Perşembe

 

Türkiye’nin yakın tarihteki iki büyük şairi,

Mehmed Âkif

ile

Tevfik Fikret

ikisi de Sultan Abdülhamid’e muhalif ve düşmandır. Biz Müslümanlar, hem Sultan Abdülhamid’i severiz, hem de Mehmed Âkif’i. Âkif,

Nihal Atsız’ın “Gök Sultan”

diyerek övdüğü, yere göğe koyamadığı o büyük sultan ve halifeye haksızlık etmiş, tenkitlerinde aşırı gitmiştir.

Atatürkçüler, çağdaşlar, Kemalistler hem Mustafa Kemal’i severler, hem de onu devirmek isteyen Nazım Hikmet’i. Her vatandaşın, beğendiği ideolojiye inanması, ona bağlanması hürriyeti vardır. Lakin, devlet veya siyasî rejim hiçbir ideolojiyi empoze edemez, halka

“Bu ideoloji resmî ideolojidir. Bunu din gibi kabul edeceksin, bunun aleyhinde konuşmayacaksın!”

diye baskı yapamaz.

Yirminci asırda dünyada

faşist ve marksist resmî ideolojiler

vardı. Halkın bunlara inanması, bunları kabul etmesi için ağır baskılar yapılıyordu. Portekiz’de Salazarizm, İspanya’da Frankizm, Almanya’da Nazizm, İtalya’da Faşizm ve saire ve saire…

Günümüzde resmî ideoloji modası ve devri bitmiştir. Sovyetler Birliği bile dağılmış, orak-çekiçli bayrak bırakılmış, eski değerlere dönülmüştür. Evet hâlâ resmî ideolojisi olan birkaç devlet vardır ama onların çoğu muz veya ananas cumhuriyetleridir. Bir de, Sovyet boyunduruğundan yeni kurtulmuş bazı Türk ülkelerinde birtakım diktatörlerin putlaştırıldığı sistemler vardır.

Dünyanın hiçbir ciddî ülkesinde resmî ideoloji yoktur.

Tek bir örnek gösterilemez. Resmî ideolojinin yerine

hukukun üstünlüğü prensibi

konulmuştur. Her şeyin üzerinde âdil hukuk vardır, son sözü o söyler.

Resmî ideolojiler gitmiştir ama din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti en birinci değer olarak korunmuştur.

Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi’ne, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne… ve bunlara benzer metinlere bakalım.

Bunların hepsinde din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hakkı ve hürriyeti temel bir

DEĞER

olarak kabul edilmektedir. Değer kelimesini büyük harflerle yazdım, çünkü o gerçekten büyük bir kavram ve terimdir.

Demokrasinin temel şartı, vatandaşların inanç, ibadet, din, dinî teşkilât ve dernek kurmaları hakkının güvence altına alınmış olmasıdır. Hangi ülkede, hangi devlette, hangi rejimde bu hak gayr-i âdil şekilde kısıtlanmışsa orada gerçek demokrasi, gerçek hürriyet yoktur.

Bazıları

çağdaşlık, ilericilik, …..izm

gibi kavramları bu din ve inanç hürriyetinin üstünde görüyorlar. Bana, içinde herhangi resmî bir ideolojiyi değer olarak gösteren bir haklar ve hürriyetler metni gösterebilirler mi? Kesinlikle gösteremezler.

Çağdaşlığı korumak için devlet veya siyasî rejim, vatandaşların ibadet haklarını bile kısıtlayabilirmiş… Bu ne garip, ne medeniyetsizce bir düşünce ve zihniyettir.

Dindarlar yahut dinciler, aşırı Müslümanlar (Sofu Müslümanları mı kasd ediyorlar?) ülke ve devlet için tehdit ve tehlike oluşturuyormuş, hattâ bunlar iç-düşmanmış… Böyle konuşan adamlar deli midir, muvazenesiz (dengesiz) midir?

