Yakın Tarihimizde Rize’de Vakıf Eserleri Kıyımı
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 12 Ocak 2019
Salı
İshak Güven Güvelioğlu beyden aldığım mektubu aşağıda okuyacaksınız. Biz, gereği kadar yazmayan, birtakım gerçekleri yazı ile güven altına almayan bir toplumuz. Bilenler yazmayınca, bildikleri gerçekler ölümlerinden sonra kayboluyor. Batı dünyasında bundan beş yüz yıl önce yazılmış mektuplar arşivlerde saklanmaktadır. Bunlar tarihe ışık tutmaktadır. Yahudilik âleminde de böyledir. 1600’lerde Fas’taki bir şehirden Hollanda’da birine yazılmış mektuplar bulunduğunu Scholem’in Sabatay Sevi’yi anlattığı kitabında okumuştum.
“Öncelikle selâm ve hürmetlerimi arz ederim.
adlı eserinizi ilgiyle okudum. Bilmediğimiz bir çok şeyi öğrenmemizi sağladığınız için Allah razı olsun.
Kitabın 311’inci sayfasındaki ricanızı dikkate alarak memleketim Rize civarında Osmanlı-İslâm eserlerine yapılan imha ve tahribattan tesbit edebildiklerimi arz ediyorum.
1. YALI CAMİİ: Bütün eski Rize resimlerinden görülen kırma çatılı, tek minareli, şehir merkezinde sahile yakın şadırvanlı bir camiydi. Vakıflar tarafından satılmış ve yıkılmıştır.
2. ŞEYH ALİ SEMERKANDÎ Hz. TÜRBESİ: Şehir meydanında Şeyh Camii önünde bulunan gayet büyük ve sağlam bir türbeydi. Rize’ye gelenlerin ziyaret ettiği bu türbe Cumhuriyetin ilk yıllarında, çevresindeki kitabeli tarihî mezarlarla birlikte yıkılıp düzlenmiştir.
3. KADİRÎ TEKKESİ: Şehir meydanında Eski Hükümet Konağı ile eski Adliye binası arasında bulunuyordu. İlk Rize valisi Hurşid Akkaya tarafından yıktırılıp ortadan kaldırıldı.
4. ORTA CAMİDEKİ TÜRBE ve KABRİSTAN: Rize’nin Çarşı mahallesindeki Orta cami önünde bulunan bu türbe ve tarihi mezarlık da, meydan açma bahanesiyle yıkılıp yok edilmiştir. Bugünkü İl Halk Kütüphanesi önünde bulunan kitabeli tarihî mezarlar da kaldırılmıştır. Bu mezarların az bir kısmı, vereseleri tarafından Veliköy’e nakl edilmiş ve kurtarılmıştır.
5. KARADERE MEDRESESİ: Kalkandere ilçe merkezinde 1869 yılında Gümüşhanevi hazretlerinin halifelerinden Rize Kalkandereli Müderris Hüseyin efendi tarafından inşa edilmiş iki katlı 36 odalı büyük bir eserdi. Rahmetli dedem ve Müderris Hüseyin efendinin torunu Hacı Hüseyin Güven’in ifadesiyle 1932 yılında buraya nahiye müdürü olarak vazifeye başlayan imansız biri tarafından, arsasına okul yapılacak bahanesiyle yıktırılmıştır. Medrese yanında bulunan Müderris Hüseyin efendinin kabri ile Osmanlı devrinde nahiye müdürlüğü yapmış bir zat ve iki askerin kabirlerinin de yıkılıp düzleneceği söylenince akrabamızdan Cafer Güven’in (Ö. 1985) önderliğinde Hüseyin efendinin kabri ölümünden 44 sene sonra Hüseyinhoca köyündeki evimizin önüne nakl edilmiştir. Bilginize sunarım. İshak Güven Güvelioğlu / iguvelioglu@mynet.com
İshak beye teşekkür ediyor, bilmukabele selâm ve hürmetlerimi sunuyorum. Ülkemizin çeşitli yerlerinde yaşayan şuurlu, bilgili, vicdanlı vatandaşlara da, çevrelerinde yakın tarihimizdeki yapılmış kültür katliamı konusunda bildiklerini ve başkalarına sorarak öğreneceklerini yazıya geçirmelerini tavsiye ediyorum.
