Cumartesi

 

Bendeniz günlük gazete alıp okumam, her gün yazı yazdığım Millî Gazete’yi bir müvezzi (dağıtıcı) kapıma bırakır, ona biraz göz atarım, bir de sabahları internetten birkaç gazetenin başlıklarına bakarım. Bu işi de her gün yapamam.

En çok Fransızca Le Monde gazetesinden yararlanıyorum, o da yüzde yüz bîtaraf değildir.

Mâlum, Fransa’da Yahudilerin ve İslâm düşmanlarının büyük ağırlığı vardır. O ülkede en az beş milyon Müslüman yaşıyor ama ağırlıkları yoktur. Bırakın Le Monde gibi bir günlük gazete çıkartmak, bir lahana yaprağı bile yayınlayamazlar. Kültür meselesi, ağırlık meselesi, vasıflı eleman meselesi…

Pazar günü Yemen’in başşehri Sana’a’dan İstanbul’a gelirken yanımdaki koltukta oturan muhterem dostumuz birkaç gazete okuyordu, onları biraz karıştırdım. Sabah gazetesinin Pazar ekinde şu satırlar yer alıyordu:

Bir polisin genelev anıları: Genelev patroniçesi Matild Manukyan’ın Karaköy’deki genelevinde görev yapan polis memuru H.K. Pazar SABAH’a anlattı:

Gündüz öğretmen veya banka memuru olup akşam genelevde çalışan kadınlar vardı. Manukyan, gece hasılatı toplar çıkardı.

Manukyan’la görüşmeye gelen bürokartlar vardı.

Kimi muhabbete gelirdi kimi de başka ilişkiler için…
“Ermeni asıllısın, ASALA adına para istediler mi?”

diye sordum.

“Ben Türk’üm”

dedi ama bir kere para verdiğini söyledi. Teşkilâtımızda müdürler Manukyan’a

“Hanımefendi”

, memurlar ise

“Ana”

derdi.

Yaşını başını almış bir Türkiyeli olarak rezalete, kepazeliğe, skandala, kokuşmaya, pisliğe alışmış bir kimseyim. Yine de bu satırları okuyunca kan beynime çıktı, cinler başıma üşüştü. Düşünebiliyor musunuz:

  • Gündüz öğretmen veya banka memuru olup gece genelevde çalışan kadınlar varmış.
  • Madam Matild Manokyan’la görüşmeye gelen bürokratlar varmış.
  • Bunların kimi muhabbete gelirmiş,
  • Kimi de “başka ilişkiler” için.
  • Emniyet teşkilâtındaki müdürler, Manokyan’a “Hanımefendi” derlermiş.
  • Emniyetin alt derecedeki memurları ise “Ana” derlermiş.

    Bu bilgileri öğrenince insanın üzüntüden kahrolmaması, öfkeden patlamaması mümkün müdür? Bu Madam Manokyan’a 1990’lı yıllarda vergi rekortmeni ödülü verilmişti. İstanbul Ticaret Odası’nda görkemli bir tören yapılmış, büyük bürokratlar, büyük işadamları hazır bulunmuşlar ve Madam anlı şanlı bir şekilde, pür tantana, pür velvele, pür debdebe şeref beratı kazanmıştı.

    Hangi yıldı tam hatırlamıyorum, başbakan Tansu Çiller

    “Ben o Madamla birlikte bulunmam”

    diyerek törene katılmamıştı. Daha sonraki başbakanlardan biri, böyle bir törene katılmış, aynı çatı altında Madamla birlikte bulunmuştu.

    Madamın edebiyatçılığı da vardı,

    akrostişli bir şiir

    yazmıştır.

    Her mısraın ilk harflerini yan yana koyduğunuz vakit yakın tarihimizin yüce bir şahsiyetinin ismi çıkıyordu.

    Madam vefat edince Ermeni Kilisesi pek ihtişamlı bir cenaze töreni yapmıştı. Biliyorum, bu konudaki düşüncelerimi açıklarken fazla ileri gidersem suçlanacağım. Bu yüzden dikkatle yazıyorum, idare-i kelâm ediyorum.

    Ne günlere kaldık ey Gazi Hünkâr!

    Madam Manokyan gerçekten milliyetçi bir kadındı.

