Cuma

 

Türkiye’deki düzenin ve resmî ideolojinin en yaman savunucularından

Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş

ile yapılan mülakatı

Yeni Çizgi

dergisinde okudum. Mülakat geleceğe dair karamsar kehanetlerle doludur. Vural, bazıları doğru, bazıları çok yanlış hükümler vermektedir.

Türkiye’de önümüzdeki üç ay içinde bir darbe olabileceğini söylemektedir.

Aşağıda bu yazıdan bazı cümleler ve hükümler okuyacaksınız. Bunların bir kısmı hakkında cevaplarımı ve görüşlerimi de ekleyeceğim. Bazılarının cevaplarını başka bir yazımda vereceğim. Vural Savaş ne diyor?

(1)

“Sözde profesörler ve medya halkımızı doğru düşünemez hale getirdi…”

Doğru bir hüküm… Ancak bu yeni bir şey değildir.

Türkiye halkının beyni 70-80 seneden beri yıkanmaktadır.

(2)

“Dış güçler Türkiye’yi, tarikatları ve medyayı kullanarak seçimleri yönlendirdiler…”


(3)

“Bir partiyi emperyalist devletlerin büyükelçileri destekliyorsa, bir takım Siyonist kuruluşlar destekliyorsa beyinler yıkanmış demektir.”

(4)

“Geçen seçimlerde bütün bu güçler AKP’yi destekledi. Soros dahil, Türkiye gibi ülkeleri yönlendirmeye çalışan birtakım kişiler, bölücülüğe hizmet etmeyecek hiçbir kişiyi desteklemezler.”

(5)

(Emperyalist dış güçleri kasd ederek)

“Önce ekonomiyi çökertiyorlar. Arkasından da kendilerinin emellerine hizmet edeceklerine inandıkları kişileri iş başına getiriyorlar.”

(6)

“Bizde Nurcular, Naşkibendiler, Fethullahçılar ABD ne isterse yaparlar.”

Bu genelleme son derece yanlıştır, esassızdır. Bütün Nurcuları, Nakşibendileri aynı kefeye koymak realiteyi görmezlikten gelmektir. Nurculuğun temel prensiplerinden biri

“Euzü billahi mineşşeytan vessiyase”

dir, yani

“Şeytan’dan ve siyasetten Allah’a sığınırım”

ilkesidir. Gerçek Nurcular hiçbir zaman din ile siyaseti birbirine karıştırmaz. Demirel’i neredeyse Mehdi ilan edenler Nurculuğun tamamını temsil etmezler, onlar küçük ve marjinal bir fraksiyondur. Nakşibendilere gelince, onlar da günlük âdi politikaya karışmazlar, kutsal olan dini, süflî siyasetin üzerinde tutarlar. Bir kısım Fethullahçılar maalesef

Amerikalı agresif misyonerlerle işbirliği yapmakta

,

Dinlerarası Diyalog ve Hoşgörü bayrağını dalgalandırmaktadır.

(7)

“Bizdeki bütün siyasal İslâmcılar ulusal bütünlüğe sahip bir Türkiye’yi istemedi.”

Bu iddia son derece haksızdır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile başlayan

Millî Kurtuluş Hareketi

tamamen islâmî bir cihad hareketidir. Bu konuda en uzman kişi olan tarihçi

Prof. Mete Tunçay

‘a sorunuz,

bunu belgelerle isbat edecektir. İlk Büyük Millet Meclisi hükümeti o kadar dindar, o kadar dinci idi ki,

altında Mustafa Kemal’in imzası bulunan bir “Men’i Müskirat Kanunu”

(Alkollü İçkileri Yasaklama Kanunu)

çıkartmıştır. O Meclis’in hükümetindeki

Şer’iye Vekaleti

(Şeriat Bakanlığı) İ

stanbul’da açılıp saçılan ve balolara giden Müslüman kadınları şiddetli bir şekilde tenkit eden ve

İstanbul geri alındığında sizlerden hesap soracağız

diyen tehditkâr bir bildiri yayınlamıştır. Birtakım

Selanik Dönmeleri

Amerikan mandası isterken

nice sarıklı Şeriat âlimi ve Tarikat şeyhi millî mücadeleyi destekledi.

