Vatan Sevgisi İmandandır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 03 Mart 2019
Cuma
70’li yılların sonlarındaydı. İslâmî kesimde güçlü ve şiddetli radikal rüzgarlar esiyordu. Ziyaretime gelen Müslüman gençlere, bir sohbet esnasında “Vatan sevgisi imandandır” hadis-i şerifini söylemiştim. Gençlerden biri, “Bu söz hadîs değilmiş, uydurmaymış” demişti. Bir “ağabeye” gitmişler, o öyle söylemiş.
Hubbü’l-vatan mine’l-iman… Bu bir hadîstir. Fethedilmeden önce Mekke’den Medine’ye bir kimse gelmiş. Hazret-i Âişe vatan hasreti ile heyecanlanmış, bunun üzerine söylenmiştir.
Bazı radikal Müslümanlar nedense bu gibi hadîslere allerji duyuyor, bunları mevzu (asılsız, uydurulmuş söz) olarak vasıflandırıyor.
İnsan ve dolayısıyla Müslüman zamanla ve mekânla sınırlı ve kayıtlı bir mahluktur. Vatanı Müslümanın aslî toprağıdır. Onu sevmeye, korumaya, gözetmeye mecburdur. Çünkü üzerinde yaşayacağı bir toprak, bir mekân, bir vatan olmazsa varolmak da mümkün olmaz.
Son otuz yıl içinde Müslümanların kafalarına çok acayip fikirler sokuldu. Vatanını, milletini sevmek İslâm’a niçin aykırı olsun? Milliyetçilik 19’uncu asırda Batı’da çıkmış bir ideolojidir. Bu mânâda Müslüman milliyetçi olamaz. Lakin milletini sever, kavminin iyiliğini ister. Yine ondokuzuncu asırda dinsizler vatanı bir put haline getirmişlerdir. Allah’ı, Peygamber’i, Kur’ân’ı, mukaddesatı ikinci plana atacak veya onlardan büsbütün kopacak ve vatan, millet, bayrak gibi kavramlara tapacak. İslâm elbette böyle bir şeyi kabul etmez.
Dinimiz zekatın öncelikle muhtaç yakınlara, akrabaya, kendi mahallesinde, köyünde, şehrinde bulunan muhtaçlara verilmesini emrediyor. Yakınlar, mahalleliler, civardakiler… Bir Müslüman elbette öncelikle mensubu bulunduğu, içinde yaşadığı milleti, halkı hesaba katacaktır.
Vatan sevgisi imandandır hadîsini inkâr edenlerin maksadı nedir? Bu vatanın çökmesini, yıkılmasını, parçalanmasını mı istiyorlar? Başka milliyetçiliklerin, farklılıkların, azınlıkların hesabına mı çalışıyorlar?
Yine otuz seneden beri İslâmî kesimde bazıları devlet aleyhtarlığı yapıyor. Zerre kadar siyasî kültürü, iz’anı, insafı olan bir aydın bilir ki, devlet ayrı şeydir, rejim (veya düzen, sistem) ayrı şeydir. Devlet aleyhtarlığı yapmak anarşistliktir. Çünkü anarşizmin temel prensibi “Ne Allah, ne devlet” sloganıdır.
Devletin yıkılması kıyamet demektir. Müslüman kesinlikle devlet düşmanlığı yapmaz. Müslümanın şikayeti rejimden, düzenden, sistemdendir.
Siyasî kültürü olmayan birtakım teknokratlar, hiç kültürü olmayan cahiller devlet ile rejimi birbirinden ayırt etmeden devlet yıkıcılığı yaparlarsa , ileride maazallah umumî bir çöküş olur ve kötüler de iyiler de cümbür cemaat enkaz altında helâk olur.
Ben, Türk İslâmlığı, Arap İslâmlığı, Hint-Pakistan İslâmlığı diye birbirinden ayrı Müslümanlıklar olduğunu kabul etmiyorum. İslâm birdir, ancak uygulama, anlama bakımından farklılıklar olabilir. Asr-ı Saadet’ten sonra en iyi ve başarılı İslâmî uygulama Osmanlı’nın İslâmî tatbikatıdır. Son otuz kırk yıl içinde Türkiye’ye İslâm dünyasından birtakım kurtuluş reçeteleri ithal edildi. (1) Arap dünyasındaki aktivist, ideolojik, selefî, tasavvufa karşı, İbn Teymiye’ci, pro-Vehhabî, kavgacı reçeteler. Bunlar hiçbir Arap ülkesinde başarılı olamamıştır. Nerede kaldı ki, Türkiye’de olsunlar. (2) Pakistan’daki Cemaat-i İslâmî reçetesi. Pakistan anayasasında “Devletin dini İslâm’dır, Şeriat’a aykırı kanun çıkartılamaz” diye yazılı olmasına rağmen bu hareket ve reçete orada bile başarılı olamadı. (3) İran reçetesi, İran’daki İslâm itikad, fıkıh, zihniyet, metod bakımından hayli farklıdır. Şiî bir reçetenin Türkiye’de tutması, başarılı olması mümkün değildir.
