Vesâyet Sistemi
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
SalıSamimi ve açık konuşan yüksek tahsilli, orta yaşlı bir vatandaşla sohbet ettim. Şöyle diyordu: “İslâm dini ve dindar çoğunluk rejim için ciddî bir tehlike ve tehdit oluşturmaktadır. Bunu bertaraf etmek için daha on sene çalışmamız gerekir. Sekiz yıllık eğitim ile küçük çocukların beyinlerinin yıkanmasını önleyecek, onları açık fikirli gençler olarak yetiştireceğiz. Bizde İngiltere’deki ve diğer ileri ülkelerdeki gibi din, inanç, inandığı gibi yaşamak hürriyeti olmaz; o ülkelerde din bir tehlike ve tehdit değildir…”
Muhatabım İstanbul Belediyesi’nin sosyal tesislerinde içki satılmamasından dolayı öfke ve üzüntü içindeydi, bunu bir bağnazlık olarak görüyordu. Doğru mu yalan mı bilmiyorum, bir yerde oruç tutmadığı için birini bıçaklamışlarmış, onu da din tehlikesine karşı bir delil olarak ortaya sürdü. Dindar kesimin çok çocuk yapmasını da ağır bir şekilde tenkit etti.
Ülkemizdeki ilerici, çağdaş, sözde terakkiperver kesimin çoğunlukta olduğunu söylemek mümkün değildir. Onlar küçük, fakat güçlü ve kararlı bir azınlıktır. Kendi dünya görüşlerini, ideolojilerini, felesefelerini ülkeye, halka, devlete hâkim kılmak için vesâyet sistemi diyebileceğimiz bir düzen kurmuşlardır. Onlara göre bizde gerçek demokrasi işlemez. Halk aydınlanıncaya, lâiklik konusunda olgunluk kazanıncaya kadar din hürriyeti kısıtlanmalıdır.
Peki bu kafada olan aydınlar, bürokratlar, politikacılar, medyacılar bu ülkeyi güçlü ve mutlu bir hale getirebilmişler midir? Manzara ortadadır ve hiç de iç açıcı değildir. Büyük, genel, korku ve dehşet verici bir çürüme, fesat, bozulma görülmektedir. Politika kirlenmiş, gücünü yitirmiştir. Eğitim ve üniversite kötü durumdadır. İktisat ve finans işleri berbattır. Yüz milyar doların üzerinde iç ve dış borç birikmiştir. Rüşvet, kokuşma, haram yiyicilik korkunç boyutlara varmıştır. Soyulan, dibi delinip içi boşaltılan bankalar bir değil, iki değildir. Sağlıklı işlemesi gereken nice temel müessese çürümüştür.
Hapishanelerin haline bakınız. Siyasî iktidar cezaevlerini kontrol edemiyor. Hukuk sistemi ve kanunlar ülkenin, halkın ihtiyacına cevap vermiyor. Vatandaşın anasını, babasını, kardeşini, eşini, oğlunu öldüren katili devletin affetmeye hakkı var mıdır?
Üretim, ticaret, ziraat her geçen gün biraz daha geriye gidiyor ama vergiler arttırılıp duruyor.
Güney Kore bir kutup, Türkiye onun zıddı kutup. Güney Kore gemi inşaasında dünya birincisi, harika bir otomobil sanayiine sahip, ürettiği elektronik eşyayı, başta ABD olmak üzere bütün ileri ve medenî ülkelere ihraç ediyor. Biz ise bütün sanayi, üretim dallarından geri kalmışız.
Elimize bilgi veren, istatistikler sergileyen kitapları alalım ve Taiwan ile Türkiye’yi mukayese edelim. Yirmi milyon nüfuslu o ada şahikalarda dolaşıyor, biz ise derin vâdilerde çile çekiyor, gerilikler ve başarısızlıklar içinde yüzüyoruz.
Bir ara ilericiler Avrupa Birliği’ne girmemiz gerekir diye yoğun bir propaganda yürütüyorlardı. Şimdi ise niceleri aman girmeyelim diye feryat ediyorlar.
Gazeteleri alıp okuyunuz, televizyon haberlerini ve yorumlarını seyrediniz, hep kötü haberler, fecaatler, rezaletler, insanın içini karartan şeyler öğreneceksiniz.
Türkiye Nobel konusunda bir dünya rekoru kırdı. Yaşar Kemal her sene Nobel edebiyat ödülüne aday gösterilir ve kazanamaz. Londra’daki Rekorlar Kitabı bunu artık yazmalı.
İlerici, lâik, çağdaş, masonik zihniyet Türkiye’yi bir güllük gülistanlık mı yaptı, yoksa tam tersine berbat ve perişan mı etti?
