Yakın Tarihimizin Esrarları
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 04 Şubat 2019
Cumartesi
Yakın tarihimizin çarpıtılmış, kasıtlı olarak karanlıkta bırakılmış bir takım esrarlı hadiseleri vardır. Bizim toplumumuz şifahî ve bedevî değil de medenî ve yazılı bir toplum olmuş olsaydı bu hadiseler hakkında nice ilmî araştırmalar yapılır, karanlıklar dağıtılır, konular gün ışığına çıkartılırdı.
Çok acıdır ama itiraf etmemiz gerekir:
– Göçebe zihniyetliler ilmî araştırma yapamaz; değerli kültür, sanat, medeniyet kitapları çıkartamaz.
– Bedevîler ilmin, irfanın, hikmetin, sahih bilgilerin, belgelerin ışığında gerçekleri araştıramaz.
Son yüz yıllık tarihimiz bir takım konvansiyonel ve resmî yalanlarla doludur. Bunlardan biri de Sultan Abdülhamid’in kötü bir kimse olduğudur. Abdülhamid Han İngilizler, Ermeni komitacıları, emperyalistler, sömürgeciler, siyonistler, misyonerler için kötü olabilir ama Müslümanlar Türkler için asla kötü değildir, olmamıştır. Bir insan, bir devlet reisi olarak onun da hatâları olmuştur, lakin o, Nihal Atsız’ın dediği gibi “Gök Sultan”dır, Ulu Hakan’dır; devletimize, vatanımıza, halkımıza büyük hizmetleri dokunmuştur.
Bu memleketin Müslümanları ve milliyetçileri medenî, vasıflı, şehirli, kültürlü olsaydılar şimdiye kadar Sultan İkinci Abdülhamid Han hakkında en az bine yakın ilmî, değerli, vasıflı, ciddî araştırma kitabı yazılmış ve yayınlanmış olurdu. Yazık ki, bir tane bile yoktur.
Mustafa Kemal Paşa hakkında şimdiye kadar belki de on bin adet apolojik mahiyette kitap ve kitapçık yayınlandı. Hakkında bu kadar eser bulunmasına rağmen o, Türkiye’nin hâlâ bir numaralı bilinmeyenidir. Bu memleketin inançlı, milliyetçi, vatansever tarihçilerinin, araştırıcılarının, büyük fikir adamlarının Paşa hakkında objektif, çok yüksek seviyede ciddî kitap telif etmiş olmamaları büyük bir eksikliktir.
Atatürk’ün hayatındaki kadınlardan biri Fikriye hanımdır. Fikriye hanım Cumhuriyet’in ilk yıllarında intihar etmiş veya öldürülmüştür. Resmî versiyon “intihardır”, gerçek ise onun ölümünün bir cinayet ve katil hadisesi olduğudur. Can Dündar “Fikriye” adlı kitabında (Milliyet Yayınları) Fikriye’nin yeğeni Abbas Hayri Özdinçer’in ağzından şu satırları yazmaktadır:
– Bize anlatıldığına göre, halamı faytonun içinde sırtından vurulmuş olarak buluyorlar. Babam Enver bey, o gün halamın ölümünden haberdar ediliyor. Ertesi sabah sivil polisler Çankaya’dan gelen şifahî bir emirle babamı Ankara’ya götürüyorlar. Babamın ısrarlarına rağmen halamın cesedi kendisine gösterilmiyor. Mezkur tabanca dahil, merhumenin bütün şahsî eşyalarına el konuluyor. Babamın cesedi görmekte ısrar etmesine ve dâva açmak tehdidine karşı hâkim aynen şöyle diyor: “Bu tâbir şekvalar hakkınızda hayırlı olmayacak neticeler doğurabilir. Başınız sağ olsun Enver bey:” Bunun üzerine babam bir arkadaşı ile beraber halamın o gece kaldığı hastahaneyi araştırıyor. Cinayet günü halamla aynı hastahanede kalan bazı hastaların isim ve adreslerini tesbit ediyorlar. Bu hastalardan biri Polatlılı Çoban Hüseyinmiş, hadise günü üst kat tamamıyla boşaltılırken onu baygın zannedip başka koğuşa nakletmemişler. Babamlar bu çobanı daha sonra köyünde bulmuşlar ve o gece ne olduğunu sormuşlar. Çoban Hüseyin aynen şunu söylemiş: “O gece bir avrat getirdiler, sabahlara kadar avazı dinmedi. «Alçaklar, katiller vurdular beni…» diye bağırıyordu.” Halam ertesi gün ölmüş… (S. 34) (Kitaptaki bu satırlar eserin CD’sinde yer almamaktadır.)
Can Dündar’a Türkiye adına; Türk devleti, Türk halkı adına, gerçek adına, tarih adına teşekkür ediyoruz. Ancak Fikriye hanımın esrarlı ölümü hakkında bir kitap yetmez. Bu konu tarihçilerimiz, araştırıcılarımız tarafından didik didik edilerek araştırılmalı, iğne ile kuyu kazarcasına gerçekler ortaya çıkartılmalıdır.
