Cuma

 

Türkiye vertical-dikey çözüm yolunu seçmiştir ve her geçen gün parlak olmayan âkıbetine doğru yol almaktadır.

Dikey çözüm ne demektir, daha önce defalarca yazdım, kısaca özetleyeyim: Bozulmuş bir toplumun önünde iki şık vardır. Kendi iradesiyle kendini islah eder, bozukluklarını düzeltir, iyiliği ister, iyiliğe doğru yol alır, bu konuda gereken gayreti gösterirse bu yatay-horizontal yoldur. Bu yolu seçmez, eski kötülüklerinde devam ederse çözüm tepeden, ötelerden, Mutlak İrade’den gelir, ilahî gazab ve azab iner. Bu da dikey, vertical çözümdür.

Türkiye’nin aydınları, idarecileri, seçkinleri bugünkü kötülükler, bozukluklar, azgınlıklar, hırsızlıklar, talan ve soygunlar, hortumlamalar, rüşvetler, haram yemeler, saçı bitmedik yetimlerin haklarına göz dikmeler, bunca ahlâksızlık, rezalet, kepazelik hep böyle sürer mi sanıyorlar?

Efendim, eskiden Osmanlı devleti zamanında da hayli kötülük varmış. Vardı da, o devlet-i ebed-müddet bu yüzden battı! Osmanlı devleti 14’üncü, 15’inci, 16’ncı asırlardaki ahlâkını, faziletini, üstünlüğünü korumuş olsaydı batmazdı.

Bu devlet, bu ülke, bu halk için en büyük felaket ahlâksızlığın, azgınlığın (fuhşiyat), münkeratın (Yasak edilmiş kötü işler), rüşvetin, talanın, isyan ve tuğyanın, evrensel kuralları ve ilkeleri hiçe saymanın görülmemiş boyutlara ulaşmış olmasıdır.

Kötülüklerle, hırsızlıklarla, soygunla, kokuşma ile mücadele etmesi gereken şahıs ve kurumların bir kısmı mücadeleden vaz geçtik, kötüleri koruyor, yakalandıkları takdirde kurtarmaya, aklamaya çalışıyor.

Her ülkede millî vicdan denilen bir güç vardır. Bizde millî vicdan dumura uğramıştır.

Bu memlekette bunca kötülük, fuhşiyat, münkerat ile mücadele etmesi gereken ilk topluluk Müslüman kesimdir. Yüce Kur’ân’da Müslümanlar şöyle târif ediliyor: “Siz insanlar için çıkartılmış öyle hayırlı bir ümmetsiniz ki, emr-i mâruf yapar, münkerden nehy eder, namazı kılarsınız”. Şimdi namaz terk edilmiş, emr-i mâruf ve nehy-i münker farizası tâtil edilmiştir.

Maalesef birtakım radikaller ve İslâmcılar yüce dâvamıza ihanet etmiştir. 1970’li, 80’li yıllarda ucuz bir İslâmcılık edebiyatı yapan, “biz bu ülkeye Asr-ı Saâdet’i geri getireceğiz” diyen, mangalda kül bırakmayan, dinimizi bir ideoloji gibi gören ve gösteren hızlı radikaller şimdi hangi delikteler? Maşaallah çoğu zengin oldu, hepsi semirdi ve şimdi gel keyfim gel, kekâh bir hayat sürüyorlar. Asr-ı Saâdet’i geri getiremediler ama lüks ve şahane meskenlere, lüks yazlıklara, lüks binitlere sahip oldular. İslâm’ın asla kabul etmediği bir dolce vita içindeler.

Peki, yine mangalda kül bırakmayan birtakım Türkçüler ve milliyetçiler vardı. Onlar da bitmez tükenmez bir cart curt edebiyatı yapıyordu. Şu anda o hazretler neyle meşguller? Pisliğe bulaşmamış, haram servet sahibi olmamış, yememiş, yedirmemiş temiz milliyetçi ve Türkçüleri tenzih ederim ama ötekilere lânet okumaktan da asla vaz geçmem.

