Yahudi Soykırımı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 13 Ocak 2019
Siyonistlere göre, Hitler’in İkinci Dünya Savaşı’nda Yahudileri kırması, dünyanın en büyük ve en korkunç soykırımıdır. Peki, öteki soykırımlar ne oluyor? Onlara kulak asmayın. Önemli olan Yahudilere yapılan zulümlerdir.
Avrupa’da, Amerika’da, hatta İsrail’de “Revizyonist” denilen tarihçiler, araştırıcılar, Nazi rejiminin iddia edildiği miktarda Yahudi öldürmediğini,
Siyonistlerin söylediklerinin hepsi doğru olsa bile, İkinci Dünya Savaşı’ndaki Yahudi kırımı ve kıyımı, tarihin en büyük katliamı değildir. En büyük katliam Kuzey,Orta ve Güney Amerika’da Beyaz Haçlıların Kızılderililere, Azteklere, Mayalara, İnkalara yaptığı soykırımdır.
Soykırım denilince hepsini birden ele almak gerekir.Yahudi’ye yapılan zulüm soykırım oluyor, lânetlenmesi gerekiyor, bu konuda dehşetli gürültü kopartılıyor; öteki kavimlere ve milletlere yapılan zulümler üzerinde durulmuyor… Böyle çifte standart olmaz.
Amerikalılar, 1945’te Almanya yenilip teslim olunca, milyonlarca Alman askerini esir almışlardır. Bunların en az 1,5 milyonunu açlıktan, pislikten, bakımsızlıktan, bitten, hastalıktan bile bile, kasıtlı olarak öldürmüşlerdir. Bu bir soykırım değil midir? Bundan niçin bahsedilmiyor?
Ruslar, Kazakistan’da 4,5 milyon Kazak’ı öldürmüşlerdir. Bu korkunç soykırımı insanlık âlemi biliyor mu? İkinci Dünya Savaşı’nda Almanya’da, Romanlara karşı da soykırım uygulandığı iddia edilmektedir. Onu kaç kişi biliyor? Bazıları Ermeni soykırımı diye dağı taşı inletiyor. Niçin madalyonun arka yüzüne bakmıyorlar. Ermeniler kaç yüz bin Müslümanı ve Türk’ü öldürdüler…
1912-13 Balkan savaşlarında, Adriyatik’ten Çatalca’ya kadar milyonlarca Müslüman zulme, kıyıma uğradı. Onlar niçin dile getirilmiyor? Birçok devletin soykırım yaptığı iddia edilebilir ama böyle bir şey Osmanlı Devleti için söylenemez. Bir İslâm nizamı olan Osmanlı Devleti, hâkimiyeti altındaki Yahudilere ve Hıristiyanlara âdilane davranmış, onları korumuş, kimliklerini muhafaza ederek yaşamalarına imkân tanımıştır.
Endülüs Müslümanları ne oldu? Hıristiyanlar onlara yaşama hakkını tanımışlardı ama sözlerini tutmadılar. Kaçabilen kaçtı, bir kısmı canını kurtarmak için Hıristiyan olmuş göründü. Öylesine bir zulüm tatbik edildi ki, Hıristiyanlığa geçmiş bir Müslüman korkudan çeşmede elini, yüzünü yıkayamıyordu.
diyerek yakalıyorlar, engizisyon mahkemesine veriyorlar, işkenceyle ifadesini alıyorlar ve ardından şehrin büyük meydanında diri diri yakıyorlardı.
Müslümanlar atom bombasını icat etmemiş, uçak yapmamış, pozitif ilimlerde ve teknikte Haçlılar kadar başarılı olmamış… Bunların kıymeti yoktur. Önemli olan insanlıktır, ahlâktır, fazilettir, merhamettir, farklılıklara tolerans göstermektir, evrensel değerlere sahip çıkmaktır.
Keşke dünya Müslümanların kontrolünde olsaydı da, ilimler ve fenler bu kadar ilerlemeseydi de, şu nükleer silâhlar yapılmasaydı. Batı medeniyetinin put değerleri var:
19’uncu asırda Paris İlimler Akademisi’nde hararetli bir tartışma yapılmış. Lokomotif ve tren yeni icat edilmiş, İlimler Akademisi üyeleri tartışıyorlar. İnsan vücudu saatte on iki kilometreden fazla bir hızı kaldıramaz… Sonra teknik ilerledi, şimdi saatte on iki kilometre değil, bin iki yüz kilometre yapan uçaklar var. Bu kadarı yeter diyorlar mı? Daha hızlı, daha hızlı, daha hızlı… Akıllarını hızla bozmuşlar. Keşke, dünyada barış, kardeşlik, adalet, eşitlik, insaf, vicdan, merhamet, sevgi olsa da, en hızlı trenler saatte kırk kilometre yapsa, en hızlı vapurlar on beş kilometre yapsa.
İlerlemek, ilerlemek, ilerlemek, daha fazla ilerlemek… İlerlemenin sonu var mı? Yok. Peki, ilerleye ilerleye nereye gidiyorlar? Anarşiye gidiyorlar, Üçüncü Dünya Savaşına gidiyorlar, ülkeler ve milletler arasındaki uçurumlar her geçen gün biraz daha derinleşiyor. Zengin ve ileri milletler, fakir milletleri sömürüyor, soyup soğana çeviriyor. Böyle ilerlemenin ne kıymeti var? Medeniyet ilerledikçe, teknik ilerledikçe, ilimler ve fenler ilerledikçe; ahlâk geriliyor, barış ve huzur ortadan kalkıyor, insanlar canavarlaşıyor. Meğerse Rousseau ne kadar haklıymış. Hiç ilerleme olmasın demiyorum ancak kontrollü, gereken miktarda ilerleme olsun. Önemli olan ilerleme değil, mutluluktur. Mutluluk olmadan, barış olmadan, sevgi olmadan, kardeşlik olmadan ilerleme ne işe yarar? Başınıza çalın ilerlemenizi.
