Viran Şehir İstanbul
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 01 Ocak 2019
Cumartesi
Beyoğlu Tarlabaşı caddesinde
binası vardır. Oradaki sokaklardan aşağıya Dolapdere’deki Yeni Mahalleye yürüyerek ininiz. Sefaleti, viranlığı, rezaleti, bakımsızlığı görünüz,
Birkaç ayda bir gittiğim eskicinin/antikacının karşısında bir lokanta var. Üç dört ay önceki fiyatlar şöyleydi:
Fiyatları vitrine yazmışlar. Eskiciye son gittiğimde baktım, birazcık zam yapmışlar…
Buraları şehrin göbeği sayılır.
Onlar gittiler, güneydoğudan gelen göçmenler yerleşti. Gelir seviyeleri son derece düşük olduğu için binalara bakamadılar. Bu bölgede güvenlik de pek yokmuş.
Paris’in göbeğinde böyle harap, viran, dökük mahalleler olabilir mi? Eski binalar restore edilir, ne gerekiyorsa yapılır ve oralara medeniyet, ümran, temizlik, estetik getirilir. Sur içinde de böyle yerler var. Zeyrek’e gidiniz ve döküklüğü saçıklığı görünüz. Haliç sahilleri sanki savaştan çıkmış gibi. Balat’ta, Fener’de bazı binalar restore edilmiş, yenilenmiş ama bütüne nisbetle bunlar devede kulak…
Geçenlerde Mevlânâkapısı’na gidecektik. Surlara paralel sokaklardan geçtik. Viraneler, gecekondular, çirkin çirkin depolar, eciş bücüş binalar… Rezalet rezalet rezalet… Sonra nutuklar…
İstanbul dünyanın en güzel şehri idi… Zamanımızda hıyanete uğradı, berbat edildi, çirkinleştirildi.
Eminönü’nden Eyüp Sultan’a doğru otomobille yola çıkınız. Süleymaniye’nin alt tarafı felaket. (Kısa zamanda İslah edilecekmiş…) Unkapanı’ndan geçiniz. Eski Cibali tütün fabrikası Kadir Has Üniversitesi oldu, güzel ve bakımlı bir bina.,. Ondan sonra şehircilik faciaları başlıyor. Yol kenarında viran binalar. Tek tük restore edilmiş birkaç iyi ve güzel yapı var. Ayvansaray’a kadar döküklük meşheri. Ayvansaray’da kaçak bir binayı yıkmışlar, enkazı uzun zamandan beri yol kenarında duruyor. Kim kaldıracak?
İç taraflara gidin, oraları dökük saçık… Yakın tarihimizde toplumun iki ana sütununu yıktılar. Biri yazılı ve edebî lisan, ötekisi mimarlık…
Üstad Profesör
Balat’ta bir ev almış, oraya taşınmış. Zenginlerimizin bu mahallelerde eski binalar satın almaları, restore ettirmeleri gerekir. Ama kimse yapmıyor… Zaten fiyatlar da son derece artmış. İşin içine
girmiş. Ehl-i Salib İstanbul’a
bir çıkartma yapıyor.
Bizim aydınlarımız, seçkinlerimiz, yüksek tabakamız, medya kodamanlarımız böyle yerlere gitmezler ve gezmezler. Onlar lüks otellere, lüks restoranlara, lüks eğlence mekanlarına giderler. İstanbul’un tarihî bölgesindeki bütün çirkinlikleri, viraneleri, ecüş bücüşlüğü gösteren ve dile getiren 250 sayfalık İngilizce-Türkçe bir albüm/kitap yayınlamalı ve bu şehircilik ve medeniyet faciasını dünyanın gözleri önüne sermeli.
Efendim imkânımız yok falan filan… Haydi oradan!.. Almanya ikinci dünya savaşında yerle bir oldu ve kısa zamanda her şehri adeta yeniden inşa etti. Biz harbe marbe girmedik ve harabeleri hâlâ mamure haline getiremedik.
Çemberlitaş uzun yıllardan beri çok çirkin madenî bir iskele içinde… Bir çivi bile çakılmıyor. En ufak bir faaliyet yok. Restorasyon mu tamirat mı her neyse ne zaman bitirilip de iskele sökülecek?.. Niçin, şehrimizin sembollerinden olan bu eser yıllardan beri unutulmuşluğa terk edilmiştir? Bu ihmalin ve terkin sebebi nedir?
Geçenlerde
konusunda bir yazı kaleme almıştım. Bu konuyla ilgili metnini aşağıda okuyacağınız mesaj geldi.
‘de, kayıd numarası
olan
(Lozan Konferansi Esnasındaki Mahrem Görüşmeler) adlı bir klasör bulunduğunu,
nde araştırmacı olarak çalışan
“Şerîf Hüseyin bin Alî’nin Halîfe Olma Gayretleri: Çok İstedi Ama Olmadı…” başlıklı maqalesinde zikrediyor ve bu klasörden iktibasda bulunuyor (Joshua Teitelbaum, “Şerîf Hüseyin bin ‘Alî’nin Halîfe Olma Gayretleri: Çok İstedi Ama Olmadı…”, trc. Yusuf Hanîf, Tarih ve Düşünce Sayı: 54 1425 /Kasım 2004, 54.S./19. haşiye)
Yakın tarihimizin sırları ile ilgili maalesef sistematik araştırma yapmıyoruz. Bu iş öncelikle üniversitelerimizin vazifesidir. YÖK onları YOK etmiş vaziyette… Müslüman kesimin ilmî araştırma merkezleri (varsa…) onlar da bu konuda dişe dokunur çalışmalar yapmıyor.
Osmanlı imparatorluğunun batışı ve millî mücadele ile ilgili bilgileri ve belgeleri bir araya getiren bir bilgi bankamız yok. 1960’lı yıllarda
araştırma yaparken
tesadüfen (veya tevafuken) buldu.
İngiliz devlet arşivindeki Hilafetle ilgili belgelerin
bitti, fakat bunlar araştırıcılara hâlâ gösterilmiyor. Çünkü Türkiye hükûmeti İngiltere’ye müracaat ederek dosyaların bir müddet daha gizli tutulmasını istedi ve İngiltere bu isteği kabul etti.
Yakın tarihimizi bilmiyoruz… Öğrenmek de istemiyoruz,.. Birinci cihan harbinden sonra Yunanistan Türkiye’ye saldırdı, İzmir’i, Ege bölgesini işgal etti, aramızda hayli çarpışma oldu, kanlar döküldü, canlar yandı, ülkemiz harap oldu. 1922’de Yunan kuvvetleri denize döküldükten sonra o ülkede Türkiye, Ankara hükûmeti, Mustafa Kemal, İngiliz siyaseti hakkında bir kısmı ciddî, bir kısmı değersiz binlerce kitap, makale, hatıra yazıldı. Türkiye’den bir araştırıcı çıkıp da bunları incelemedi, fihristini yapmadı.
bizim millî mücadelemiz ile ilgili binlerce önemli belge var. Bazıları 50, bazıları 75 yıl geçtikten sonra bu belgelerin gizlilikleri kalkmış ve araştırıcılara açılmıştır. Lakin bizde ne Atatürkçüler, ne de Atatürkçü olmayanlar bu konu ile ilgilenmiyor. Tarihini bilmeyen bir toplum halini anlayamaz, geleceğini de kestiremez. 26 Ağustos 2007