Veda Hutbesi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 14 Şubat 2019
Çarşamba
Yetmiş küsur üniversitemizin birinden bu yıl mezun olanlar bir mezunlar kitabı bastırmışlar, bunun başına da Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizin Veda Hutbesini koymuşlar ve kıyamet kopmuş. Rektör küplere binmiş, havalara çıkmış, volkan kesilmiş, ateş püskürmüş. Hemen tahkikat açılmış, araştırmalara başlanmış. Hazret-i Muhammed’in Veda Hutbesinin bir mezuniyet kitabında ne işi varmış!..
Türkiye Müslüman bir ülkedir. Bu ülkenin halkının büyük çoğunluğu inanmış, dindar insanlardan müteşekkildir. Hazret-i Muhammed’in Veda Hutbesi evrensel gerçeklerle, bilgeliklerle dolu önemli ve değerli bir metindir. Dindar gençlerin mezuniyet kitabının başına bu hutbeyi koymaları gayet tabiîdir.
Amerika’da, Müslüman öğrenciler bir kitabın başına bu metni koysalardı kimse ses çıkartmazdı.
Medenilik, vatandaşların din, inanç, inandıkları gibi yaşamak hürriyetlerine saygı göstermekle olur.
Üniversite, fakülte binalarında namaz kılanlar için, onların ihtiyacına yetecek mescidler bulunması bir medeniyet ve olgunluk göstergesidir. “Laik bir ülkenin üniversitesinde mescid olamaz” demek ise geriliktir, fanatizmdir, yobazlıktır.
ABD, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda, bütün Batı Avrupa ülkelerinde Müslüman öğrencilere namaz, oruç hususunda kolaylıklar gösterilmektedir.
Medyamızda zaman zaman birtakım yaygaralar kopartılır. İslâmcılar, şu veya bu dinî cemaat mensupları devlet dairelerinde kadrolaşıyormuş. Filancalar emniyete sızıyormuş… Ne utanmazca suçlamalardır bunlar. Sanki Türkiye’ye düşman bir ülkenin vatandaşları, sahte kimliklerle sızıyorlar. Devlet kadrolarına Farmasonlar, Sabataycılar girerse suç değil, dindar Müslümanlar girerse büyük suç, “sızmak” ve gayet vahim bir gelişme… Bu zihniyet, eşitliğin ne olduğunu bilmiyor.
Hanımının başı örtülüymüş, kendisi namaz kılıyormuş, balolara karısını getirmiyormuş, içki içmiyormuş… Birtakım idareciler için böyle suçlamalar yapılıyor. İçki içmek mecburî midir? Karısını baloya getirmek mecburî midir? Ülkemizin çok değerli bir idarecisi, başarılı bir vali olan Recep Yazıcıoğlu kızağa çekildi, merkeze alındı. Niçin? İnançları, fikirleri, görüşleri bazılarının hoşuna gitmediği için. Başarılı bir idareciymiş…. O hususun önemi yok. İlle de hâkim ideolojiyi benimseyecek. Aksi takdirde ağzıyla kuş tutsa kendisinden hoşnud olunmaz.
Son genel seçimlerde Millet Meclisine iki başörtülü hanım seçildi. Merve Kavakçı başını açmak istemediği için bir sürü hakarete mâruz kaldı. Milletvekilliği iptal edildi, vatandaşlıktan atıldı. Diğer hanım Meclis’te başını açtı da ancak bu haliyle kabul gördü, mazbatasını alabildi.
Bir Mason, bir Sabataist, şu veya bu ideolojiye mensup bir kimse milletvekili seçilebilir. Meclis’e girebilir ama başı örtülü dindar bir hanım giremez. Yirmi birinci asırda böyle fanatizmler bize mahsustur. Dindar avukat hanımlar başörtüsüyle adliye binalarına giremiyor. Bu bir haksızlık değil midir?
Hollanda’da, ilkokuldan üniversiteye kadar bütün Müslüman kızlar, aileleri arzu ettiği takdirde başları örtülü olarak okuyabilmektedir de, Türkiye’de yaşayan Müslüman öğrenciler niçin başörtüsüyle okuyamıyorlar? Hollanda gerici de, biz çok mu ilericiyiz?
Rahşan Hanımın ödün vermez, son derece militan bir kimse olduğunu biliyoruz. Nuh der, peygamber demez. Öteki liderleri insafa dâvet ediyorum. Sayın İsmail Cem, sayın Hüsamettin Özkan, sayın Derviş, sayın Bahçeli niçin insaflı düşünmüyor, âdil hareket etmiyor?
Başörtüsü konusundaki baskılar, zorlamalar, haksızlıklar dünya batıncaya kadar sürecek değildir. Elbet bir gün gelecek İslâm dini ile, dindar Müslümanlar ile barışılacaktır. Batıda hangi medenî ve ileri ülke Katolik rahibesi yetiştirilen okul, seminer ve manastırlarda kızların başlarının açık olmasında israr ediyor. Katoliklikte de tesettür vardır. Onların inançlarına, dinî uygulamalarına herkes saygı gösteriyor.
Tesettür İslâm dininin kesin farzlarındandır. Müslümanlar tesettür konusunda propaganda yapmak hakkına sahiptir. Benim elimde maddî imkân olsa, teşkilat olsa, âdil yasaların çizdiği sınırlara saygı göstermek şartıyla tesettür konusunda çok şeyler yaparım.
(1) Paris’in en büyük ve yüksek modaevlerine tesettür modelleri hazırlattırırım.
(2) Tesettürün dinî, kültürel, sanatla ve estetikle ilgili boyutlarını anlatan çok güzel tertiplenmiş broşürler, kitaplar, dergiler yayınlarım.
(3) Türkiye’de başörtülü kız öğrencilere yapılan haksızlıkları anlatmak için çok kaliteli, çok seviyeli İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça broşürler çıkartır, bunları dünyada onbinlerce adrese yollarım.
(4) Tesettür konusunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine mümkün olduğu kadar fazla sayıda vak’a, dosya göndertirim.
Tesettürün bir dinî, şer’î boyutu vardır; bir de sanatla, kültürle, estetikle ilgili boyutu. Dinî boyutu tefsir kitaplarında, hadîs külliyatında, fıkıh kitaplarında ve diğer dinî ve şer’î kaynaklarda yazılıdır. İşin o tarafı, bizim şahsî fikir ve görüş izhar etmemize müsait değildir. Allah, Kur’an, Peygamber, fıkıh ve Şeriat ne diyorsa onu aynen kabul ederiz. Ancak tesettürün kültürel tarafı hususunda müzakerelerde bulunmak, tartışmak, çare ve çözümler aramak, teklifler getirmek gerekmektedir.
İslâmî kesimdeki son tesettür şekilleri, renkleri, üslupları, modelleri gayet yetersizdir. Nâdiren zârif tesettür uygulamaları görülüyor ama istisnalar kuralları bozmaz. Tesettürün şer’î tarafına müdahale etmemek şartıyla, kültür ve sanat açısından Paris modaevlerinden yardım istemek gerektiğine inanıyorum. Nitekim Pakistan Havayolları Paris’in Cardin modaevine hostes kıyafetleri yaptırtmış ve çok başarılı olmuştur. Kırsal kesim, gecekondu, varoş, taşra kültürü, estetik ve sanatıyla tesettür mücadelesini kazanmamıza imkân yoktur. Birtakım kimseler ve firmalar tesettürle iyi para kazanabilirler ama, savaşı kazanamazlar. 05 Eylül 2002