ÖZÜR BEYANI

BİR fakihin, bir din aliminin, bir müftünün, bilgin bir kişinin kapısını halka kapalı tutması doğru olmaz. Halkın onlardan sorup öğreneceği bilgiler vardır… Bendeniz böyle bir kişi değilim. Eskiden kapım açıktı, herkesle görüşüyordum. Zaman geçti, yaşım ilerledi, memlekette güven kalmadı… Yayınevimin işlerine bile bakamıyorum. Sekreterim olmadığı için mektuplara ve mesajların çoğuna cevap veremiyorum. Bu kusurlarım ve eksikliklerim yüzünden bağışlanmamı istirham ediyorum. Lütfen bu konudaki haklarınızı helâl ediniz.

Yağmalanan Vakıflar

Gerçekten muhterem, gerçekten elleri öpülesi birtakım vicdanlı, vefalı, vatansever kimseler var. Bunlar ecdadımızın (atalarımızın) bizlere miras ve emanet olarak bıraktıkları vakıf eserlerini koruyor, tamir ettiriyor, onları gelecek nesillere (kuşaklara) aktarmak için ellerinden geleni yapıyor. Vakıflar Genel Müdürlüğü mensubu olsun, tarihçi ve araştırıcı olsun, hangi sıfatı taşıyorsa taşısın bu saygıdeğer kimselere minnet ve teşekkür borçluyuz.

Lakin… Birtakım uğursuz, alçak, şerefsiz, rezil, kara vicdanlı, eşkıya ruhlu adamlar ve çeteler var ki, bunlar yukarıda övdüğüm işlerin tam aksini yapıyor. Bu habisler, İslâmî vakıf eserlerini ellerine geçirmek, yok etmek, gasb etmek için ellerinden geleni artlarına koymuyor. Maalesef yakın tarihimizde çok büyük, çok korkunç, çok yüz kızartıcı bir “Evkaf-ı İslâmiye” (İslâm Vakıfları) yağması ve kıyımı olmuştur.

“Yakın Tarihîmizde Cami Kıyımı” adlı kitabım (373 s. BEDİR YAYINEVİ, 0212/519 36 18) tedkik edilecek olursa yakın tarihimizdeki vakıf faciasının çapı kolayca anlaşılacaktır.

İstanbul’umuz Müslümanlara düşman güçlerin ellerine geçse ne yaparlar? İslâmî vakıfları yok ederler… İşte içimizdeki hainler ve habisler de vaktiyle böyle yapmıştır.

Bazıları, gözümüzün içine bakarak “Yalandır, yakın tarihimizde dine ve dindarlara hiçbir baskı yapılmamıştır” diyebiliyor. Ne büyük yalandır bu…

Yakın tarihimizde en az 10 bin tarihî cami, mescid, tekke, zaviye, taş mektep, medrese, imaret ve diğer hayır hasenat binası yok edilmiştir.

Binlerce tarihî İslâm kabristanı yok edilmiş; yeri park yapılmış veya kapanın elinde kalmıştır.

İstanbul’daki o büyük Okmeydanı ne oldu? Yerine şimdi bir beton büyük sahrası var.

Karaköy meydanında, Sultan Abdülhamid Han hazretlerinin baş mimarı İtalyan Raymondo D’Aranco tarafından inşa edilmiş nefis bir cami vardı. Yıktırıldı, yeri boş duruyor.

İstanbul’un her yerinde küçük tarihî mezarlıklar/hazireler vardı. Yüzde doksanını düzlediler. Kimler düzledi? Herhalde mü’minler düzlemedi.

Vakıflar Genel Müdürlüğü’nü tenzih ederek açıkça beyan ediyorum ki, vakıf düşmanı çeteler, mafyalar, eşkıya, eşirra hâlâ birtakım düzenlerle ecdad yadigarı hayır binalarını ve arsalarını gasb etmek için bin çeşit dolap çevirmektedir.

Bunların gözlerini para, mal, servet hırsı bürümüştür. Kendilerini ne kadar uyarsanız uyanmazlar. Gözleri perdeli, kulakları tıkaçlı, kalpleri mühürlüdür.

Ancak geberince uyanacaklar, o zaman da iş işten geçmiş olacaktır.

Atalarımız yurt sathını (yüzeyini) vakıf eserleri ile doldurmuşlardı. Yüzde kaçı kaldı?

Daha fazla vakit geçirmeden birtakım güçlü ve idealist araştırıcıların, Tarihçilerin harekete geçerek “Yakın Tarihimizdeki Vakıf Eserleri Kıyımı” adıyla çok ciddî kitaplar yazması gerekiyor.

Eskiden Osmanlı imparatorluğunun birer parçası olan bazı ülkelerde bir cami, bir medrese, bir Osmanlı binası yıkıldığı vakit gürültü kopartıyoruz. Peki, kendi ülkemizdeki Vandallığa karşı niçin gereken tepkiyi göstermiyoruz.

Yağmacılar, birtakım vakıf eserlerini ellerine geçirebilmek maksadıyla onları hayrat vakfı statüsünden, mülhak vakıf statüsüne geçirmek için bir yığın dolap çevirmektedir. Hükümetimizin bu gibi kötü teşebbüslere yeşil ışık yakmamasını temenni ederiz.

Vakıf eserlerinin şartnameleri vardır. Eseri vakfeden Müslüman, “Ben bu malımı Allah rızası için vakfediyorum. Kim bu vakfı bozarsa yarın ahirette ondan davacı olacağım. Allah’ın, meleklerin, insanların laneti onun üzerine olsun…” mealinde bir cümle sarfetmiştir. Şimdiye kadar bozulan vakıf şartnamelerinin lanetleri ülkemiz üzerinde kara bir bulut gibi durmaktadır.

Bu lanetler sadece zalimleri ve gasıpları yakmakla kalmaz, bu gibi kötülüklere meydan verenleri, onları önlemeyenleri de yakar.

Fatih Sultan Mehmed Han-ı Sânî hazretlerinin vakfettiği Ayasofya’nın uzun bir vakfiyesi vardır, Arapçadır. O vakfiyede de, vakfı bozacaklar, binayı camilikten çıkartacaklar için çok ağır beddualar edilmektedir.

Atalarımızın yerine kendimizi koyalım: Bir mülkünüz var, yahut yepyeni bir okul veya imarethane (fakirlere yemek verilen hayır kurumu) yaptırdınız. Bunun için bir vakıf şartnamesi yazdınız, tasdik ettirdiniz, Evkaf-ı İslâmiye teşkilatına teslim ettiniz. Sonra öldünüz, öteki tarafa gittiniz. O vakıf hizmet ettikçe sizin sevap defteriniz kapanmıyor, zimmetinize hep hayır hasenat yazılıyor. Bunlar sizin için Büyük Hesap Günü’nde azık olacaktır. Bunlarla Yüce Yaratan’ın rızasını kazanıyorsunuz… Sonra, aradan bir müddet geçtikten sonra birtakım alçaklar, reziller, hainler sizin vakıf eserinize göz dikiyor, onu vakıflıktan çıkartıyor, zimmetlerine geçiriyor… Beddua etmez misiniz, lanet savurmaz mısınız, Mahkeme-i Kübra’da davacı olmaz mısınız?

Vakıflar arşivinde, tapu sicillerinde, tarih kitaplarında ve başka kaynaklarda eski vakıflar hep yazılıdır. Yurt dışında kalanların çoğuna olanlar oldu. Yurt sınırları içindekilerin hepsinin listesi yapılmalı, mahiyetleri halinde bilgi verilmeli ve bunlar büyük bir külliyat şeklinde basılmalıdır.

Yakın tarihte yıkılmış vakıf eserlerinin hepsi, başta camiler olmak üzere yeniden yapılıp hizmete açılmalıdır.

Vakıf eserlerine hıyanet bir insan hakları ihlalidir.

Vakıf eserlerine hıyanet bir vatan hainliğidir.

Vakfiyelerdeki lanetler hainleri yakacaktır.

Hatırlatma

(1) Yakın tarihimizde, binlerce tarihî camiden kimisi çok kıymetli antika, hattâ bazısı müzelik vakıf halılar alınmış, yerlerine hiçbir sanat kıymeti olmayan renkli paçavralar serilmiştir. Bu tarihî vakıf halılar ve kilimler ne olmuştur? Paraları hangi alçakların kursağına girmiştir? Beş yüz senede biriken bir hazine, otuz yıl içinde yağma edilmiştir.

(2) Türbelerdeki vakıf eşya da soyulmuştur. Hangi padişah sandukasının üzerinde kıymetli, tarihî bir pûşide (örtü, kumaş) kalmıştır?

(3) Ecdadımızın bazısının mezar taşları bile yerlerinden sökülüp satılmıştır.

(4) Karun hazinesini bin zahmetle yurt dışından getirttik de ne oldu?

(5) Güney illerimizden birinin müzesinden tam 12 bin adet obje “kayboldu”.

(6) İstanbul Topkapı civarındaki Mevlevihane vakıf eşyası deposu yapılmıştı. Hırsızlar ve alçaklar burasını soydular ve izlerini yok ettirmek için binayı kundaklayıp yaktılar.

(7) 1985’te Mersin’de polis çok eski, papirüs üzerine Aramî diliyle (Hz. İsa’nın anadili) yazılmış bir İncil bulmuştu. Yapılan tedkikat neticesinde bunun, Aziz Barnaba’nın bizzat kendi eliyle yazmış olduğu orijinal bir İncil nüshası olduğu anlaşılmıştı. Dinler tarihini değiştirecek bu önemli İncil nüshası ne oldu? Kayıplara karıştı!..

(8) Son yıllarda camilerdeki kıymetli tarihî hat levhaları da yok edildi. En son, İst. Ayvansaray’daki Hz. Cabir Camii’nden çalınan bir Bakkal Arif levhası müzayedede 25 bin dolara satılmıştır. İlgilenen çıktı mı?

(9) İstanbul Vilayeti civarında Fatma Sultan Cami-i şerifi aynı zamanda Gümüşhanevî dergahı idi. Ülkemizde bunca tarikat mensubu var, bazıları Karun kadar zengin. Adnan Menderes zamanında temellerine kadar yıktırılmış olan bu cami niçin, ihya edilmiyor? Yine, Şehremini taraflarında Kelamî dergahı vardı. Şeyhi, Erbilli Esad Efendi hazretleri Menemen vak’asında bîgünah olduğu halde hastanede şehit edilmiştir. Yıktırılan o dergâhın yerine niçin bir cami yaptırılmıyor.

(10) Tarihî camilerimizdeki binlerce kıymetli elyazması Mushaf ne oldu? 15 Ocak 2008