Maalesef yakın tarihimizde, bu vatanın bize ait olduğunu gösteren tapu senetleri durumundaki on binden fazla ecdat eseri yok edilmiştir. Camiler, medreseler, taşmektepler, tekke ve zaviyeler, imaret binaları ve daha çeşit çeşit vakıf eserleri. Bu eserleri, bizim hayırsever dedelerimiz, ninelerimiz, atalarımız vakf etmişti. Onların çoğunun mezarları düzlendi, nam ve nişanları kalmadı ama vakfiyelerdeki lanetler hem zalimlerin, hem de zulme karşı (yasal sınırlar içinde) direnmeyen Müslümanların üzerindedir.
Zalimler en fazla eski tarihî İslâm kabristanlarını tahrip ve yok etmişlerdir. O devirde sadece bir mezarlığın en ufak bir taşına, bir karış toprağına bile dokunulmamıştır. Bu mezarlık, zâhiren İslâm mezarlığı gibi görünse de, aslında Sabatay Sevi dinine mensup Dönmelerin ve Avdetîlerin kabristanıdır. (Üsküdar’da Bülbülderesi’nde)
Dindar halkımız, yıkılan camilerin bir kısmını yeniden yaptırdı, ihya etti. Lakin büyük kısmının yerlerinde yeller esmektedir. İstanbul’un Eminönü semtinde 120’den fazla tarihî caminin isimleri biliniyor ama kendileri yoktur. Otuzlu yıllarda Vakıflar bunları satmış, binaları yıkılmış, yerlerine han, apartıman gibi mülkler yapılmıştır. Bir tek ilçede bu kadar cami şu anda yok ise, Türkiye’nin öteki yerlerindeki kıyımı siz düşününüz.
Edirne’de birkaç sene önce Rahmet-i Rahman’a kavuşan çok değerli, halk tarafından çok sevilen bir vali vardı. Bu zat vilayet adına bir kitap bastırmıştı (Şu anda yanımda değil, ismini veremiyorum), yakın tarihte Edirne’de satılarak yok edilen 300 küsur caminin, mescidin, tekkenin (onlar da cami sayılır) listesi veriliyordu. İstanbul’daki, Gelibolu’daki gayr-i müslim mezarlıkları Lozan andlaşması mucibince korunurken, maalesef Müslüman kabristanları, adeta, üzerlerine atom bombası atılmışçasına yok edilip düzlenmiştir.
Binaları ve arsaları satılan, yıktırılan, yok edilen camiler, medreseler, tekkeler, imarethaneler vakıf eserleriydi. Bunları vakf eden atalarımız vakfiyelerine şöyle şartlar koşmuşlardır:
Bazı safdiller, ileride her şeyin düzeleceğini sanıyorlar. Evet işler düzelebilir, memleket ve millet selamete çıkabilir ama birtakım şartların yerine getirilmesi gerekir. Öyle bedavadan kurtuluş ve selamet olmaz. Bu şartlardan birincisi eski vakıf eserlerini yeniden yerlerine koymaktır. Aksi takdirde o lanetler bizi, hepimizi yakacaktır. Zalimleri zulümleri dolayısıyla, o zulmü yapmamış olanları da, zulmü önlemek için çalışmadıkları, protesto etmedikleri için.
Düşünebiliyor musunuz? Siz hayırsever bir insansınız. Kendi malınızdan ve servetinizden bir vakıf yapıyorsunuz, ta ki, insanlar yararlansın, hayırlı bir hizmet ve faaliyet yapılsın. Sonra siz ölüyorsunuz. Birtakım zâlim kişiler sizin vakfınızı yok ediyor, mülkünü satıyor. Siz buna lanet etmez misiniz?
