Salı

YALANCILIK büyük günahlardandır ve zamanımızda çok yaygındır. Yalan; âyetle, hadîsle, akılla, hikmetle kötü görülmüştür. Bir din âlimi yalan hakkında güzel bir kitapçık hazırlayıp yayınlasa, bazıları “Şimdi bunun zamanı mı? Üzerinde duracak bunca önemli konu varken…” diyeceklerdir.

Yalanın en vahimi, çirkini, affedilmezi dinî ve dünyevî meselelerde Müslümanları aldatmaktır.

Sözde profesör birisine sormuşlar, “Cuma namazı kaç rekattır?” Hemen cevap vermiş: “Sadece iki rekattır. Bu iki rekatı kılan camiyi terk etsin. Dinimizde cuma vaktinde bu iki rekattan başka namaz yoktur.”

Sözde profesör yalan söylemiştir. Cuma namazının kaç rekat olduğu Kur’ân-ı Kerim’den anlaşılmaz. Fıkıh, ilmihal, şeriat kitaplarına bakmak gerekir. Meselâ, son devrin büyük, muteber, güvenilir, icazetli, ehliyetli din âlimlerinden dersiâm Erzurumlu Ömer Nasuhi Bilmen Hocaefendi “Büyük İslâm İlmihali” isimli eserinde cuma namazının nasıl kılınacağını, kaç rekat olduğunu anlatır. Cuma vakti, hutbe ve iki rekat farzdan önce kılınacak sünnet namazı vardır. Yine farzdan sonra kılınacak başka namazlar vardır. Bunları kaldırıp iki rekat farzı kılan camiyi terk etsin demek yanlıştır, halkı aldatmaktır. Bu devirde cumanın sıhhat şartları hakkında şüphe olduğu için, farzdan sonra mutlaka ihtiyaten dört rekat zuhr-i âhir namazı kılınması gerekir.

Ramazan geldi ya, birtakım reformcu, zındık, bid’atçi şaşkın teolojyenler, başta oruç ibadeti olmak üzere çeşitli dinî ve fıkhî konularda yalan söyleyerek, konuları saptırarak halkı aldatmaya, şaşırtmaya başladılar. Bazı yorumcular ve programcılar, namaz kılmadıkları halde Ezan Türkçe okunsun, namazda Türkçe Kur’ân okunsun oruç tutulmasa da olur, oruç tutmak yerine fidye vermek caizdir gibi din dışı görüşler ileri sürmeye başladılar.

Dinî konular akaid, fıkıh, ahlak kitaplarında yazılıdır. Dinî bilgi edinmek, dinî hükümleri öğrenmek isteyenler muteber kitaplara, din alimlerine müracaat etmelidir. Bozuk, reformcu, zındık teolojyenlerden fetva alanlar. Mevlalarını değil, belalarını bulur.

Yalan, politika hayatında da çok yaygındır. Bilhassa seçim zamanlarında birtakım adaylar halkı yalanlarla, olmayacak vaadlerle kandırıyor. Gerçekleri açıkça söylemek işlerine gelmiyor. Memleket batmış, onlar kısa zamanda kurtarırız diyorlar.

Medyada çok yalan var. Hele günlük hayat yalanla içiçedir. Lokantacı yazmış: Nefis döner bulunur. Girip yiyorsunuz, nefis değil, çok kalitesiz bir döner. Nefis sıfatını yazdığı için yalancı oluyor, halkı aldatmış oluyor. Kazancı da haram oluyor. Be adam, madem ki, nefis değil dönerin, sadece “Döner bulunur” diye yazsana.

Küçük çocuklara da çok yalan söyleniyor. Bir anne, hırçınlık ve mızmızlık eden çocuğuna “Yemeğini yersen seni gezmeye götüreceğim” der, çocuğu sonra gezmeye götürmezse yalan söylemiş, yavrusunu aldatmış, onun ahlakını bozmuş olur. Yalanlarla büyüyen bir çocuk ileride yalancı, ahlaksız olacaktır.

