Yakın Tarihimiz Sorgulanmalıdır
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 07 Şubat 2019
Pazartesi
Yakın tarihimizde birçok büyük yolsuzluk olmuştur. Bunlar basit suçlar, basit hırsızlıklar değildir. Türkiye’ye, Türkiye devletine ve Cumhuriyetine, Türkiye halkına karşı işlenmiş vahim, ağır, tarihî suç ve cinayetlerdir. Bunların yargı kurumlarında, mahkemelerde hesabının görülmesi imkânı kalmamıştır. Çünkü suçlular artık dünya hayatını terk edip Dâr-ı Ceza olan âhirete göçmüşlerdir. İslâm dininin öğretilerine göre onlar Rûz-i Ceza’da, Mahkeme-i Kübra’da hesap vereceklerdir. Ancak, Türkiye’nin gerçek aydınlarının da tarih önünde, ilim ve vicdan ışığında bu geçmiş yolsuzluk dosyalarını incelemeleri gerekmektedir. Bu, ihtiyarî (seçimlik, isteğe kalmış) bir iş değil, zarurî (zorunlu) bir vazifedir.
Yakın tarihimizdeki yolsuzlukların, cinayetlerin, hıyanetlerin muhakemesi tek taraflı olmaz. Bunun mutlaka ilmin, insafın ışığında ve sağlam bilgilerin, sağlam belgelerin desteğinde yapılması gerekir. Suçlular ölmüş bulundukları için de; bu konuda savcılık yapanlar aynı zamanda onların avukatlığını da üzerlerine almak vazifesiyle yükümlüdür. Çünkü hakk-ı müdafaa (savunma hakkı) kutsaldır. Bu hak çiğnenemez.
Türkiye’nin Japonya, Güney Kore, Taiwan, Singapur ve başka Asya ve doğu ülkeleri gibi kalkınmış olması gerekirdi. Türkiye’nin ülke, halk ve devlet olarak bu konuda büyük imkanları, enerjisi, potansiyeli mevcuttu. Lakin ne yazık ki, biz bu saydığımız ülkeler gibi kalkınamadık, aksine battıkça battık. Bu gerilemenin, bu batmanın elbette sebepleri, sorumluları, suçluları vardır. İşte onlar tarih önünde, (toplumsal vicdan) muhakeme edilmelidir.
Bazıları “Japonlar bizim için çok büyük bir model ve örnektir. Biz onlarla mukayese edilemeyiz…” şeklinde bir itiraz ileri süreceklerdir. Bu itiraz yersizdir, geçersizdir. Nüfus dışında Türkiye Japonya’dan daha üstündür, daha imkanlıdır. Böyle bir itiraz kabul edilecek bile olsa, karşımızda başka bir örnek vardır: Güney Kore. Evet, Türkiye niçin bir Güney Kore kadar kalkınamadı? Niçin Güney Kore gibi büyük bir sanayi kuramadı? Niçin o ülke gibi kendi yüzde yüz millî–yerli otomobil sanayiini kurup en ileri ve sanayileşmiş ülkelere milyonlarca otomobil satamadı? Niçin Güney Kore gibi birinci sınıf bir elektronik sanayii kuramadı? Niçin Güney Kore gibi gemi inşasında dünya birincisi olamadı? Niçin Güney Kore gibi medenî, ileri, zengin bir ülke olamadı? Bunun hesabı mutlaka sorulmalıdır. Bazı tarihî şahsiyetlerden, bazı zihniyetlerden, bazı ideolojilerden hesap sorulmalıdır. Türkiye, Türkiye aydınları bu sorgulamayı, bu hesaplaşmayı yapamazlarsa asla kurtulamazlar, asla sorumluluk vazifelerini yerine getirmiş olamazlar.
Yakın tarihimizde politika hayatına beş parasız, gayet züğürt başlayıp da kısa zamanda korkunç dev servetlere nail olmuş şahsiyetler vardır. Hayatları boyunca ticaret, sanayi, ziraat, iktisadî hizmet işleri görmemiş bu adamlar, bunların etrafındaki klikler nasıl olmuş da böyle efsanevî servetler elde etmişlerdir? Türkiyeliler bunların hesabını sormaya, sorgulamaya mecburdur. Olan olmuş, geçen geçmiş, bunları kapatalım, biz geleceğe bakalım demek bizi aydınlığa çıkartmaz, bizi selamet sahiline ulaştırmaz.
1922’de İstanbul Millî hükümet tarafından geri alındığı ve işgal kuvvetleri çekilip gittiği zaman, düşmanlarla işbirliği yapmış birtakım Rumların ve Ermenilerin malları devlete kalmıştı. Maalesef bu malların bir kısmı soyguncuların eline geçmiştir. Yakın tarihimizde bir Mateosyan Matbaası ve tesisleri meselesi vardır. Tarihçilerimizin bu meseleyi incelemeleri ve ortaya ciddî kitaplar koymaları gerekmektedir.
Önemli ve iri (büyük demiyorum) bir devlet adamının kardeşi yakın tarihimizde şâibeli şekilde bugünün parasıyla milyarlarca dolarlık haram servete sahip olmuştur. Şimdi onun kemikleri bile çürümüştür. Lakin bu konuda da namuslu ve vatansever tarihçilerimizin, araştırıcılarımızın dosyalar hazırlayıp, bunları kitap şeklinde bastırıp tarih arşivine koymaları millî bir vazifedir.