60’lı yılların sonlarında, 70’lerin başlarında hızlı, radikal, tâvizsiz solcu militanlar vardı. Bir kısmı yolundan dönmedi, ya idam sehpasında can verdi, ya çarpışırken öldürüldü. Peki geriye kalan radikal, hızlı, militan, aşırı solcular ne oldu? Onlar bukalemun gibi renk değiştirdiler, araziye uydular, kapitalizmin ve liberalizmin hizmetine girdiler. Bazılarının şimdi ayda on bin dolar maaş aldığı, çok lüks bir hayat sürdüğü söyleniyor. Kimisi medya ağa ve babalarının hizmetinde, patronlarına ihale, borsa kolaylıkları ve gelirleri sağlamak için çalışıyor.

Atatürkçülük denilince yanardağ gibi patlayan, uygarlık uğrunda canhiraş feryatlar kopartan, “dincilik Cumhuriyet ve devlet için en büyük tehlike ve tehdittir” diye haykıran birtakım adamların tertemiz olduğunu mu sanıyorsunuz?

Velhasıl bu memleketteki bütün kesimler kirlenmiştir. Herkes kirli değildir elbette. Ancak kirlilikle, kirlenmeyle, kirlilerle mücadele etmeyen temizlerin bir kıymeti olamaz.

Hangi kesime, ideolojiye, zihniyete bağlı ve mensup olursa olsun, her vatanseverin ilk vazifesi kokuşmayla, hırsızlıkla, soygunla, devlet ve mahallî idarelerin bütçelerinin hortumlanmasıyla, ihale yolsuzluklarıyla, haram kazançlarla, rüşvetin her türlüsüyle, saçı bitmedik yetimlerin haklarının yenmesiyle mücadele etmektir.

Kendin çalmayacaksın, başkalarına da çaldırmayacaksın. Kural budur.

Karşıtlarımızdan biri çalıp çırpınca kıyamet kopartıyoruz. Bizden biri malı götürünce sesimiz çıkmıyor. Böyle insanlık, böyle vatanseverlik olmaz.

Bu memlekette 150 milyar dolar miktarında kara para olduğu söyleniyor. Bu kara para hep karşıtlarımızın mıdır?

Laik cumhuriyet de olsa, İslâmî bir sistem de olsa, şayet bir ülkede adalet yoksa, emanetler ehline verilmiyorsa, “devlet malı deniz yemeyen domuz” deniliyorsa o memleket batmaya mahkumdur.

Bizim parti iktidara geçsin, geri zekalı oğluma bir devlet memuriyeti verilsin… Bir Müslüman böyle düşünüyorsa, o bozuk bir Müslümandır, faziletsiz bir Müslümandır.

Hangi partiye, hangi ideolojiye mensup olursa olsunlar, birtakım klikler ve çeteler ihalelerden yüzde on komisyon alıyor, bire yaptırılacak işi ikiye veriyor, bir sürü uygunsuz iş yapıyorsa onlar hâin, alçak, şerefsiz, namussuz, rezil kimselerdir.

Eğer halk yığınları seçimlerde faziletli, temiz, doğru, ahlâklı, mürüvvetli kimseleri seçmiyorsa, seçimlerden sonra yapılanlardan dolayı şikâyet edip ağlamaya hiç hakları yoktur. Kendi düşen ağlamaz, kendi seçen şikayet etmez…

Bunca acı tecrübeye, bunca felakete, bunca yıkıma rağmen halk kütleleri hâlâ futbol kulübü tutar gibi parti tutuyor. Böyle bir toplum elbette kurtulmaz, iflah olmaz.

Hiçbir haysiyetli, uyanık, firasetli, cesur, şecaatli toplum bunca pisliğe, rezalete, kokuşmaya, rüşvete, hırsızlığa, haram yiyiciliğine tahammül etmez. 18 Mayıs 2002