Meclis’te 70 kadar sarıklı milletvekili vardı. O günden bu güne Müslüman çoğunluk ülke bütünlüğüne sahip çıkmıştır.

Hiçbir Müslüman, Türkiye’nin bölünmesini, parçalanmasını istemez.

Ancak Türkiye’yi korumak başka şeydir, mevcut sistem veya düzeni, mevcut resmî ideolojiyi desteklemek başka şeydir.

(8) “Erdoğan geçen sene 100’üncü yılını kutlamış bir Siyonist teşekkülden ödül aldı. Bu örgüt, Malatya’ya kadar olan Arz-ı Mev’ud sınırlarındaki Büyük İsrail devletini istemekte. Bu örgüt Erdoğan’dan başka 10 kişiye ödül vermiş. Bu kişilerin 9’u İsrail cumhurbaşkanı. İlk defa Musevi olmayan biri bu cesaret ödülünü aldı.”

(9) “…..Suriye ve İran’a yapılacak saldırılarda AKP’nin kendilerini desteklemediği an, onu üç ay bile iktidarda bırakmazlar. Askerî müdahale dahil, ben her şeyi beklerim….. Dış ülkelerle işbirliği yaptıkları sürece iktidarda kalacaklarını biliyorlar.”

(10)

“AB’ye giriş macerası Türkiye cumhuriyetinin sonunu getirecektir.”

(11)

(Askerî darbe olursa sorusunu cevaplarken)

“Askeri müdahalelerden sonra da iyi şeyler olmaz. Askerler Dünya Bankası’ndan birini getirirler. ABD’nin istediği adamı başbakan yaparlar. Zaten iyi niyetleri nedeniyle başarılı olamazlar.”

(12)

“Bütün siyasal İslâmcılar PKK’nın silah arkadaşlarıdır.”

Ne kadar insafsız ve yersiz bir karalama… Radikal gazetesinde

Neşe Düzel, gazeteci Avni Özgürel’le bir röportaj yapmıştı.

Bunda PKK’yı elaltından birtakım güçlerin ve çetelerin desteklediği iddia ediliyordu.

PKK savaşı, birtakımlarına yüz milyarlarca dolarlık rantlar kazandırmıştır.

PKK savaşının gölgesinde

uyuşturucu

helikopterle taşınmıştır. Bir ara PKK’nın askerlerimize sıktığı mermiler Makina Kimya Endüstrisi malı idi.

(13)

“İran’a yapılabilecek bir harekatta destek sözü verilmiştir. Bunda Türk Silâhlı Kuvvetleri mahzur görmemiştir.”

(14)

“Hangi ülkede siyasal islâmcılar varsa, en çok yolsuzluk o ülkededir.”

(15)

“Kabahat dinimizde değil, dini siyasete alet eden kişilerdedir.”

(16)

“Kabinenin dörtte üçü Nakşibendi tarikatıdır.”

(17)

“Atatürkçüler, Alevî vatandaşlar, örtünmeyenler zenci muamelesi görüyor.”

Vural Savaş

ne acayip lâflar etmiş. Biz dindar Müslümanlar da

“Başları örtülü Müslüman kadın ve kızlar, sakallı erkekler sömürge yerlisi, ikinci sınıf vatandaş, zenci ve parya muamelesi görüyor”

diyoruz… Alevi vatandaşlarımız içinde de örtünen hanımlar var. Onbinlerce dindar Müslüman kız başları kapalı diye okullara, üniversitelere sokulmuyor. Sonra Vural Savaş kalkmış, Atatürkçüler, örtünmeyenler zenci muamelesi görüyor diyor.

Tam tersine…

(18)

“Binlerce, on binlerce okul müdüründen tekinde Alevî öğretmen olmuş mudur?”

Biz ise bazı önemli kuruluşlarda ve kurumlarda

Alevî kadrolaşması

olduğunu duyuyoruz… Bir hukukçu ve okur-yazar olarak Vural Savaş’ın düştüğü en büyük hata,

devletle sistem, devletle resmî ideoloji arasındaki farkı idrak edememesidir.

