Cumartesi

Yirmi küsur gün süren Sakarya meydan muharebesinde, Müşir (Mareşal) Fevzi (Çakmak) Paşa askerleri gayrete getirmek için siperlerde yüksek sesle Fetih sûresi okumuştur. O savaşta canlarını bu milletin mukeddesatı, bu vatanın istiklali için feda eden mücahid askerlerimize, ileride Ayasofya camii kapatılacak, ezan okunmayacak, namaz kılınmayacak denilseydi acaba ne yaparlardı?

Sakarya’daki zaferden sonra işgal altındaki İstanbul’da Ayasofya camii’nde şehidlerin ruhu için mevlid okunmuş, zamanın padişahı Sultan Vahdettin de o mevlide gelmişti.

Bana sormayın, haysiyetli ve namuslu bir aydın ve tarihçi olan

Prof. Mete Tunçay’a

sorunuz. Kendisiyle aynı inançları paylaşmıyoruz. Ona kaç defa:

– Millî mücadelemizin rengi ve mahiyeti neydi?..

diye soruldu. Her defasında cesaretle:

– İslâmî bir mücadele ve cihad hareketidir…

meâlinde cevap verdi.

Haysiyetli, namuslu, şerefli, gerçeğe saygılı aydınlar ve tarihçiler yalan söylemezler, tarihi çarpıtmazlar.

23 Nisan 1920, bir Cuma gününe rast gelmiştir. O gün ilk Büyük Millet Meclisi mebusları (milletvekilleri) Hacıbayram camiinde topluca namaz kıldıktan sonra etraf tekbir sesleri ile çınlarken Meclis binasına gelmişler, kurbanlar kesilmiş, dualar edilmiş ve Meclis açılmıştır. Meclis’in açılmasından önceki günlerde Ankara valisinin emriyle Kur’ân hatmi, Buharî-i şerif hatmi yapılmıştır.

O tarihte Ankara’da yaşayan bütün İslâm kadınları ve genç kızları tesettürlüydü.

Bir gün gelecek bu vatanda tesettürlü olmak bir suç sayılacak, tesettürlü kadınlar horgörülecek denilseydi kimse inanmazdı ve böyle söyleyene

“Sen delirdin mi?”

denilirdi. Bu millete, bilhassa genç nesillere yakın tarihimiz, millî mücadele tarihimiz gerçek şekilde öğretilmelidir.

Bu konuda gerçek bilgiler ve gerçek belgeler hasıraltı edilmemelidir. Meclis’in ilk celsesesinde

(oturumunda)

reis-i sin

(en yaşlı üye)

olan Sinop mebusu Şerif Bey Meclis’in açılış gayesini nasıl anlatmıştı? Ondan sonra kürsüye çıkan Mustafa Kemal Paşa ne demişti?

İlk Meclis’te yetmiş küsur sarıklı din hocası, tarikat şeyhi ve eşraftan zat bulunuyordu. Ankara’da yeterli otel ve pansiyon olmadığı için bir okulun yatakhanesinde kalan mebuslar için sabah ezanı okunuyordu. Millî Mücadeleye katılmak için şehzadelerden Ömer Faruk efendi İnebolu’ya gelmiş, oradan geri çevrilmiştir.

1920’de, 21’de Türkiye dinsiz olsun demek mümkün müydü? Böyle söyleyeni parçalarlardı. Ah imkânım olsa da beş büyük ciltlik, üç bin sayfalık, tamamı gerçek bilgi ve belgelerle dolu bir Türkiye Millî Mücadele Tarihi hazırlatıp yayınlayabilsem.

İngiltere arşivindeki Türkiye’nin yakın tarihi ile ilgili bilgiler, aradan 75 sene geçtikten sonra tarihçilerin araştırmalarına açılacaktı ki, bir Ortadoğu devletinin isteği üzerine gizlilikleri 25 sene daha uzatıldı. Niçin niçin niçin? Millî Mücadele tarihimizle ilgili olarak İngiltere, Fransa, Rusya, Almanya, İtalya ve başka devletlerin arşivlerinde büyük sayıda belge bulunmaktadır. Bunların önemlileri ciddî tarihçiler tarafından taranmalı, asılları ve tercümeleri açıklamalarla birlikte ciltler halinde yayınlanmalıdır.

