SalıSağcı solcu, ilerici gerici, lâik dinci, şucu bucu… Bırakın bu tekerlemeleri artık. Her memlekette çeşitlilik, çoğulluk vardır. Türkiye’de de bir mozayik tablo vardır. Asıl dert çeşitlilikte değil, vasıfsızlıktadır. Sağcılar, solcular, ilericiler, gerici dedikleriniz, dindarlar, lâikler vasıflı insan, vasıflı vatandaş, vasıflı şucu veya bucu olsalardı memleket bu duruma düşmezdi. Çünkü vasıflı insanlar akıllı olurlar ve kendi ülkelerini batırmazlar, haklarını çiğnetmezler, başkalarının haklarını çiğnemezler, kendi devletlerine zarar vermezler.

İsviçreliler vasıflı aydınlara, vasıflı idarecilere sahip oldukları için dil, din, kimlik, menfaat bakımından onca çeşitliliğe rağmen ülkelerinin birliğini koruyorlar, huzur ve güven içinde yaşıyorlar, yükselip gelişiyorlar.

Aptalca sloganları tekrarlayıp durmayın. İsviçre’nin bazı kantonlarında kadınların hâlâ seçme ve seçilme hakkı yoktur. Bu yüzden o ülke geri midir, medeniyet dışı mıdır, çağın ötesinde midir? Öyleyse niçin onların medenî kanununu tercüme edip aldınız?

Avrupa Birliği’ne girelim mi, girmeyelim diye niçin çekişip tepişiyoruz? İsviçre girdi mi? Girmek istiyor mu? O yüzölçümü ve nüfus itibarıyla küçük olan, fakat fert başına düşen gelir bakımından dünya birincisi bulunan ülke Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’na bile üye değildir.

İsviçre’nin medenî kanununu tercüme etmesini biliyoruz ama ondan asıl almamız gereken dersleri ve ibretleri alamıyoruz.

Slogan, slogan, slogan… Bunların hepsi de boş ve yalan.

Kadın hakları ve hürriyetleri deyip duruyorlar. Peki, üzerinde TC anteti bulunan resmî “vesikalarla” birtakım zavallı, köle, düşmüş kadınlara vücutlarını satma, fuhuş yapma iznini ve hürriyetini, kadın hakları ve ilericilik adına mı veriyorsunuz?

Kadın satışı, fuhuş ticareti ile milyarlarca dolar kazanan madam vefat etti. Bakalım, mensubu bulunduğu kilise ona dinî tören yapacak mı? Vaktiyle Fransa’da Moliére öldüğü vakit, Katolik kilisesi, tiyatrocu olduğu için onun cenazesini dinî törenle kaldırmak istememişti de, Kral 14’üncü Louis’nin baskısıyla bu işi yapmak zorunda kalmıştı. Kendilerini din bağlarından kopmuş, sözde hürleşmiş sananların çoğu “Altın Buzağı” dinine mensuptur. Onların dini imanı paradır.

Vasıfsız Müslümanların içinde de böyleleri var.

Çeşitli baskılarla, zulümlerle, insan hakları ihlâlleriyle Müslümanların cahil veya yarı-cahil (bu daha tehlikelidir) kalmasını sağladılar, Türkiye’nin alternatifini çürüttüler. Manzaraya baksınlar, kına yaksınlar.

Çağdaş, aydın, kültürlü bir prensimiz ABD’de parlak bir üniversite tahsili yapmışmış. Peki yurda döndükten sonra banka soygunu, yolsuzluk, kokuşma işlerine karışmasını nasıl izah edeceğiz? İngilizce öğrenmekle, Amerika’da tahsil yapmakla iş biter mi? Hani ahlâk, hani yüksek karakter, hani vatanseverlik?

Farmasonlar eşitlikten bahsedip duruyor. İçlerinde halk tabakasından tek kimse var mıdır? Bir tek köylü, işçi, küçük esnaf bulunuyor mu localarda? Seçkincidirler. Onların kardeşliği, eşitliği, hürriyeti sadece onbin mason birader içindir.

Fabrikalar batıyor, atölyeler kapanıyor, bizim sendika esnafımız hâlâ zam da zam diye bağırıyor. Zam ne zaman istenir? İşyerleri çalışır, iş sahipleri para kazanır, işçiler de zammı hakkeder.

“Bimar ihtizarda, ücret diler tabib…”

(Hasta can çekişiyor, doktor “vizite ücretim” diyor…)

Hiç kimse kendisine edebsiz, namussuz, vatan hâini, şerefsiz, alçak demez. Böyleleri daha kibar ve örtülü ad ve sıfatlarla gezer toplum içinde. İş adamı, müteahhit, politikacı, medyacı, işletmeci, aydın ve daha bir sürü unvan sahibi olurlar.