Merhume Münevver Ayaşlı hanımdan duydum: Re’fet Paşa’ya sormuşlar: Paşam hatıratınızı niçin yazmıyorsunuz? Acı bir gülümseme ile şu cevabı vermiş: ‘Bu milletin bir Millî Mücadelelesi var, onu da ben yıkmayayım…’
Millî Mücadele’nin, Kurtuluş Savaşı’nın gerçek tarihî maalesef yazılmamıştır. Bu memleketin vatansever, vasıflı, idealist, namuslu aydınlarının tezelden bir “Millî Mücadele Tedkikleri Enstitüsü” kurarak araştırmaya, yayına başlamaları şarttır. Bunu yapamıyorsak göçebe, bedevi varoşlu, gecekondulu olduğumuzu kabul edelim.
Bizim yakın tarihimiz hakkında dünyada, çeşitli dillerde binlerce önemli kitap çıkmıştır. Bunların bir çoğunun aynen, notlar ve açıklamalarla tercüme edilmesi gerekir.
Yunanlılar 1919’da İzmir’e asker çıkarttılar, tedricen Batı Anadolu’yu işgal ve istila ettiler, Polatlı yakınlarına kadar geldiler. Sonunda hezimete uğrayıp gittiler. Elen diliyle, Yunan gözüyle bizim Millî Mücadelemiz hakkında kimbilir kaç bin adet tarih, hatıra kitabı çıkmıştır. Bunlardan bir tanesi bile Türkçeye tercüme edilmemiştir. Onların gözünde Mustafa Kemal Paşa kimdir? Bu hususta bilgimiz var mı?
1980’lerde ABD’de “Immortal Atatürk A Fsychobiography” adında bir kitap çıktı. Yazarları: Vanık Volkan – Norman Itzkowitz. Bu kitabın Türkçe tercümesi de yayınlanmıştır: Ölümsüz Atatürk (Bağlam Yayınları). Ancak gariptir ki, kitabın orjinal İngilizcesinin Türkiye’ye sokulması yasaklanmıştır. Allah Allah!.. Acaba niçin yasaklanmış?.. Türkçe’ye tercüme edilirken acaba hangi kısımlar çıkartılmıştır?
Zaman zaman yazarım: Son seksen yıllık yakın tarihimizle ilgili onbinlerce kitap, kitapçık, risale, makale, dergi ve gazetenin Türkiye’ye sokulması bakanlar kurulu kararıyla yasaklanmıştır. Bu yasak yayınlar, bizim tarihimizin kaynaklarıdır. Bazısının içinde yanlışlar, garazkarlıklar da bulunsa yasaklanmaları doğru değildir.
Yine Türkiye’de bazı gerçeklerin yüksek sesle söylenmeleri veya yazılı olarak beyan edilmeleri de yasaktır, son derece tehlikelidir. Bizde tarih üzerinde tabular, yasaklar vardır. Bunca yasak, tabu, karanlık içinde gerçek tarih nasıl yazılabilir?
Yakın tarihimizde Sabataycıların yeri, oynadıkları roller, tesirleri nelerdir? Bu husus da katmerli karanlıklar içindedir. Tarihin yorumları olabilir ama yasakları olamaz.
Ciddî ve vasıflı tarihçiler; savcı, hakim ve cellat olmadıklarının bilinci içindedir. Tarihçi savcı değildir ama bir nevi savcıdır, hakim değildir ama bir nevi hakimdir, cellat hiç değildir.
Tarihî bir şahsiyete, anasına babasına sövüp saymak âdiliktir, bayağılıktır ama onun ailesini, kökekini, anasını, babasını araştırmak asla bir suç olamaz.
1. İsmi, tek kimliği açıkça Yahudilik, Musevîlik olanlar.
2. İki kimlikli Yahudiler: Asıl ismi Moiz Kohen, lakin Tekin Alp takma adıyla Türkçülük ve milliyetçilik kitapları yazmıştır.
3. Sabataycılar: İki kimliklidir. Zahiren Türk ve Müslüman görünür, gerçekte ise Yahudiliğin Sabatay Sevi tarikatına mensuptur. Ne Müslümandır ne de düzgün Yahudi; iki arada bir derede kalmışlardır.
4. Özbeöz Türk ve Müslüman görünen crypto Yahudiler.
Bu ülkenin Müslümanları bedevî, göçebe, varoş kafalı, gecekondu zihniyetli olmasalardı şimdiye kadar yakın tarihimizdeki Yahudiler ve tesirleri hakkında binlerce değerli inceleme hazırlamış ve yayınlamış olurlardı. (Elbette ki, medenî, şehirli, vasıflı Müslümanlar mevcuttur, lakin onlar istisnadır ve istisnalar kaideyi bozmaz.)
Evet yakın tarihimiz hakkında en az bin adet çok derin, çok ciddî, çok değerli monografi yazılmalıdır. Bununla da bitmez, Ahmed Cevdet Paşa çapında büyük tarihçilerin son bir asırlık tarihimizi sistematik mufassal şekilde yazmaları; tahlil ve terkib yapmaları da gerekir. Göçebe ve bedevî zihniyetli ve kültürlü nice çoğunluk vardır ki, kültürlü ve şehirli azınlıkların esiri olmuştur. 10 Ağustos 2003