    Romanyalı bir aşüfteyi (sermaye olarak) getirmişler, onu bu haliyle çalıştırmam demiş. Aşüfte Bakırköy Müftülüğü’ne gitmiş, sarıklı cüppeli müftü efendinin huzurunda ihtida etmiş ve sonra

    “işe”

    başlamış. Birkaç gün sonra, herhalde bir anlaşmazlık oldu, Madamın evleri basıldı ve mesele ortaya çıktıydı. Görüyor musunuz Madamı

    “Ben bir Hıristiyanı burada sermaye olarak çalıştırmam, gitsin Müslüman olsun ondan sonra…”

    demiş… Birtakım bürokratların ziyaretine gittiği,

    “müdürlerin” hanımefendi dedikleri, “memurların” anamız dedikleri Manokyan

    düşmüş kadınları nasıl çalıştırıyordu? Oradaki her sermayenin elinde kapı gibi bir

    “vesika”

    vardı. Bu vesikanın üzerinde T.C. anteti, altında bilmem ne müdürlüğü ibaresi yer alıyordu. En altında resmî imzalar, mühürler bulunuyordu. Uygarlık, kadın hakları, kadın haysiyetleri, kadın özgürlükleri öyle kuru lafla olmaz. T.C.’li kâğıtlarla, resmî mühür ve imzalarla olur.

    Yahu ben neler yazıyorum, neler sayıklıyorum?.. Ölmüşüz de haberimiz yok. Dünya tersine dönmüş…

    İkinci Meşrutiyete kadar İslâm kadınlarının resmen fahişelik yapması yasaktı.

    Bu yasağı İttihatçılar, Jön Türkler hürriyetperverler, Batıseverler getirdiler.

    Durup dururken hiçbir “müdür”, genelevler imparatoriçesine hanımefendi demez. Yine böyle bir kadına hiçbir “memur”, ana demez. Madamın genelevinde resmi memurluk yapan zatın

    “başka ilişkiler”

    dediği şey nedir acaba?

    Madam hesabını kitabını bilirmiş… Gece hâsılatı toplar, sonra haneleri kapatırmış. Yahu biz ne kadar ilerlemişiz de haberimiz yok… Gündüz öğretmen veya banka memuresi, gece Madamın evinde sermaye… Hayır, hayır! Temiz insanlara çamur atmıyorum, ben kimsenin muhatabı da değilim. Fazla bilgi isteyenler Sabah gazetesine müracaat etsinler, ben sadece alıntı yaptım, haberin kaynağı orasıdır.

    Madam, yakın tarihimizin renkli simalarındandır. Edebiyatçılığının, akrostişli şiirlerinin yanında başka marifetleri de vardır. Ülkenin en lüks limuzinine sahipti,

    eşi İngiltere kraliçesinde bile bulunmayan bir Rolls Royce otomobili vardı.

    Bu otomobilin deri döşemeleri, dikenli yerlerde otlamamış antilop derisinden yapılmıştı.

    Madamın malı mülkü hesapsızdı. Tarlabaşı caddesi açılırken, yıkılmayacak binaları, yıkılacakmış gibi göstererek çok ucuza, kelepir fiyatlarla satın almıştı. Yıkılacak, yıkılmayacak… Ona bu bilgileri kimler vermişti?.. Ona her yerde hanımefendi, ana diyenler vardı. Madam Manokyan onların sadece hanımefendileri, anaları değil, kraliçeleri, imparatoriçeleri idi.

    Sabah’ın Pazar ekinde çıkan bu haber Türkiye’de bir gök gürültüsü gibi patlamalıydı, yer yerinden oynamalıydı.

    “Eyvah! Bunları da mı işiteceğiz, bu günleri de mi göreceğiz?..”

    feryatları kopartılmalıydı. Hiçbir şey olmadı… Biz bunları kanıksamışız. Biz bir tabakhane-i kübrada dünyanın en pis, en iğrenç kokularına alışmışız. Biz tepkisiz, şifahî bir toplumuz…

    Yakın tarihimize bakınız, bin türlü facia ile doludur, hangi birini sayayım.

    – Şapka kanunundan önce yayınladığı bir kitapçık yüzünden

    idam edilen İskilipli Atıf Efendi…

    – Düzmece Menemen vak’ası bahane edilerek 90 yaşında Erenköy’deki ikâmetgahından Menemen’e sürüklenerek götürülen

    Nakşîbendi Şeyhi Erbillî Esad Efendi’nin hastanede şehit edilmesi…

    – 1960’ta Urfa’da Hazret-i Halil İbrahim makamı civarında

    Bedîüzzaman’ın mezarının açılıp naşının bir semt-i meçhule götürülmesi…

    – Erzincan’da bir İslâm kadınının İstiklâl Mahkemesi kararı ile idamı…

    – Fâcialar, fâcialar, fâcialar…

    Öğretmen veya banka memuresi geceleri Madamın evinde çalışıyormuş… Müdürler, Madama hanımefendi, memurlar ana diyormuş… Bazı bürokratlar Madamın evine muhabbet için veya başka ilişkiler için geliyorlarmış… Ne olmuş yani? Uygar ve özgür bir toplumda böyle şeyler olmaz mı?

    Geri kafalılığı bırak artık!.. 12 Şubat 2006