Pazar

 

Arsaların, tarlaların, evlerin, dairelerin tapu senetleri vardır; sahiplerini resmen beyan eder; bir mülkün tapusu kimdeyse onun kanunî ve hukukî mâliki odur.

Ülkelerin, vatanların tapu senedi böyle bir kağıt parçası değildir. Türkiye topraklarının üzerindeki camiler, tarihî eserler, İslâm kabristanları, çeşmeler, medreseler ve diğer ecdat eserleridir bu vatanın bize ait olduğunu gösteren tapu senetleri. Fertlerin tapuları kadastro sicil defterlerine işlenir; milletlerin tapu senetleri tarihin büyük defterinde yazılıdır.

Bundan dolayıdır ki, her millet ve devlet, ülkesindeki atalardan miras ve yâdigar kalmış mimarlık eserlerini kıskançlıkla, titizlikle, hassasiyetle korur. Hattâ yıkıntıların bile üzerine titrer.

Balkan savaşından sonra Hıristiyan devletlerin eline geçen büyük miktardaki topraklarımız üzerindeki binlerce cami, medrese, çeşme yıkılmıştır. Yıkılmayan camilerin çoğu kiliseye çevrilmiş veya başka bir maksatla kullanılmıştır. Hele İslâm kabristanları yerle bir edilmiştir. Bunu bilhassa Yunanistan’da görmekteyiz.

Türkiye’ye gelince: Yakın tarihimizde, Misak-ı Millî sınırları içinde kalan şu son vatan parçasında maalesef on bin adet Selçuklu, beylikler, Osmanlı eseri yıkılmış, satılmış, yok edilmiştir.

Tahribattan en fazla eski, tarihî Müslüman mezarlıkları payını almıştır. Sadece bir tek tarihî mezarlığa, üsküdar Bülbülderesindeki Dönmeler (Sabataycılar) Kabristanına dokunulmamış, olduğu gibi korunmuştur. Bunun sırrı ve hikmeti nedir acaba? Bu sorunun cevabını açıkça yazsam suç işlemiş, kabahat etmiş mi olurum?

1950’li yıllarda Adnan Menderes İstanbul’da, sanat, mimarlık, şehircilik ve koruma prensipleriyle taban tabana zıt olan bir imar ve yol genişletme faaliyetine girişmiş; uzmanların, tarihçilerin, şehircilerin fikrilerine ve reylerine müracaat etmeden nice camiyi, türbeyi, mezarlığı, tarihî eseri yok etmiştir.

Cağaloğlu meydanının kenarındaki

Cezerî Kasım Paşa Camii

bu furya esnasında yıkılmıştı. Yeri yol mu yapılmıştı bu ecdat eserinin? Hayır. Senelerce cami arsası uyduruk bir park gibi durdu, nihayet Müslümanların gayretiyle mâbet tekrar inşa edildi.

Karaköy meydanında, Sultan Abdülhamid’in başmimarı

Raimondu D’Aranco

tarafından

Art Nouveau

üslubunda yapılmış bir cami vardı. Bu da yıkıldı. Yeri boş duruyor.

İstanbul vilayetinin karşısında

Fatma Sultan Camii

ve

Gümüşhaneli Nakşî dergâhı

bulunuyordu. Bu ibadethane de, hiç lüzumu yok iken yerle bir edilmiştir. Şimdi yerinde yeller esiyor.

Lozan andlaşmasında, Türkiye toprakları üzerindeki Rum, Ermeni kiliselerinin ve mezarlıklarının korunacağına dair kesin hükümler bulunmaktadır. Bundan on beş yıl kadar önce, Bakırköy’de bir cadde genişletilirken, oradaki kilisenin bahçesinden birkaç metre yer istimlak edilmek istenmişti de yer yerinden oynamıştı. Bütün dünyadan Hıristiyan heyetler gelmiş Türk devleti Lozan’ı çiğniyor, kiliselere el uzatıyor diye dünya çapında yoğun bir yaygara kampanyası kopartılmıştı.