Devlet başka şeydir, sistem veya düzen başka şey.

Bunlar, kavram olarak birbirinden ayrılmazsa, ayrı olarak mütalaa edilmezse ortaya bir

kavramlar kargaşası

çıkar. Vural Savaş,

devletle sistemi, devletle resmî ideolojiyi özdeş hale getiriyor.

Türkiye’yi bugün içinde bulunduğumuz dehşetli krize sokan işte budur.

Devleti yaşatmak, ayakta tutmak, güçlendirmek için, onu resmî ideoloji yükünden kurtarmak gerekir.

Dünyanın her yerinde

hukukun üstünlüğünü

kabul etmiş, insan haklarına saygılı ve bağlı

(Sadece saygılı olmak yetişmez, aynı zamanda, bağlı olacak),

demokrasiyi uygulayan, hukukun üstünlüğü prensibini en üstün ilke olarak gören ve kabul eden devletlerde

birtakım sistem ve düzen değişiklikleri yapılmaktadır.

Bizdeki

statükocular

,

fanatik Birinci Cumhuriyetçiler resmî ideolojiyi koruyalım derken Cumhuriyeti sarsıyorlar, devleti kendini yenileyemez hale getiriyorlar.

Devleti ve Cumhuriyeti yaşatmak için resmî ideolojiyi feda etmek gerekiyorsa elbette feda edilmelidir. Hayır ikisi birdir, ikisi özdeştir, batacaklarsa birlikte batsınlar demek ne kadar yanlıştır. Böyle bir inat vatanseverlikle, Türkiye sevgisi ile bağdaşır mı?

1923’ten beri devlet ve Cumhuriyet yerinde kalmış, lakin bir sürü rejim değişikliği olmuştur. Cumhuriyet kurulduğunda islâmî bir idare vardı. Kabinede

Şer’iye Vekaleti

(Şeriat Bakanlığı)

bulunuyordu.

Hafta tatili cuma günüydü.

Anayasanın ikinci maddesinde

“Devletin dini İslâm’dır”

yazılı idi.

Lâiklik maddesi, anayasaya, Atatürk çok hasta iken ve devlet işleri ile uğraşamazken 1937’de konulmuştur.

1945’te çok partili rejime geçildi. Kaç kere anayasa değişikliği yapıldı. Bütün bu değişiklikler devlet ve cumhuriyet değişikliği değil,

sistem, rejim, düzen değişikliğidir.

İşte Birinci Cumhuriyetçiler bunları anlamıyorlar veya anlamazlıktan geliyorlar. Devlet ve Cumhuriyet korunsun, düzende Türkiye’nin bütünlüğüne zarar verilmemek şartıyla bütün gereken islahat, yenilikler, değişiklikler, iyileştirmeler yapılsın. Aksi takdirde bugünkü miadını doldurmuş sistem ve ideoloji Türkiye’nin canına okuyacaktır.

Vural Savaş türban türban diye feryad ediyor.

Biz Müslümanlar da aynı şekilde feryat ediyoruz.

Siyasal simge de olsa

(kaldı ki, değildir)

türbanı yasaklamak, hukuka, evrensel insan haklarına, din ve vicdan hürriyetine aykırıdır.

Dünyanın bütün medenî ülkelerinde okullarda ve üniversitelerde türban serbesttir. Sadece Fransa’da resmî okullarda yasaklanmıştır. Orada Müslümanların

“İslâm Koleji”

açmaları serbesttir.

Türkiye’deki yasak demokratik değildir, faşist bir yasaktır.

Kadınların eteklik veya pantolon, tayyör veya tünik giymelerine karışılmadığı gibi başlarını örtmelerine de karışılmamalıdır.

Demokratik bir sistemde resmî ideoloji olmaz.

Resmî ideoloji ve derin devlet faşist sistemlere mahsustur.

Bizdeki resmî ideoloji özelleştirilmelidir.

İsteyen inansın, isteyen inanmasın. İnanmayanlara baskı yapılmasın. Vural Savaş’ın sözlerinde çok doğru olanlar da var, son derece yanlış olanlar da… 29 Ekim 2005