Vasıflı insan ahlâklı, faziletli, yüksek karakterlidir. Bunlara sahip olmayan kişi, dünyanın en iyi üniversitesinde başarılı bir doktora tezi vermiş de olsa vasıfsızdır, bir işe yaramaz; kültürü ve uzmanlığı nisbetinde vatana, devlete, millete, insanlığa zarar verir.

Ahlâklı, vasıflı, faziletli insan için para birinci değer değildir. Böyle bir kişi hedonist olmaz. Onun gayesi dünyanın maddî zevk ve hazlarından daha fazla pay almak değildir. O, yemek için yaşamaz, yaşamak için yer.

Balık baştan kokar demişler. Bir ülkenin idarecileri, aydınları, seçkinleri, en fazla okumuş olanları, güçlüleri vasıfsız ise o memleket bin çeşit buhran içinde kıvranır. Ülkemiz son elli yıl içinde elli tane dünya çapında, birinci sınıf, çok vasıflı, hem genel kültür sahibi hem de kendi millî kimliğine sadık, bağlı, millî kültürüne sahip vasıflı adam yetiştirmiş olsaydı bu hallere düşmezdi. Çok yüksek vasıflara sahip bir adam, bir milyon vasıfsıza bedeldir, hattâ onlardan daha fazla ağırlığı ve gücü vardır. Vasıflı adamın ille de iktidarda olması gerekmez. Mandela Güney Afrika zindanlarında tam yirmi sekiz sene kaldı (dile kolay) ve sonra hapisten çıktı ve zenci çoğunluğun kurtulmasına, hürriyet bulmasına, insan haklarına kavuşmasına vesile oldu. Türkiye son elli yıl içinde bir tek Mandela yetiştiremedi.

Nice küçük ülke ve devlet bugüne kadar bir sürü Nobel kazandı ama bizim ülkemiz henüz bu uluslararası ödülü hiçbir ilim, fen, hizmet dalında kazanamadı. Çünkü biz vasıflı âlimler, fen adamları, araştırıcılar, edebiyatçılar yetiştiremiyoruz. Bizden bir Rahibe Tereza bile çıkmıyor.

Bugünkü vasıfsızlığımızda Müslümanların da büyük rolü vardır. Elli senedir (daha öncesine gitmeye lüzum yok) cami helâsı ibriği kafalı herifler islâmî potansiyeli, islâmî alternatifi mahvettiler, bitirdiler. Birtakım hinoğlu hinler de din rantı yiyerek, mukaddesat sömürüsü yaparak dindar kitleyi soydular soğana çevirdiler, milyarlarca dolar devşirdiler. Ateşi olsun onlara bu dev servetler!

Dünya ilme, irfana, sanata, fenne, araştırmaya koşarken bizdeki bir takım zekâ özürlüler cami hoparlörü, cami helâsı, meşruta (imam ve müezzin lojmanı), kurban etleri için soğuk hava deposu, cami kaloriferi, camilere konulacak klimalar; ışıldak, zırıldak ve fırıldaklar, hafız mektepleri ile uğraşıp durdu. Benim şeyhim en büyük, öteki şeyhler en küçük, benim tarikatım en hak, ötekiler berbat… gibi hezeyanlar bile sarfedildi. Sonunda, Müslümanların halini görüyorsunuz. Bir bilgi bankaları, bir stratejik araştırma merkezleri, Eton koleji ayarında bir kolejleri yok. Gazete ve televizyon sahasında ikinci ligte oynuyorlar. Sanat, kültür, edebiyat, mimarlık gibi konularda esamileri okunmuyor. O kadar vasıfsız, güçsüz, âciz hale gelmişler ki, ihlâl edilen medenî ve insanî haklarını bile arayamıyorlar.

Bütün dünya aydınları İngilizce okuyor, anlıyor ve Türkiye Müslümanları, beşeriyet âlemine hallerini anlatmak, şikayetlerini duyurmak için İngilizce doğru dürüst bir broşür bile yayınlayamadı. Türkiye’nin alternatifi olan islâmî potansiyeli yok eden arivistlere, din sömürücülerine lânet olsun! Yazının başındaki fikirle bitireyim: Türkiye’ye vasıf lazım; vasıflı aydınlar, idareciler, seçkinler lazım. 21 Şubat 2001 Çarşamba

22 Şubat 2001