Birtakım istisnaî hallerde bazı zararsız yalanlara istisnaî olarak cevaz verilmiştir. Meselâ karı koca birbirine darılmışlar, yuvaları yıkılacak, onları barıştırmak ve uzlaştırmak için, üçüncü bir şahsa zarar vermemek şartıyla küçük bir yalan söylenerek sulh temin edilebilir.

Sünnilikte bazı nâdir ve istisnaî hallerde takiye yapmaya izin verilmiştir. Mesela Afrika ormanlarında gezerken vahşi yamyamların eline düştünüz. Yamyamların Hoşteboş adında iğrenç, zalim, pis bir reisleri var. Hoşteboş’un ululuğunu kabul etmezsen seni öldüreceğiz derlerse, içinden lanet okuyarak “Evet Hoşteboş uludur, çok önemli adamdır” diyebilirsiniz canınızı kurtarmak için.

Akıllı, vicdanlı, iz’anlı, dengeli bir Müslüman, iyi bilmediği konularda kesin konuşmaz. Rivayete göre… Benim duyduğuma göre…Söylenildiğine göre… der.

Bazı meclislerde heyecanlı bir genç nefes nefese atılır ve çok kesin konuşarak, sanki yüzdeyüz gerçekmiş gibi bazı şeyler anlatır.

Ben böylelerini şöyle susturuyorum. Şu suali yöneltiyorum:

– Anlattıklarının yüzdeyüz doğru ve gerçek olduğundan emin misin?

– Elbette.

– O halde, şu masaya konulacak Mushaf üzerine el basıp yemin ederek doğru olduklarını teyid et.

Muhatabım şaşırır, kızarır bozarır. Hayır Kur’ân üzerine el basarak doğru olduklarını söyleyemem der.

Be mübarek, madem ki, yemin edemiyorsun, niçin o kadar emin, o kadar mutlak konuşuyorsun? Bari, “Ben şöyle bir rivayet duydum…” şeklinde konuş.

İş hayatında, telefonla aranıp da konuşmak istemeyen bir müdürün veya başkasının, toplantı falan olmadığı halde “O şimdi bir toplantıdadır, bu yüzden bağlayamıyoruz” dedirtmesi de yalandır, ayıptır, günahtır.

Mal alım satımı, ticaret muameleleri esnasında yalan söylenmesi ticareti bâtıl kılar, alınan para haram olur. Malın kusurunu söylemeden ve göstermeden satmak da bir nevi yalandır. Bu gibi ticaretler ve kazançlar haramdır.

Fıkhın Babası ünvanını kazanmış Ebû Hanife hazretleri dükkanının arka tarafında oturuyormuş. Oğlu, bir müşteriye bir kumaşı gösterirken, “Bütün Bağdad’ı dolaşsanız böyle kumaş bulamazsınız” demiş. Ebû Hanife alış verişi durdurtmuş, müşteriye “Lütfen başka yerden alınız. Oğlum öyle bir lâf etti ki, böyle bir kumaş başka bir yerde varsa alış verişe yalan karışmış olur, bu ise haramdır” demiş.

Devrimizde reklamlarda çok yalan var. Medenî ülkelerde reklamlara yalan karışmaması için çok tedbir alınmıştır. Biz henüz onların seviyesinde değiliz.

2001 yılı Türkiye’sinde yalan ne kadar mâsum ve küçük bir günah haline geldi. Yalan ne ki… Bir takım azgınlar, namussuzlar, şerefsizler güruhu memleketi, milleti talan edip soyuyor. Dolar milyarlarıyla götürülüyor. Hırsızlar, talancılar, soyguncular, hortumlayıcılar on milyonlarca dolar rüşvet ve sus payı vererek kendilerini kurtarmak, aklamak için çalışıyor.

Çocuk yemeğini yesin, uslu dursun diye ona yalan söylemenin ne zararı olacak?.. Sakın böyle düşünmeyin. Bugün çocuğunuza söyleyeceğiniz küçük bir yalan onun ileride büyük bir ahlaksız ve soyguncu olmasına sebebiyet verebilir.

Her söylediğin doğru olsun. Her doğruyu söylemek doğru değildir. En küçük yalanlar bile büyük ahlaksızlıktır. Bir ülke yalanla kalkınmaz. 28 Kasım 2001