Önümüzdeki sonbaharda, atlattığımız Gezi fırtınasından daha vahim, daha korkunç, daha yıkıcı fitneler olacaktır diyor; uyanık olmaya, tedbir almaya davet ediyorum. Bu uyarılarım konusunda iki şık vardır; Ya kuruntulara kapılmışım, çok abartıyorum. Tehlike yoktur… Yahut sezgilerim ve endişelerim doğrudur, ufukta korkunç dehşetli bir tayfun vardır, üzerimize doğru gelmektedir.

Ne yapmamız gerekir? İkinci şıkka göre uyanık, hazırlıklı, tedbirli olmamız…

Abartma!.. Halkı tedirgin etme!.. Huzurumuz ve rahatımızı bozma!.. Bu kadar karamsar olma!..

Böyle sözlerle tayfunlara ve kasırgalara karşı tedbir alınmaz. Farz edin 1960’ın martında, nisanındayız. Ufuklara bakıyorsunuz, kara bulutlar, şimşekler çakıyor… Kulağınızı yere dayıyorsunuz; darbe zelzelelerinin ilk sarsıntıları, derinden homurtular geliyor…

Adnan Menderes iktidarını uyarabilmiş, tedbir almasını sağlayabilmiş olsaydınız; belki de o uğursuz, meymenetsiz, şerli 27 Mayıs darbesini önleyebilmiş olurdunuz. Birkaç kere yazdım tekrarlıyorum:

Madalyonun bir yüzü: İşe yarar etkili tedbirler alınırsa her darbe başarısızlığa uğratılabilir.

Madalyonun öbür yüzü: Mükemmel şekilde hazırlanan darbeler iktidar tedbir almazsa ve gaflet içindeyse başarılı olur.

27 Mayıs’tan bu yana 63 sene geçmiş bulunuyor. Rahmetli ne gibi hatalar yapmıştı? Artık bunların açık ve seçik bir listesini yapmak lazımdır.

Birincisi: Halk beni seçti, halk beni seviyor gafletine düşmüştür.

İkincisi: Sokak nümayişlerini, kargaşayı görüyordu ama bunların ardında bir darbe hazırlığı olduğunu sezememişti.

Üçüncüsü: İstihbaratı son derece zayıftı.

Dördüncüsü: İsteseydi ordudaki darbecileri darmadağın edebilirdi. Beşincisi: 27 Mayıs arifesinde merhum Sinan Omur’un haftada iki kez yayınlanan Hür Adam gazetesi vardı. Merhum Cevat Rıfat Atilhan makaleler yazıyor, işlerin darbeye doğru gittiğini ihsas ediyordu ama kimse onu dinlememişti.

Altıncısı: Adnan Menderes’in etrafını sarmış olan besleme basın, yağcılar, yalakalar, dalkavuklar aman efendim, zaman efendim, halk sizi çılgınlar gibi seviyor, destekliyor kimse size bir şey yapamaz, ah efendim vah efendim deyip duruyorlardı.

O zamanın Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun da gaflet içindeydi. Ordunun içinde sağlam bir istihbarat şebekesine sahip değildi. İhtilalden sonra o da tutuklandı. Yassıada’ya atıldı ve maalesef, şerefsiz bir astı tarafından tokatlandı.

Başarılı olan darbelerin hiç şakası yoktur. Hiç merhameti yoktur. Darbeciden merhamet beklemek kobra yılanından, büyük sahra akrebinden, canavar köpek balığından merhamet beklemek kadar beyinsizlik olur.

(İkinci yazı) Cevherli, değerli, istidatlı bir gence

Bir gence mektup:

Harcanıyorsun… Seni sevenlerin bir kısmı bile seni fena şekilde harcıyor. Nasıl mı harcanıyorsun?

(1) Annen baban, oğlumuz parlak bir yüksek tahsil yapsın, üniversiteyi bitirince iyi bir iş bulsun, çok para kazansın, lüks ve konforlu bir hayat sürsün duasını ederken seni harcıyorlar. Peki, ne demeleri lazım: Oğlumuz iyi ve olgun bir Müslüman, hayırlı bir insan, iyi ve doğru vatandaş olsun, demeleri gerekir.

(2) Plansız, programsız kendi kafandan, kendi kaprislerine göre yol alıyorsun. Sana o kadar söylendi, şu Osmanlıcayı bile öğrenemedin gitti. 1928’den önce yayınlanmış Türkçe romanları okuyamayan Türkiyeli bir Müslümana iyi yetişmiş, kültürlü, bilgili bir Müslüman demek mümkün müdür?

(3) Oruçluyken denize girilir mi diye sormuşsun. Yahu senin gibi inançlı ve dindar bir gencin çıplaklar arasında denize girmesi doğru olur mu? Su yutmazsan orucun bozulmaz, anladık ama göz zinası yapmak ne olacak?

(4) Boynunda bir bi’at ve itaat bağı yok. Keyfince yaşıyorsun, canının istediğini yapıyorsun. Bu gidişle doktor, mühendis, hukukçu, işletmeci olabilirsin ama olgun Müslüman olman imkânsız denecek derecede zordur. Niçin sana rehberlik edecek, kâmil bir zat aramıyorsun? (Kâmil mürşid diye gayr-i kâmil bir mürşid bozuntusuna takılırsan, belanı bulursun. O da ayrı bir tehlike.

(5) Son aldığın ayakkabıyı gördüm. Bu lüks, pahalı, gösterişli ayakkabı ile olgunluk yollarında yürüyemezsin. Sana ciddi bir tavsiyem var. Bunu fakir bir arkadaşına hediye et, kendine orta bir ayakkabı al.

( Bazı suizan ediciler, bu adam mürşidlik mi taslıyor diyebilirler. Bendeniz çok akıllı, çok kültürlü, çok bilmiş bir kimse değilim ama kendimi mürşid-i kâmil sanacak ve satacak kadar da eşek değilim…)

(Üçüncü yazı) Mısır Faciasından Ders aldık mı?

Mısır’da şu mübarek ramazanda çok kötü hadiseler oluyor. Zulme karşı meydanlarda toplanan halkın üzerine diktatörlük güçleri ateş açıyor, yüzlerce kardeşimiz şehit ediliyor. Tarih çapında bir felaket yaşıyoruz.

Bunun sorumluları kimlerdir?

ABD, İsrail, Siyonizm, Emperyalizm…

Dış düşmanlar… Peki, olup bitenlerden Müslümanlar sorumlu değil midir?

Maalesef asıl sorumlular Müslümanlardır.

Allahü Tealâ, Resullah

(Salat ve selam olsun ona),

akıl, vicdan, firaset Müslümanlara

birleşin, tek bir ümmet oluşturun

diyor, onlar birleşmiyor.

Dinimiz Müslümanların

bir İmama, Emîre, biat ve itaat etmesini

emrediyor, Müslümanların büyük kısmının bundan haberi bile yok.

Kur’an,

birbirinizle çekişmeyiniz sonra gücünüz elden gider

diyor; Müslümanların bu uyarıya aldırdığı yok.

Bugün Mısır’da, yarın Türkiye’de.

Türkiye Müslümanları, Mısır’da olup bitenlerden ibret alıp da toparlanıyor, birleşiyor, tek bir ümmet olarak kubbesi altında toplanıyor, ehliyetli ve liyakatli bir İmam seçip, ona biat ve itaat edip gereken tedbirleri alabiliyor mu?..

Maalesef, hayır… Mısır’da facialar yaşanıyor diyerek üzülüyoruz ama bunca belirti varken aynı faciaların başımıza geleceğinden endişe edip, yapılması gerekenleri yapmıyoruz.

Akıllı Müslüman musibetlerden ve felaketlerden ders alır. Atalarımız bir musibet bin nasihatten evladır demişlerdir. Biz musibetlerden ibret almıyoruz, uyarıcı nasihatlere de kulak asmıyoruz. 04.08.2013