Millî Mücadelede Hindistan Müslümanları Türkiye’ye yardım olarak, milletimizin düşmanlara karşı açtığı cihad hareketini desteklemek için otuz bin altın yardım göndermişlerdi. Bu husus da incelenmeli, sahih bilgilerin, gerçek belgelerin ışığında aydınlatılmalıdır.
BüyükMillet Meclisi çatısı altında Halid Paşa katledilmiştir. Bu cinayet o zamanlar örtbas edilmiş, baskı ve tehditlerle Halid Paşa’nın anasının dâvayı takip etmesi önlenmiştir. Sırf bu konuya ait bir kitap çıkartılarak Halid Paşa’nın katillerinin tarih ve millet önünde mahkum edilmeleri gerekmektedir.
Büyük din alimi İskilipli Atıf Hoca, Şapka Kanunu’ndan önce yazmış olduğu “Frenk Mukallidliği” adlı küçük rilasesi yüzünden, hem de savcı hapis cezası istemişken, mahkeme tarafından idama mahkum edilmiş ve karar kısa zamanda infaz edilmiştir. Tarihçilerimiz, aydınlarımız bunun da hesabını ilmî ve tarihî bir araştırma dosyası ile sormalıdır.
Büyük vatansever Trabzon mebusu (milletvekili) Ali Şükrü Bey kahpece bir tuzakla Topal Osman’a öldürtülmüş, sonra da Topal Osman ve avanesi öldürülmüştür. Ölüler konuşmaz ama tarihçiler, aydınlar konuşur. Bu konuda çok büyük, çok müdellel bir dosya hazırlanmalıdır.
Binlerce cami, mescid, tekke ve zaviye, sıbyan mektebi, imaret, vakıf bina ve arsa haraç mezat satılmıştır. Kutsal İslâm mabetleri kiraya verilmiş, depo yapılmıştır. Tarihçilerimiz bunları da incelemeli, müdellel (delilli isbatlı) kitaplar kaleme almalıdır.
Yakın tarihin iki ünlüsü İstanbul’da Beyoğlu Tokatlıyan Oteli civarında kerhâne (randevu evi) açmış, bir sürü iğrenç iş yapmışlardır. Onlar ve benzerleri de tarihe tescil edilip yaptıkları rezaletler açığa çıkartılmalıdır.
Dalkavukluk, yalakalık, putlaştırma yakın tarihimizin çirkin işlerindendir. Hiçbir medenî toplum dalkavukluğa, putlaştırmaya yeşil ışık yakmaz. Sosyologlarımızın “Yakın Tarihimizde Dalkavukluk” konusunda çok ciddî, çok mufassal, belgeli kitaplar yazarak bu konuyu aydınlatmaları, dalkavukları teşhir ve terzil etmeleri millî bir vazifedir.
Yazılı-edebî Türk lisanına, Türk tarihine, Türk kimliğine, Türk kültür ve kişiliğine, Türk mimarlık ve şehirciliğine, Türk medeniyetine yapılan ihanetler, kötülükler, suikastlar da ilmî, ciddî, bîtaraf tedkikler şeklinde kitaplaştırılmalıdır.
Bu hususta kimsenin gönlüne, hatırına bakılmamalı, sadece gerçeğe, Türkiye’nin menfaatlerine hizmet edilmelidir. Şayet, birtakım sakıncalar ve engeller yüzünden böyle kitapların dahilde yazılması ve yayınlanması mümkün olmazsa yurt dışında hazırlanıp yayınlanmalıdır.
Türkiye’nin ziraati, hayvancılığı, sanayii, iktisadiyatı, finansı, eğitimi, töreleri, kendisine manevî güç veren gelenekleri nasıl çökertilmiştir? Bunların incelenmesi, sorgulanması şarttır.
Yazısı son derece güç, çetrefil, öğrenilmesi ve öğretilmesi gayet zor olan Japonca ile günde on üç buçuk milyon basan gazeteler nasıl yayınlanmaktadır? Japonya bu yazı ile nasıl olmuş da uluslararası ilim, teknik, sanayi, kültür, sanat yarışında önde koşabilmiştir. Bu yazı ile Japonlar nasıl olmuşlar da bir yığın Nobel kazanabilmişlerdir? Bu husus da incelenmelidir.
Türkiye kendi kendine mi çökmüş ve batmıştır, yoksa planlı, programlı, kasıtlı bir şekilde mi çökertilmiş ve batırılmıştır?
Aydın ve seçkin bir Türkiyeli olmak için sadece parlak bir diplomaya sahip olmak yeterli değildir. Gerçek aydın, gerçek seçkin ülkesindeki ve insanlık âlemindeki bütün kötülüklere karşı muhalefet yapmakla yükümlüdür.
Eğer Türk aydınları, Türk seçkinleri bu milî muhalefet ve sorgulama işini ve vazifesini yapmıyorlarsa, yapamıyorlarsa, yapmak istemiyorlarsa onlar aydın ve seçkin değil, sadece aydın ve seçkin müsveddesi ve karikatürüdür. 22 Nisan 2003