Yalan
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 26 Şubat 2019
Salı
O gün, eskicileri dolaşırken iki kitap almıştım. Biri bundan seksen sene evvel Beyoğlu’ndaki Beyaz Ruslar hakkında, diğeri diyetle ilgili bir kitaptı. Yolda giderken akşam ezanına az kalmıştı, ara sokaklardan birindeki küçük bir camide cemaatle namaz kılıp ayrıldıktan sonra arkamdan biri:
– Usta, usta, usta!.. diye bağırmaya başladı. Ustalığı üzerime almadım ama bir müddet sonra başımı çevirip baktım. Meğerse bağıran zat beni kasdediyormuş. “Buyurun, ne var?” diye sordum. “Camide sağlık karnenizi unutmuşsunuz, içeride rafta duruyor” dedi. Benim sağlık karnem yok; “Sağlık karnesi bana ait değil”‚ dedim yoluma devam ettim. Eve geldim, meğerse adamın sağlık karneniz dediği şey diyetle ilgili kitapmış, unutmuşum.
Bu satırları yazmaktan maksadım, bir kısım halkın kafasının ve zekasının ne durumda olduğuna dair çarpıcı bir örnek vermektir.
Koskoca bir vatandaş diyetle ilgili bir kitaba sağlık karnesi diyebiliyorsa, öyle vatandaşlarla dolu olan bir memleketin halini siz düşününüz.
İnsanların zekaları da, fizikî yapıları gibi gelişebilir veya dumura uğratılabilir. Bu memlekette uzun yıllardan beri beyinlerin gelişmesi için değil, gelişmemesi, körlenmesi için sistemli bir şekilde çalışılıyor.
Resmî tevhid-i tedrisat eğitiminin durumu mâlum. Medya mâlum. IQ’su 100’ün üzerinde olan bir çocuğu okula verin, sekiz sene sonra, şu meşhur temel eğitimden sonra zavallının zekası 80’e inmiş veya indirilmiş olacaktır.
Bizim büyük gazeteleri okuyan, televizyon kanallarını seyreden bir kimse birkaç ayda sersemleşmeye mahkumdur.
Bir ülkede zekanın gelişmesi, kültürün vasıflı olması için ilk başta edebî ve yazılı lisanın zengin olması gerekir. Bizdeki Türkçe zengin mi? Liselerimizde doğru dürüst Türk lisan ve edebiyatı kültürü verilebiliyor mu? Homurtu, böğürtü, inilti, feryat ve ünlemlerle konuşan yığınlarda zeka ne kadardır?
Kocaman diyet kitabına “Sağlık karnesi” diyen kimseleri aldatmak çok kolaydır.
– Derviş geldi, ülke kurtulacak…
– Dışarıdan para gelecek, düze çıkacağız…
– Seçimlerden sonra işler düzelir…
– Falan parti, filan lider Türkiye’yi selamete çıkartır…
Bu kocaman yalanlar, bu dev balonlar diyet kitabını sağlık karnesi sananlar için ne cazip, ne parlak gerçeklerdir.
Halk böyle de aydın, okumuş, seçkin geçinenlerin durumları çok mu parlak.
Avrupa siyasetinde yalan ahlâksızlıktır, ayıptır. Amerika da ise ahlâksızlığın ötesinde suçtur. Amerika’da bir politikacı yalan söyleyemez, söylediği taktirde başına çok çorap örülür.
Bizde ise tatbikatta yalan ne ahlâksızlıktır, ne ayıptır, ne de suç. Birkaç nâdir istisna dışında politikacılar bol bol yalan söyler. Yapamayacakları şeyleri vaad ederler ve sonra yapmazlar. Bu da yalanın bir türü değil midir? Halkı kandırırlar.
Yalan ve aldatma siyasetin temel prensibi haline gelmiştir. Oyalamak için yalan, iktidarda kalmak için yalan, rant için yalan.
Halka acı gerçekleri söylemek kimsenin işine gelmez. Acı gerçekler rant getirmez.
Okullarda genç dimağlara aşılanan Darwinizm teorisi kocaman bir yalan değil midir? Darwinizm çoktan bitti, iflas etti. Atesitler, materyalistler bile artık o fersude nazariyeye inanmıyor. Şimdi neo-darwinzm var, o da yalan. Yalan ama okullarda okutuluyor ısrarla.
Yakın tarihimiz bir sürü büyük yalanla dolu değil mi? Bir takım önemli tarihî gerçekleri söyleseniz, yazsanız başınız fena halde belaya girer. Niçin onbinlerce tarih kitabının, araştırmasının, makalelesinin, gazetenin, derginin yurda sokulması yasaktır? Onlarda anlatılanlar mı yalandır, bizdeki tezler mi? Cesaretleri varsa serbest bıraksınlar, tarihçiler tartışsın.
İngiliz arşivlerinde Hilafetle ilgili birtakım gizli belgeler ve bilgiler, belli bir müddet geçtikten sonra kitap halinde bastırılmış ama bu külliyatın bazı ciltlerinin Türkiye’ye sokulması yasaklanmış. Niçin?
Yakın tarihimizdeki bazı önemli Sabataist ve Yahudi şahsiyetleri niçin açıkça yazamıyoruz?
Zavallı Müslümanlar! Onlar da bu yalan furyasından ve tufanından nasiplerini almışlar. Yüzlerce, binlerce zata gavs, kutub, sahib-i zaman deniliyor. Bunlar bir devirde üç beş kişiden ibarettir. Kendilerine gavs, kutup, sahib-i zaman denilenlerin hangileri sahih, hangileri sahtedir?
Dine hizmet perdesi altında yıllardan beri milyarlarca dolarlık rantlar toplanıyor, yeniliyor. Bu konuda konuşacak cesareti olan var mı?
Hani Müslümanlar kurtulacaktı? Hani zafere az kalmıştı? Kurtuluş ve zafer ne zaman? Çıkmaz ayın son çarşambası mı?
Gerçekler tartışma konusu oldukça, sorgulandıkça daha da kuvvetlenir. Yalanların ve yalancıların tartışmaya, sorgulanmaya mecali yoktur. Balonları patlar, mumları sönüverir.
Bazıları yalanlara bağımlı olmuştur, yalansız yaşayamaz.
Bazıları yalanın ticaretini yapar. Sermayeleri yalandır. Yalan sayesinde milyarlarca dolar kazanırlar.
Şehrin büyük meydanlarından birine her pazar günü bir araba gelir, içi sözde şifalı bir madde ile doludur. Çığırtkanın biri elindeki hoparlörle, ne kadar hastalık varsa sayar ve ilacın bütün bu hastalıklara iyi geldiğini söyler, ilaçlar satılır, adam para kazanır. Doğruyu söylemesi gerekse ticareti, kârı, kisbi elinden gider.
Namuslu, şerefli, faziletli, ehliyetli politikacıları tenzih ederim ama başlıca sermayeleri yalandan ve aldatmadan ibaret olan büyük bir politiktacı güruhu olduğunu da göz ardı etmemek gerek. Bunlar lanetlidir.
Yalan söylenmesin, yalancılara itibar edilmesin… Bu sözleri söylemek kolay ama hayata geçirmek, gerçekleştirmek çok zor. 12 Eylül 2001