Vasıflı İmamlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 02 Şubat 2019
Perşembe
Herhangi bir yerde Müslümanlar ihtiyaç olduğu için (veya olmadığı halde) büyük bir cami binası yaptırıyor. Milyonlarca dolar harcanıyor, çimentoya, demire, mermere, çiniye, kubbenin kurşunlarına, elektrik tesisatına muazzam masraf yapılıyor. Bu cami binası İslâm estetiği ve cami mimarisi ölçülerine göre, güzel ve başarılı mıdır, bu konuyu burada tartışmak istemem. Genellikle başarısız olduğunu biliyoruz.
Nihayet cami bitiyor, Diyanet’e müracaat ediliyor bir imam tayin edilmesi isteniyor.
Bina için büyük masraflar yapılıyor, yıllarca gayret sarf ediliyor, lâkin o caminin mihrabında namaz kıldıracak, minberinde hutbe okuyacak, kürsüsünde va’z u nasihat edecek sarıklı hoca hususunda hiçbir yatırım yapılmıyor.
Cami maddî bir binadan ibaret değildir. Bina, caminin mekânıdır; cami bir kurumdur. Müslümanların günde beş kez toplandığı, içinde halkın müjdelendiği ve uyarıldığı, İslâmî yardımlaşmaya merkez olan bir müessesedir.
Cami binasına üç milyon dolar harcandıysa, o binanın içinde Müslümanlara hizmet verecek vasıflı hocanın yetiştirilmesi için beş milyon dolar harcanması gerekir.
Bizim aklımız arsaya, hafriyata, temel atmaya, demir ve çimento almaya, kubbe ve minare yapmaya, çiniye ve mermere, halıya ve hoparlöre eriyor da, kaliteli din hizmetlisi yetiştirmeye ermiyor.
Halkın büyük kısmı imam deyince “devletin namaz kıldırma memuru” gibi bir şey anlıyor. Ne kadar yanlış bir anlayış!
İmam kesinlikle namaz kıldırma memuru değildir. Bir Müslüman zaten beş vakit namaz kılmakla mükelleftir. O zat imam olsa da, olmasa da namazlarını eda edecektir. İmamın çok başka vazifeleri, hizmetleri, misyonu vardır.
1. Cami civarındaki Müslümanlara rehberlik ve kılavuzluk etmek.
2. Çevresindeki sevinçlere ve acılara katılmak. Gerçek bir imam hastası, cenazesi, sıkıntısı, problemi olan aileleri ziyaret eder, elinden ne kadar geliyorsa yardımcı olmaya çalışır.
3. Gerçek bir imam, bırakınız çevresindeki Müslümanlarla ilgilenmek gayr-i müslim vatandaşlarla da meşgul olup, onlarla diyalog kurar, onlara da hizmet eder.
4. Gücünün yettiği kadar, imkânların elverdiği derecede, emr-i mâruf ve nehyi münker yapar. Bu devirde bir imamın, bu konuda fazla bir şey yapması mümkün değilmiş…Ne kadar mümkünse o kadar yapar.
5. Her Müslümana, kendini kurtaracak derecede ilmihâlini (temel ve zarurî dinî bilgileri; akaid, taharet, ibadetler, muamelât, ahlâk esaslarını) öğretmeye çalışmak.
6. Hiç namaz kılmayanları önce Cumaya çağırmak, sadece Cuma namazı kılanları beş vakit namaza çağırmak, beş vakit namaz kılanları camiye-cemaate çağırmak konusunda ciddi, planlı, programlı, tesirli çalışmalar, propagandalar ve telkinler yapmak. İmam efendi on senedir aynı camide hizmet veriyor, bu müdet içinde cemaatte hiçbir artış olmamış. Vah vah!.. Ben böyle imamı ne yapayım?
7.İmamların bilhassa civardaki gençlikle irtibatlı ve diyaloglu olması gerekir. 1960’lı yıllarda Kırklareli’nde Abdülhamid Hoca ile tanışmıştım, oradaki bir camide imamlık yapıyordu. Ortaokulda, lisede okuyan öğrencilerle doluydu cami. Hoca olarak bu gençliği cezbetmiş, camiye çekmişti.