Şimdi ülkemizde iki kesim var: Birincisi statüko, mevcut durum aynen muhafaza edilsin diyor. Tam ve gerçek bir demokrasiyi istemiyor. Rejimin muhafazası için temel ve evrensel insan hakları ihlâlleri yapılmasını mâkul karşılıyor. Devletin, ülkenin, halkın üzerinde bir vesayet gücü bulunmasını gerekli görüyor. İkinci kesim ise köklü değişiklikler istiyor. Batı Avrupa ülkelerindeki gibi hakikî ve samimî bir demokrasi sistemi kurulmasından yanadır. Hukukun her şeyin üzerinde olmasını istiyor.
Statükocular, değişimcilere “Sizin istedikleriniz olursa ülke bölünür” diyorlar.
Peki bu hengâme içinde Müslümanlar ne yapıyor? Aydın, aklı başında, ilim ve irfan sahibi, geniş kültürlü, hikmetli, firasetli, sağduyulu Müslüman aydınlar, düşünürler içinde bulunduğumuz fâsid daireden (kısır döngüden) çıkabilmemiz için ne gibi çareler, çözümler, teklifler üretiyorlar? Bu konuda şimdiye kadar kaç kitap yazmışlardır?
Dehşetli bir günbatımı tablosu seyrediyoruz. Hangi inanca, ideolojiye bağlı olurlarsa olsunlar bütün dürüst, vicdanlı, namuslu, vatansever aydınların ve düşünürlerin bir şeyler yapması gerekir. Toplantılar, görüşmeler yapılmalı; manifestolar, bildiriler, önemli metinler hazırlanıp yayınlanmalıdır.
Tam demokrasi olursa ülke parçalanırmış… Başörtüsü konusunda dindar halka baskı yaparak mı ülke bütünlüğünü koruduklarını sanıyorlar?
Din sömürüsü ile mücadele edeceğiz diye mütedeyyin (dindar) vatandaşları üzmenin, küstürmenin, darıltmanın ne yararı vardır?
İslâm dini mi demokrasi ile bağdaşmaz diyorlar. Bu bir kuru ve boş iddiadır. İslâm dini putlaştırılan, din haline getirilen, kutsallaştırılan bir demokrasiyi elbette kabul etmez ama bir sistem, bir metod olarak onu pekâlâ kabul edebilir. Büyük ve ünlü âmme hukukçusu İmamı Mâverdî’nin Ahkâm-ı Sultaniye adlı eseri tedkik edilirse, İslâm’ın, devlet başkanlığı konusunda genişlik tanıdığı anlaşılır.
Lâik ve dindar aydınların bir araya gelerek bu gibi konuları tartışmaları gerekir. Diretmekle, dediğim dedik zihniyetiyle, zorlama ile kalıcı ve sağlıklı bir sistem kurulamaz. Millî ve toplumsal bir anlaşma, barış, uzlaşma en büyük ihtiyacımızdır.
Türkiye Müslümanları kendi vatanlarında güvenlik içinde yaşamak istiyor. Can ve mal güvenliği… Din ve inanç güvenliği… Kimliğini korumak güvenliği ve hürriyeti…
Dindar vatandaşları sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci, parya gibi görerek; onları devamlı şekilde baskı altında tutarak demokrasiye hizmet edilmez. Anlaşmak, uzlaşmak, barışmak gerekir.
Adaletsiz bir demokrasi demokrasi olmaz. Adaletin olmadığı bir yerde hürriyet boş bir kavramdan ibarettir.
Vaktiyle büyük şehirlerimizden birinin başında pek lâik, pek ilerici, pek cerbezeli bir mahallî idare büyüğü vardı. Bu zat tarihte eşine az rastlanır bir talan yaptı, milyarlarca dolarlık bir servet edindi. Bu kişiden kim hesap soracak? Onun hesabı Rûz-ı Ceza’da Mahkeme-i Kübra’ya mı kalacak?
Başka iri ve ünlü bir adam da banka boşaltarak bir milyar dolar götürmüş, hortumlamıştır. Hakkında tutuklama kararı var ama o şimdi yurt dışında. Bu ülkenin, bu milletin milyarlarca dolarını ondan hangi güç geri alacaktır?
Bakan protesto ettiği için onbeş yaşındaki zavallı bir kızcağızı kırk küsur gün zindana atmak kolay da, benim yukarıda anlattığım yolsuzluklarla uğraşmak zor değil mi?
Allah hepimize akıl, fikir, vicdan, insaf, iz’an, itidal, sabır, azim nasip etsin. 20 Aralık 2000