Cuma günlü yazı çıkmamıştır…

 

Yağcılar nefret ettiğim kişilerdir. Övgüler, senalar, hamdler Cenab-ı Hakk’a yapılır. Peygamber’e salat ve selam getirilir. Geçmiş büyük Müslümanlara hayır dua edilir. Kullar öğülmez. Öğülmesi gerekirse bu hususta son derece dikkatli, iktisatlı, ölçülü hareket etmek gerekir.

Çok zengin bir iş adamının etrafına sözde hoca kılıklı birkaç kişi toplanmıştır. Adamdan bir şeyler sızdırmak için yapmadıkları dalkavukluk yoktur. Sıradan bir laf eder, etrafındakiler “Efendim ne güzel konuştunuz, ne hikmetli söz ettiniz” diye pohpohlarlar. Lafonten’in

“Karga ile Tilki”

hikâyesindeki gibi. Adam aksırır, “Efendim ne güzel aksırdınız…” derler. Bir menfaat elde etmek, bir kemik kapmak için bu dalkavukların yapmayacağı alçaklık yoktur.

Geri zekâlı bir tarikatçi, şeyhi için “Bizim efendi her şeyi bilir. Biz dervişleri ne yaparlarsa ona mâlum olur” şeklinde konuşuyordu. Bu sözler küfre kadar gider. Gaybı, “Her şeyi” sadece Allahü Teâlâ ve Tekaddes hazretleri bilir. Evet bazı şeyhler, büyük mürşidler bazı şeyleri keşfederler ama “Her şeyi” asla bilmezler. Peygamber bile mutlak olarak gaybı bilmezdi. Allah’ın kendisine bildirdiği kadarını bilirdi.

Beyni yıkanmış, robot ve zombi haline gelmiş baron bendeleri kendi baronlarını aşırı şekilde medhediyorlar. Onların hazretleri, hocaları, hocaefendileri, şeyhleri, liderleri, üstadları, büyükleri en büyükmüş, ötekiler küçükmüş… Yok canım! Bunlar câhiliye hezeyanlarıdır.

Peygamber Efendimiz (Salat ve selam olsun ona) “Öğücülerin suratlarına toprak saçınız” buyuruyor.

Kendilerini büyük olarak gösteren öyle küçük ve sefil adamlar vardır ki, övgüsüz yaşayamazlar. Bunlar ruh hastası, dengesiz mahluklardır.

Halk Aptal mı?

Aziz Nesin gibi bazı yazarlar Türkiye halkını aptallıkla, ahmaklıkla karalamışlardır. Hayır halkımız onların dediği, anladığı mânada ahmak değildir.

Kötü bir eğitim, kötü bir medya, kötü bir ideoloji tarafından sersemletilmiştir

. Türkiye’de bir işe yaramaz sanılan milyonlarca işçi vatandaşımız başta Almanya olmak üzere gurbet ülkelerinde çok güzel çalışmışlar, hem bulundukları ülkelere yararlı olmuşlar, hem de kendileri servet kazanmışlardır. Türkiye otuz küsur yıldan beri, dışarıdaki gurbetçi işçilerimizin gönderdiği paralarla ayakta durmaktadır. Almanya’da binlerce gurbetçi Türk iş sahibi olmuştur. O ülkede bizim dönercilerimizin, kebabçılarımızın işyerleri, yılda dört milyar marka yaklaşan cirolarıyla Amerikan fast foodunu geçmiştir.

Türkiye halkı uzun yıllardan beri aldatılmakta, afyonlanmakta, oyalanmakta, serseme çevrilmektedir. Halkımızın büyük kısmı ne kadar iyi kalpli, fedakâr, sâdık, faziletli ise, idarecilerimiz ve üst tabaka da o kadar kötüdür. Türkiye’yi halkının aptallığı ve ahmaklığı değil; aydınlarının ve idareci tabakasının hâinliği ve yetersizliği mahvetmiştir.

Soysuzun biri imkân bulup ABD üniversitelerinde okuyor, Türkiye’ye geliyor, bir “Prens” olarak bir bankanın başına geçiyor ve bankayı soyuyor. Başka bir okumuş ve yükselmiş kişi devlet bütçesini hortumluyor. Bütün soygunlar, talanlar, büyük vurgunlar, yolsuzluklar, eşkıyalıklar, gangsterlikler, haramilikler, hırsızlıklar hep yüksek tabakanın işidir.

“Bizim halkımız aptaldır, bizim halkımız ahmaktır” diyenler ahmak ve aptaldır. Halk, yüksek tabakaya tâbi olur. Halkın çocukları okullarda kendilerine ne kadar bilgi veriliyor, nasıl bir ahlâk ve karakter aşılanıyorsa o kadar adam olurlar. Bu memleketin başına faziletli politikacılar, faziletli idareciler, faziletli seçkinler geçse ülkemiz kısa zamanda Japonya, Güney Kore, Taiwan, Singapur gibi zengin, bayındır, ileri, meselelerini halletmiş bir ülke olacaktır.

Şu anda fakir ve orta halli on milyonlarca vatandaş çocuklarına doğru dürüst eğitim verdiremiyor. Aydınların ve idarecilerin kurmuş oldukları eğitim sistemi iflâs etmiştir. Bizim bütün okullarımız uluslararası çağdaş okulların altındadır. Parlak gibi görünen, az buçuk fen eğitimi veren özel okullar ise son derece pahalıdır. Zaten bunların da kıymeti yoktur. Çünkü istisnâsız bizim bütün okullarımız genç nesillere yazılı, edebî, zengin Türkçeyi öğretememektedir. Bir ülkenin millî eğitimi anadilini, onun edebiyatını öğretemiyorsa bitmiş, iflâs etmiş demektir. Bu ülke hâlâ bir Nobel kazanamadı. Bu ülke, eserleri dünya dillerine çevrilen bir tek düşünür yetiştiremedi. Bu ülke, sayıları onu geçmeyen birkaç istisnâ dışında, büyük tarihçi, iktisatçı, filozof, mimar, hukuk mimarı, sanatçı, romancı, edib, sosyolog yetiştiremedi. Niçin? Halkının ahmaklığından mı, yoksa idarecilerinin ve seçkinlerinin hâinliğinden mi?

Şu üniversitelerin, şu siyaset hayatının, şu gazete ve televizyonların, şu otomobil sanayiinin, şu finans işlerimizin perişan haline bakınız. Bunlar, halkın değil, aydın geçinen, seçkin geçinen, idareci geçinen sınıfın eserleridir.

Türkiye’ye işe yarar, ipe sapa gelir, millî kimliğe bağlı, uluslararası standartlarda, çağdaş genel kültüre vakıf; bilgili, ahlâklı, faziletli, karakterli ehliyetli, liyakatli, vatansever aydınlar, idareciler, seçkinler gerekmektedir. 24 Temmuz 1999