Türkiye Müslümanları Osmanlı uygulamasına dönük olmalıdır. Osmanlı’nın zihniyetinin esasları şunlardır:
(a) İtikadda ehl-i sünnet ve cemaat dairesi içinde bulunmak.
(b) Uygulamaya ait hükümlerde dört büyük mezhebin fıkhını esas kabul etmek. (Mezhebsizlik ve telfik-i mezahibe izin yoktur.)
(c) Şeriat’a uygun ve bağlı olmak şartıyla tasavvufa ve tarikata önem vermek, bunları meşru bilmek.
Ondokuzuncu asırda yaşamış büyük din âlimi, Mekke Şâfiî Reisüluleması Ahmed Zeynî Dahlan hazretleri, Fütuhat-i İslâmiyye adlı tarihinin Osmanlı devletine ait bölümünde, “Hülefa-i Râşidîn devrinden sonra Kur’ân ve Sünnet’e en uygun devlet Osmanlı devletidir” diye yazmaktadır.
Zamanımızda bazı dinsizler ve kötü niyetliler, “Biz Arap İslâmlığı istemiyoruz, Türk İslâmlığı istiyoruz” diye yaygara kopartıyor. Bunların istediği şey Osmanlı İslâmlığı değil, sûreta Müslümanlıkmış gibi görünen bir hümanizma, bir şamanizmdir. İslâm’ın içki, kumar, faiz, fuhuş, zina yasakları kalkacak, kadınlar tesettür hükmünden muaf tutulacak. Namaz, kişi ölünce musalla taşında kılınacak. Devlet ve dünya dine karışacak, dini sımsıkı kontrol edecek fakat din onlara karışmayacak… Böyle İslâm olur mu?
Osmanlı’da din ve devlet uyum içindedir. Din devlete güç, enerji, üstünlük, vasıf sağlar; devlet de dini korur.
Tarihte Osmanlı devletinin yükseliş ve kemal devri gibi başka bir devir var mıdır? Söğüt ve Domaniç beldelerine sahip küçücük bir aşiret nasıl olmuş da, üç kıt’aya hükmeden bir nizam-ı âlem tesis edebilmiştir?
Küçük bir aşireti dünya hakimi haline getiren İslâm’dır. İlk Osmanlılar muhlis (ihlaslı) mustakiym (doğru), âdil, mürüvvetli Müslümanlar oldukları için kendilerine dünya hükümranlığı verilmiştir.
“Padişahlar saray hamamında cariyeleri kovalıyormuş… Fatih Sultan Mehmed zalimmiş… Kanunî, Hürrem Sultan’a tâbiymiş…” Bu gibi hezeyanları sarfedenlerin Osmanlıyı anlaması mümkün müdür? Onlar, faziletli ve kâmil bir insanı, “Onun vücudunda idrar kesesi var” diyerek kötüleyen beyinsizler gibidir.
Bugün maalesef birtakım Türkiyeliler, asıl ismi Moiz Kohen’i gizleyerek Tekin Alp takma adıyla Türkçülük yapmış olan Yahudinin ideolojisini benimsemiştir. O Yahudi ki, kitaplarından birine “Kahrolsun Şeriat” diye bir bölüm koymuştur. Böyle Türkçülük olur mu?
Yine memleketimizde bazı gayr-i Türk kişiler aşırı, mânasız, marazî bir Türklük düşmanlığı yapmaktadır. Bu da yanlıştır. Burası Türkiye’dir. Burada yaşayan halk çoğunluk itibariyle ya Türktür, yahut Türkleşmiştir. Bu topraklarda kullanılan edebi-yazılı lisan Türkçedir. Burada Türk düşmanlığı yapmak aklı başında bir Müslümana yakışır mı? Evet biz de biliyoruz ki, bir sürü kötülük, haksızlık, zulüm de vardır. Bunlar Kürt milliyetçiliği, Arap veya Pakistan reçeteleriyle değil, Osmanlı metoduyla düzeltilebilir. Osmanlının metodu nedir? Çok maddesi vardır, burada birini zikredeceğim. Bir harp esiri, azad edilmiş bir köle bile, ihtida etmek şartıyla ve ehliyet ve liyakati varsa, devletin başına geçebiliyor, yani veziriazam olabiliyordu. Dünyada, tarihte başka hangi sistemde böyle bir şey vardır? Elli bin kölenin yirmi bin hür Atinalıya hizmet ettiği Atina demokrasisinde mi? Herkes kavmini sevsin, lakin hiç kimse İslâm’ı kavmine, ideolojisine, milletçiliğine âlet etmeye kalkışmasın. 22 Temmuz 2000