplaştırmıştı

. Bendeniz

bu kitabı da hem Osmanlıca metni, hem de Latin harflerine transkripsiyonu ile bastım

. Başında da, Galanti’nin hayatına ve eserlerine dair geniş bir önsöz bulunmaktadır. (Bedir Yayınevi).

Arap-İslâm alfabesini savunan eserlerden biri de

“Yazımız”


başlığı ile Mısır’da yayınlanmıştır. Bu kitabı da Bedir Yayınevi hem Osmanlıca hem de yeni yazı ile yayınlamış bulunuyor.

Yazımız

kitabında birkaç Japon’un bir ara Japonca’yı latin harfleriyle yazmayı düşündükleri, fakat böyle bir şeyin Japon kültür ve edebiyatında büyük bir kopukluk meydana getireceğini, büyük tahribata yol açacağını anlayınca vaz geçtikleri belirtilmektedir.

Türkiye’de 1928’de İslâm yazısı yasak edilip, Latin yazısı resmen kabul edildiğinde

okur-yazar herkes

“Eski Yazı”

denilen İslâm yazısını biliyordu.

Aradan 77 sene geçti, o eski nesiller öldüler, yeni nesiller şimdi, milletimizin ve devletimizin bin yıl boyunca kullanmış olduğu yazının câhilidir.

1928’de atalarımızın mezar taşları okunuyordu, şimdi okunamıyor; eski yazma ve basma kitaplar okunuyordu, şimdi okunamıyor;

mimarlık anıtlarının kapılarındaki Türkçe kitabeler okunabiliyordu, şimdi okunamıyor.

Ortada gerçekten vahim bir cehalet karanlığı vardır.

Bizde hem yazı değiştirilmiş, hem de lisan üzerinde büyük manipülasyonlar yapılmıştır. Adına

“Türk Dil Devrimi”

denilen hareketin başına, Türkiye’den kaçmış ve ülkeye geri dönmesi yasak olan, Türk pasaportu taşımayan

Agop Martayan

adında bir Ermeni getirilmiş, onun asıl ismi gizlenmiş, ölünceye kadar bu kişi kendisini

“A. Dilaçar”

takma adıyla tanıtmıştır.

A. Dilaçar nâm-ı diğer Agop Martayan’ın himmet ve gayretleri neticesinde bugünkü Türk nesilleri

(kuşakları!)

Ömer Seyfeddin’in hikayelerini bile

orijinal Türkçesiyle okuyup anlayamıyorlar; sadeleştirilmiş, öztürkçeleştirilmiş, arı-duru hale getirilmiş

edisyonlarından okuyorlar

. Aman ne ilerleme ne ilerleme!..

Türkiye’de alfabe devrimi yapıldıktan sonra yurtdışında kalan Türk cemaatleri ve azınlıkları yine Arap-İslâm harfleriyle yazmaya, eğitim yapmaya, gazete dergi kitap çıkartmaya devam ettiler. Şu anda

Irak’ın Kerkük bölgesindeki Türkmenler bu yazıyı kullanmaktadır.

1960’lı yıllara kadar Batı Trakya’da eski yazı ile gazete, dergi yayınlandı. Sebat gazetesinin yarısı Latin, yarısı Arap harfleriyle çıkıyordu. Ayrıca tarafıma posta ile gönderilen

“Peygamber Yolu”

adında küçük bir dergi vardı ki, o da İslâm yazısı ile neşr edilmekteydi.

Komünist rejim gelinceye kadar Bulgaristan Türkleri de Arap-İslâm yazısını kullanmışlardır.

Kıbrıs Türkleri Türkiye’deki inkılap hareketini candan benimsemiş ve desteklemiş hemen yeni yazıya geçmiştir. Şu anda

İran Azerbaycan’ında, Çin hakimiyeti altında bulunan Doğu Türkistan’da Türkçe Arap-İslâm harfleriyle yazılmaktadır.

Çin idaresi bir ara Türklerin yazısını değiştirmeye kalktı, kısa bir denemeden sonra bu işten vaz geçti. Ancak, orada imlâ son derece bozulmuştur.

Profesör Muhammed Hamidullah

«İslâm’a Giriş»

adlı bir nevi

ilmihal

mahiyetindeki eserinin

Fransızca edisyonunda

,

bütün Müslümanların kendi anadillerini Arap-İslâm yazısıyla yazabileceklerini, yazmaları gerektiğini savunmuş ve kısa bir Fransızca metni Arap harfleriyle yazmıştır.

Alman mühtedisi dostlarımdan

Hulusi Ahmed Schmiede

‘yi bir gün

Arap yazısıyla bir metin

yazarken görmüş, göz ucuyla bakmıştım, ne Türkçeye

(Çok iyi Türkçe bilirdi, aksanı bile anlaşılmazdı)

ne de Arapçaya benziyordu. Hangi dille yazıyorsun diye sormuştum,

Almanca

demişti.

Endülüs İslâm devletinin parlak zamanlarında bir ara o devlete komşu bir Hıristiyan kavim Latin harflerini bırakmış, Arap harfleriyle yazmaya başlamıştı.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayınladığı

Türk Ansiklopedisi’nin önsözünde

bununla ilgili bilgi vardır. Her halde o Hıristiyanlar,

“Müslümanların ilimde, fende, medeniyette ileri olmalarının sebebi Arap yazısı olsa gerek…”

diye düşünerek bu değişikliğe gitmişlerdi.

Yazı değişikliği dolayısıyla bizde şimdi vahim bir

kültürel kopukluk

vardır. On milyonlarca okur-yazarımız 1928’den önceki basma ve yazma kitapları, arşiv vesikalarını, atalarının mezar taşlarını, tarihî binalardaki kitabeleri okuyamıyor. Bu bir cehalet değil midir?

Dünyada hangi medenî ve ileri millet ve ülkede böyle bir kültür kopukluğu vardır? Bu kopukluğu tâmir ve telâfi etmek için ne gibi çare ve çözümler düşünebiliriz?

Ciddî olalım, bu yazdıklarımın ilericilikle gericilikle ilgisi yoktur. Mesele bir kültür meselesidir.

Acaba liselerimize Osmanlıca dersi mi konulmalıdır?

Türkiye’de bir kişi veya kurum çıksa da

Arap-İslâm harfleriyle dergi, gazete, kitap çıkartsa

ne olacak? Hakkında dâva mı açılacak, o kişi hapse mi konulacak? Bu konuda

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi

ne diyecektir?

Vaktiyle Osmanlı Rumları Türkçeyi Grek alfbesiyle, yine Osmanlı Ermenileri Türkçeyi Ermeni alfabesiyle yazmışlardı. Bu alfabelerle basılmış nice gazete kitap dergi kütüphanelerde bulunmaktadır.

Şimdi de Türkçeyi Grek, Ermeni, Kril, Habeş, İbranî alfabesi ile yazabilir ve yayın yapabilirsiniz? Lakin Arap-İslâm yazısıyla yayın yapmak resmen yasaktır.

Anayasa’da

devrim kanunlarının kaldırılması teklif bile edilemez

diye yazılıdır. Acaba ne yapmamız gerekiyor? 27 Ekim 2005