Yunanistan’da yakın tarihimizle ilgili bir sürü kitap, makale, araştırma yayınlanmıştır. Bunlardan haberimiz var mıdır? Son Halife İkinci Abdülmecid bin Abdülaziz Han’ın on iki ciltlik hatıraları niçin yayınlanmıyor? Hangi güç onların milletin dikkat bakışlarına sunulmasını istemiyor.

Halide Edib Adıvar’ın

“Türkiye’de Şark Garp ve Amerikan Tesirleri”

adlı kitabı 1956’da yayınlandı. Nüshaları bulunmuyor, aranıyor, fakat derin güçler o kitabın yeniden yayınlanmasını istemiyor. Niçin?

Türkiye Müslümanları kendi yakın tarihleri, İstiklal Savaşı Mücadelesi hakkında niçin ciddî araştırma enstitüleri kurmuyorlar, önemli kitaplar ve külliyatlar yayınlamıyorlar? Şifahî kültürlü oldukları için mi?

Merhume Münevver Ayaşlı hanımefendi söylemiş ve yazmıştır: Refet Paşa’ya sormuş: “Paşam niçin hatıralarınızı yazmıyorsunuz?” Paşa acı bir tebessümle: “Bu milletin bir Millî Mücadele tarihi var, onu da bana yıktırmayın?” Paşa ne demek istemiş acaba?

Millî Mücadeleye katılmış, Anadolu’ya bir Alman denizaltısıyla gelmiş

Şeyh Sünusî’

nin, yıllar sonra Mısır’da basılmış bir kitabı vardır:

“El-Kumbuletü’l-………….’ala hayati’l-İslâmiyye”

Bu kitabı bilen, gören kaç kişi vardır bu ülkede?

Lozan Lozan deyip duruyorlar.

Kadir Mısıroğlu

iki ciltlik kitabına

“Lozan, Zafer mi, Hezimet mi” adını

niçin vermiştir.

Lozan’ın bir türlü bulunup açıklanamayan gizli protokollarında ne gibi maddeler bulunuyordu?

İsmet Paşa’nın İnönü zaferlerini kazandığı anlatılıyor. O, gerçekten bu zaferleri kazanan kumandan mıdır?

Kazım Karabekir Paşa

kurtuluş savaşından sonra niçin İstanbul Erenköyü’ndeki konağında ev hapsinde yaşatılmıştı?

Topal Osman

hadisesinin içyüzü nedir?

Lozan’da

Başhaham Hayim Nahum

nasıl bir rol oynamıştır? Lozan imzalandıktan sonra, niçin Türkiye’de durmamış, Mısır’a gitmiş, seneler sonra şu meşhur

Abdünnasır’ın danışmanı

olmuştur?

Millî Mücadelenin meşhur bir şahsiyeti Halife olmak istemiş midir?

Millî Misak sınırları içinde bulunan

Musul ve Kerkük bölgesinden niçin vaz geçilmiştir?

İlk Meclis’te mebusları bulunan

Batum

niçin Ruslara verilmiştir. Maraş, Antep, Urfa’da olduğu gibi millî bir şahlanış arefesinde olan

Halep

niçin Fransızlara peşkeş çekilmiştir?

Evet tekrar soruyorum:

Yakın tarihimizin, Millî Mücadelemizin gerçek tarihi niçin yazılmamaktadır? Dedelerimiz Çanakkale’de, diğer cephelerde, Millî Mücadelede hangi değerleri korumak için çarpıştılar? Millî Mücadeleden sonra hangi hainler korkunç bir yağma hareketine başlayarak kısa zamanda haram ve kara paralarla Karun gibi zengin oldular?

İstanbul 1922’de istirdat edildikten

(Geri alındıktan sonra)

yurt dışına kaçan Ermeni zengini

Mateosyan’ın

matbaasına, binalarına, makinalarına hangi adam el koymuştur?

Yakın tarihimizle ilgili binlerce vak’a, hadise, konu hakkında sağlam belgeler mevcuttur. Bunlar hakkında şu veya bu tarihte, şu veya bu gazete ve dergide, yahut kitapta az veya çok bilgi bulunmaktadır ama bunların çoğu unutulmuştur, kıyıda köşede kalmıştır, bilinmemektedir.

Evet, bu bilgilerin, bu belgelerin, bu gerçeklerin beş, on, yirmi ciltlik külliyatlar halinde yayınlanması gerekir. Ta ki, bu halk kendi tarihini öğrensin, yakın mazisini bilsin. 27 Ağustos 2006