Demokrasi mutlak bir değer değildir, bir metoddur, bir yoldur. Lâkin birtakım sapıklar, onu bâtıl bir din haline getirmişlerdir. Demokrasi, demokrasi diye diye demokrasinin ırzına geçiyorlar. Önemli olan adalettir, huzurdur, erdemli bir sitede yaşamaktır, idarecilerin faziletli olmasıdır. Bunlar yoksa demokrasiyi ben ne yapayım? Bizde güya demokrasi var, bu demokrasinin yürütme organının başındaki zat, en pahalı elbiselere bürünmüş eşini, Cumhuriyet bayramında Çankaya köşküne çıkartamıyor. Neymiş, başında yine pahalı bir eşarp varmış.
Kendilerini medenî sanan, Müslümanlara gerici diyen sapıklar ve şaşırmışlar güruhu, parayı en büyük değer, en büyük put haline getirmişlerdir. Böyle bir zihniyet, en büyük sapıklıktır. Para hiçbir zaman bir amaç olamaz. Para bir âlettir, bir vasıtadır. İktisadî ve ticarî hayatın yürümesi, insanların ihtiyaçlarını temin edip geçinmesi için araçtır. Bu aracı amaç yaptınız mı, dünya yaşanmaz hale gelir. Bu sapıklığa kapılmış olan insanlar, insanlık haysiyetlerini yitirirler. Paraya put gibi tapan kimseler, hemcinslerinin meleği değil, kurdudur.
Bundan binlerce yıl önce Hazret-i Musa Tûr dağına çıktığında, Yahudiler Samîri adlı bir kâfire uyarak altın buzağıya tapmışlardı. Hazret-i Musa, yerine kardeşi Hazret-i Harun’u (o da peygamberdi) vekil bırakmıştı ama onu dinlememişlerdi. Hazret-i Musa, Tûr dağından indi, bir de baktı ki kavmi altından bir buzağı yapmış, buzağının kuyruğu çekilince acayip bir böğürtü çıkartıyor ve İsrailoğulları buna tapıyor. Son derece hiddetlenmiş, kardeşi Hazret-i Harun’un sakalına yapışmış, o
diyerek mazeret beyan etmişti. Hazret-i Musa, altın buzağıyı ateşe attırıp imha etmişti.
Ne yazık ki, altın buzağı dini devam etmektedir. Bu sapık dinin en fanatik taraftarları bir kısım Yahudilerdir. Altın buzağıya tapan müşriktir, kâfirdir. Yahudiler, Hıristiyanların çoğunu kendilerine benzetmişlerdir. Batı dünyasında şu anda hâkim olan zihniyet şudur: Para, para, para… Çok kazanmak, helâl veya haram mutlaka kazanmak… Üçüncü dünya ülkelerini ve halklarını aldatarak, kandırarak, sömürerek, soyarak kazanmak… Çok zengin olmak… Lüks ve sefih bir hayat sürmek… İhtiyacından fazla, gerekenden fazla yemek, içmek, tüketmek… Böyle medeniyet olur mu? Bu medeniyet değil vahşettir.
Maalesef, birtakım Müslümanları da bu altın buzağı dinine soktular. Herif zâhirde Müslüman görünüyor ama dini-imanı altın gümüş, dolar eurodur. Kudurmuş bir para, servet, zenginlik hırsına esir olmuştur. İslâm Şeriatının kesinlikle yasakladığı, haram dediği kazanç yollarına başvurmaktadır. Gayr-i meşru, gayr-i ahlâki rantların peşinde, yağlı kemik peşinde koşan aç köpekler gibi koşmaktadır. Müslüman muvahhid demektir, Müslüman doğru insan demektir, Müslüman Allah’a ortak koşmayan kimse demektir. Hem muvahhid olduğunu iddia edecek, hem altın buzağıya, paraya tapacak. Böyle şey olur mu?
Resulullah Efendimiz bazı Hadis-i şeriflerinde, zâhirde Müslüman görünen birtakım şerir ve kötü insanları anlatırken, “Onlar, ümmetimin Yahudileridir…” buyurmaktadır.
Bakınız, Müslümanların kötülerini de tenkid ediyorum; hiçbir şaşkın beni anti-semitizm yapmakla suçlamaya kalkmasın. Müslümanın bozuğuna, kötüsüne, sahtesine şiddetle verip veriştiren benim gibi bir Müslüman; Yahudi’nin kötüsünü de elbette tenkid edecektir. Musevî şeriatına bağlı olan, Tevrat hükümlerini kabul eden, dindar (kendi dinlerine göre dindar) Yahudiler, dünyayı fesada veren dinsiz, bozuk, zâlim Yahudilerle mücadele etmelidir. Aksi taktirde, insanlığın âkıbeti çok kötü olacaktır.
Üçüncü Dünya Savaşı koparsa, bundan en fazla hangi kavim zarar görecektir? Hiç şüpheniz olmasın, Yahudiler… 13 Temmuz 2005