8. İmam efendi, civarındaki münevver insanlarla da görüşmeli, konuşmalı, merhabalı olmalıdır. Bilhassa o bölgede sanatkâr varsa onlarla mutlaka ilgilenmelidir.
9. İmam efendi çevresindeki fakirleri aramalı, tesbit etmeli ve cemaatiyle işbirliği yaparak, onlara zekât, sadaka (hayır-hasenat parası), erzak, yakacak temin etmelidir. Gerçek ve vazifesini hakkıyla yapan imam, sıkıntıya düşen insanların imdadına koşandır.
10. İmam efendi hem din kültürüne sahip olmalı, hem de genel ve çağdaş kültür konusunda ülke standartlarının en üst seviyesinde bulunmalıdır. Gecekondu, varoş, taşra, kırsal kesim kültürüyle bu devirde din hizmeti yapılamaz.
11. İmam efendi kendisinde istidat varsa, geleneksel İslâm sanatlarından veya zenaatlerinden biriyle meşgul olmalıdır. Hattatlık, müzehhiplik, ebruculuk, tesbihçilik ve takıcılık, sedefkârlık, nahhatlık (tahta oymacılığı) el ile kâğıt yapımı ve daha neler neler. Bunlardan biriyle meşgul olmalı, zaman zaman sergiler açmalı, medya kendisinden bahsetmeli.
İstanbul dünyanın sayılı metropollerindendir. Bu şehir iki büyük devlete başkentlik yapmıştır. Doğu Roma İmparatorluğu’na ve Osmanlı Cihan Devletine. Sanırım İstanbul’da üç bin cami bulunmaktadır. Bunların en az yüz tanesinde Batı üniversitelerinde yüksek tahsil, yahut yüksek lisans, yahut da doktora yapmış olan; en az bir yabancı dili, onunla ilmî araştırma yapacak ve kitap yazabilecek derecede iyi bilen imam bulunması gerekir.
Müslümanlar elli seneden beri keyfiyete önem vermiyor sadece kemmiyet üzerinde duruyorlar. Önemli olan keyfiyet ve vasıftır. Biz Müslümanların, yeterli sayıda, çok vasıflı, çok güçlü, çok üstün, çok başarılı din hizmetlisi yetiştirmemiz gerekir.
Cami imamının kişiliğinde üç unsur vardır: Bilgi boyutu, aksiyon (ahlâk ve karakter) boyutu, estetik boyutu. İmam efendinin bu üç boyutunun da çok gelişmiş olması gerekir.
Merhum Mehmed Zahid Kotku Hazretlerini düşünelim. Fatih taraflarında, mahalle arasında İskender Paşa Camii imamıydı. Türkiye hudutlarının dışına da taşan, büyük bir cemaati vardı. Yüz binlerce insan kendisini sayıyor ve seviyordu. Edirne’den Kars’a, Sinop’tan İskenderun’a kadar öğütleri dinleniyordu. Parayla, dünya malları ve zenginlikleriyle ilgisi yoktu. Maneviyat ve dua ehliydi, nasihat ediyordu. Netameli konulara karışmıyordu, hizmeti büyüktü. Fütuhat sahibiydi. Devlet işlerine, siyasete karışmadığı halde cenazesindeki kalabalıktan ürken ve telâşa düşen 12 Eylül idaresi, Süleymaniye medreselerinin üzerine silahlı polisler koymuştu.
Keşke yeni yapılan cami binaları ucuz, mütevâzı, sade, gösterişsiz, az masraflı yapılar olmuş olsaydı da, Müslümanlar olağanüstü gayret ve çalışmalarla büyük din âlimleri, büyük mutasavvıflar; son derece vasıflı, güçlü, üstün, cazibeli din hizmetlileri yetiştirmiş olsalardı. 06 Şubat 2004