Sadece Eminönü ilçesinde yüz yirmi küsur cami ve mescit yok edilmiştir

. Taksim’den Dolmabahçe’ye inerken, Alman seferethanesinin alt tarafında Ayaz Paşa Camii vardır. 1950’ye kadar bu caminin minaresi yoktu. Varmış da, bir gece sabaha kadar Belediye’nin temizlik işçileri tarafından yıktırılmış. Mahalle sakinleri geceleyin gürültüler işitmişler, sabah ortalık ışıyınca bir de bakmışlar ki, camilerinin minaresi yok olmuş…

Ayaz Paşa Camii’nin üstünde Park Otel vardı. Hilton falan yapılmadan önce bu Park Otel, Pera Palas ile birlikte İstanbul’un en lüks iki otelinden biriydi. Bir gece orada orkestra çalıyor, seçkin kişiler içki içiyor, yemek yiyormuş. Birden orkestra durmuş, ortalığı bir sessizlik kaplamış. O gece orada bulunan büyük bir zat, bana orkestra şefini getirin demiş; şef bir Ermeni vatandaşmış, hemen gelmiş, el pençe divan durmuş.

“Müzik niçin sustu?” “Efendim, aşağıdaki camide ezan okunmaya başladı, biz her gece ezan okunurken çalgıya ara veririz”

demiş. Kodaman zat gürlemiş:

“Olmaz böyle şey, hemen çalmaya başlayın!”

Sonra İstanbul Vali ve Belediye Başkanı’na

(Muhiddin Üstündağ olacak)

telefonla emir verilmiş ve sabaha kadar bu minarenin yıkılması istenmiş. Öyle yapılmış…

1960’lı yıllarda haftalık

Yeni İstiklal gazetesini

çıkartıyordum. İsmet Paşa henüz sağdı, 27 Mayıs darbesinden sonra bir ara başbakan olmuş, sonra muhalefete düşmüştü. Bir gün bir vesile ile

“Bizim zamanımızda bu ülkede bir tek cami bile yıkılmamış ve kapatılmamıştır. Böyle söyleyenler bize iftira etmektedir”

meâlinde bir beyanda bulunmuştu. Tabiî ki, bu beyan kocaman bir yalandı.

Yeni İstiklal okuyucularına müracaat ederek, onlardan kendi şehrinde İsmet Paşa zamanında yıkılan, yok edilen, satılan camilerin listesini göndermelerini istemiştik

ve bize bu konuda hayli cevap gelmişti

. Bunları gazetede yayınlarken, yeni çıkartmış olduğum Bugün gazetesinin malî yükünün ağırlığı karşısında Yeni İstiklal’in yayınını durdurmak zorunda kalmıştım.

Yok edilen camiler tefrikası da tamamlanamamıştı. Kapandığı zaman

otuz beş bin adet satışı

vardı. Bu satış, şimdiki haftalıkların bile ulaşamadıkları bir rakamdır. Üstelik o tarihte ülke nüfusu kırk milyonun altındaydı.

Yeni İstiklal’da yayınlanan, yakın tarihte yıkılan, satılan, yok edilen camilerimizle ilgili yazıları, başka bilgiler de ekleyerek bir kitap haline getiriyorum.

Bir miktar da fotoğraf buldum. Halkımız bunların hepsini ihya etmelidir.

Aksi taktirde ülkemiz ve vatanımızın bize ait olduğunu gösteren tapu senetleri yok edilmiş olacak

ve bu topraklar üzerindeki haklarımız ve hayatımız tehlikeye girecektir.

İstanbul Eminönü Yemiş İskelesi’ndeki tarihî Ahî Çelebi Camii yıllardan beri harap ve kapalı vaziyette bekletiliyor. Vakıfların muazzam miktarda serveti, bütçesi, geliri var. Cami her geçen gün biraz daha çöküyor. Yıkılmasın diye kubbesinin alt tarafına çepeçevre demir çember geçirildi.

Gizli ve sinsi bir güç bu camiyi yaptırtmıyor.

O mabet yıkılırsa, İstanbul üzerindeki mülkiyet haklarımızı isbat eden tarihî tapu senetlerimizden biri daha yırtılmış, elimizden çıkmış olacak.

Müslümanlar! Ayaklarımızın altındaki vatan elden gidiyor da haberiniz bile yok… 10 Mart 2003