Vatansever olmanın, iyi vatandaş olmanın elbette şartları vardır:

(1) Vatanını, ülkeni sever ve korursun.

(2) Askerlik hizmetini seve seve yaparsın.

(3) Vergini ödersin.

(4) Vatanının parçalanmasını, bölünmesini istemezsin.

(5) İnanç ve görüşlerini paylaşmadığın vatandaşlarına düşmanlık etmezsin.

(6) Âdil kanunlara itaat edersin…

Bu kadar… Bunun ötesinde şu veya bu ideolojiye din gibi bağlanacaksın diye bir şart ve kayıt olamaz.

Hiçbir vatandaş, tarihî büyüklerin hepsini sevmeye de mecbur değildir.

İpe sapa gelir, ciddî, mantıkî, insaflı olmak şartıyla yakın tarihteki bazı büyükler tenkit edilebilir. Şu veya bu hükümdarın veya cumhurbaşkanının memleketi iyi idare etmediği iddia edilebilir. Yeter ki, hakaret olmasın, âdice ve seviyesizce sövgüler bulunmasın.

Meselâ bendeniz, bir ara

“Millî Şef”

unvanını taşıyan ikinci cumhurbaşkanı İsmet Paşa’yı hiç sevmem. Niçin sevmem? Elbette gerekçelerim vardır. Bu zat ülkeyi faşistçe idare etmiştir. Onun zamanında:

  • Basın hürriyeti yoktu.
  • Din hürriyeti yoktu. Camilerin çoğu kapalıydı. Ezan okumak yasaktı. Vatandaş çocuğuna din dersi verdiremiyordu.
  • Zonguldak kömür madenlerinde mecburî mükellefiyet vardı. Vatandaşlar esir gibi zorla çalıştırılıyordu.
  • Varlık vergisi alınarak büyük zulüm yapılmıştır.
  • Tek parti vardı. Göstermelik seçimler yapılıyordu.

    İsmet Paşa devrindeki yanlışlar, haksızlıklar, zulümler, kötülükler sıralanacak olsa ortaya kocaman bir kitap çıkar. Biraz daha tafsilatlı yazılacak olsa altı bin sayfalık, 10 ciltlik bir külliyat telif etmek gerekir.

    Benim bir Müslüman olarak böyle bir diktatörü sevmem mümkün müdür?

    Şimdi devlet veya siyasî rejim bana

    “İsmet Paşa’yı sevmeye mecbursun…”

    diyebilir mi, bu konuda bana baskı yapabilir mi? Elbette böyle bir şey doğru olmaz.

    Bendeniz devletimi sever ve korurum, lâkin beğenmediğim siyasî rejimlere ve iktidarlara muhalefet ederim.

    Bu ülkede devlet ile resmî ideolojiyi, devlet ile siyasî rejimi veya sistemi özdeşleştiren bir zihniyet vardır.

    Hayır, büyük bir yanılgı içindedirler. Devlet başka şeydir, herhangi bir ideoloji ve sistem başka şeydir. Hiç kimsenin devlet kavram ve kurumunun arkasına sığınarak vatandaşa baskı yapmaya hakkı yoktur.

    Çağdaşlık deyip duruyorlar. Tarifi doğru dürüst yapılmamış bir kavram… Ben Müslüman bir vatandaş olarak bunu da din gibi benimsemeye mecbur değilim. Vatanımı, devletimi, halkımı, millî kimlik ve kültürümü severim, onları koruma ve yüceltmek için çalışırım… Benden bundan başkası istenemez.

    Bu memleket Müslümandır. Halkın ezici çoğunluğu Müslümandır.

    Müslümanların bu vatanda Müslümanca yaşamak hakları vardır.

    Din, inanç ve inandığı gibi yaşamak hak ve hürriyetlerine, adalete ve millî kimliğe aykırı olan bütün zâlimâne kısıtlamalar birer insan hakları ihlâlidir. 17 Kasım 2006