Maalesef çok yakın tarihlere kadar birtakım akar vakıflarının yağma edilmesi, yok edilmesi, satılması, gayeleri dışında kullanılması aralıksız sürmüştür. Hatta akar vakıflarla yetinmeyenler hayrat vakıflarına da göz dikmişlerdir. Şu anda İstanbul’un Şişli ilçesinde 300’den fazla hayrat vakfını akar vakfına çevirip ele geçirmek için rantçılar kapalı kapıların ardında hummalı bir faaliyet göstermektedir.
Zâlimlerin, yiyicilerin kuş kadar akılları, böcek kadar vicdanları olsa bu mallara dokunmazlar, onları titizlikle korurlar.
Vakıf mallarını yok edenler, vakıf şartlarını çiğneyenler lanetlidir. Onlar bu dünyada bin çeşit belâ, musibet, kaza, uğursuzluk ile karşılaşacaklardır. Ahirette de yaptıklarının hesabını vereceklerdir. Yerleri cehennemdir.
Kitabın satılması için reklâm yapmıyorum, böyle şeylerden uzak duran bir kimse olduğumu düşmanlarım bile kabul eder. Yakın Tarihte Cami Kıyımı adlı kitabımı okursanız dehşet içinde kalacaksınız.
Namuslu, şerefli, haysiyetli, vatansever, haram yemez, doğru vakıfçılarımızı tenzih ederek söylüyorum, maalesef birtakım rant çeteleri vakıf mallarına göz dikmişlerdir.
Bundan on sene kadar önce Haliç sahillerinde tarihî bir kabristan Vakıflardan başka bir kuruma devr edilmiş ve birkaç gün sonra aç bir köpeğe satılmıştır.
Taksim’de, Sultan Bayezid-i Velî hazretleri devrinden kalma tarihî bir kabristan vardı. O da buldozerlerle düzlenmiş, ecdat kemikleri hallaç pamuğu gibi atılmış ve yerine şeddadî bir han yapılmıştır.
Vakıf mallarına, ecdat kabristanlarına uzanan eller iflah olmaz. Açınız fıkıh kitaplarımızı, kabristanlarla ilgili hükümleri ve fetvaları okuyunuz, göreceksiniz ki, Müslüman ülkesindeki gayr-i müslim mezarlıklarına bile dokunulmaz.
1950’li yıllarda İstanbul’da bir 6/7 Eylül faciası yaşanmıştı. Kışkırtılmış vahşî sürüler gayr-i müslim vatandaşlarımızın işyerlerini, dükkânlarını, fabrikalarını, atölyelerini, evlerini tahrip etmişler, büyük yağma yapmışlar, götüremedikleri eşyayı ve malları parçalamışlar ve yakmışlardı. Bu tahrip hareketinden kiliseler de selamette kalmamıştı. Oralara da girmişler, kıymetli eşyayı, ikonaları çalmışlardı. Böyle bir şeyi aklı başında hiçbir Müslüman yapmaz.
Müslümanlar, yok edilen vakıflardaki lânet şartlarını hatırından bir an bile çıkartmasınlar.
Mezarları yok edilen, üzerinde kutsal kelimeler yazılı kabir taşları hoyratça kırılan, atılan, hatta bazısı mıcır yapılan atalarımızın lanetleri zalimlerin üzerinedir. Gafillerin de vebali ve sorumluluğu büyüktür.
Yazıma, yakın tarihteki karanlık günlerde, bir mürşid-i kâmilin ibretli bir sözü ile son vermek istiyorum.
O büyük ve ârif zata biri gelmiş, kulağına eğilerek sormuş:
– Efendi hazretleri, nedir bu başımıza gelen belâlar, musibetler, felâketler? Bunlardan ne zaman kurtulacağız, selamet ve rahata ne zaman çıkacağız?
Efendi hazretleri acı bir tebessümle şu cevabı vermiş: