Pazar

 

Yalan söylemek, aldatmak, emaneti ehline vermemek, söz verip de yerine getirmemek gibi ahlâkî düşüklükler; zina etmek, tefecilik yapmak, hırsızlık gibi büyük günahlardandır. Hele böyle şeyleri, din temsilcisi durumunda olan kimseler, dinî hizmet ve faaliyetlerle ilgili olarak yaparlarsa bu günah, bu ayıp, bu suç bin kere ağırlaşmış olur.

Son on yıllara bakıyorum da, islâmî temsilcilik postuna bürünmüş olan bazılarının kolayca ve bol bol yalan söylemiş, ellerine geçen emanetleri ehil olanlara vermemiş, yine bol bol vaad edip de o vaadlerini çiğnemiş olduklarını görüyorum.

Müslümanların başlarına gelen zilletler, esaretler, zulümler; biraz da bu yalanlar, emanete hıyanetler, vaadinden dönmeler ve diğer ahlâkî bozukluklardandır.

“Bizim hiç kabahatimiz yok. Bütün kabahat dinsizlerde, zâlimlerde, karşıtlarımızdadır…” şeklindeki izah ve şikâyetlerin doğru olduğuna sakın inanmayınız. Müslümanlarda da çok eksiklikler, kabahatlar vardır. Bunları bilmeden, bunları düzeltmeden zilletten izzete, esaretten hürriyete, sıkıntılardan ferahlığa çıkmanın imkânı yoktur.

Emanetleri ehline vermeyenler, Muhammed Mustafa aleyhisselamın getirmiş olduğu dine hıyanet etmiş olurlar. Maalesef bazı din baronları, emaneti ehline vermek kuralına hiç mi dikkat etmemektedir. Halktan ve bağlılarından büyük paralar topluyor ve büyük müesseseler kuruyorlar. Sonra bunların başına kimleri geçiriyorlar? Ehil olan birilerini mi? Maalesef hayır. Kendi sâdık adamlarına veriyorlar emaneti. Onlar da, yüzde doksan dokuz ehil olmadıkları için işler yürümüyor, hizmetler mıncıklanmış oluyor. Bazıları bahane ve özür makamında “Baron hazretleri ne yapsın. Cemaat, teşkilat içinde o işi yürütecek ehliyet ve liyakatte adam yok. Mecburen ehliyetsiz, fakat sâdık olan adamına vermektedir…” gibi laflar etmektedir. Bunlar bir işe yarar, sadra şifa olacak, mâkul özürler midir?

Büyük bir lokanta açıp da başına ehil bir işletme müdürü ve aşçıbaşı getirmezseniz ne olur? Lokanta kısa zamanda iflas eder, sermaye ziyan olur. İşte, özel okul, gazete, dergi, televizyon, yayınevi gibi müesseseler hep böyledir. Başlarına mutlaka ve mutlaka ehil müdürler, idareciler, kadrolar getirilmesi gerekir. “Şeyhin çok sâdık bağlısıymış… Cemaat için canını verirmiş…” gibi hasletlerin idarecilikte, işletmecilikte, uzmanlık isteyen işlerde hiçbir kıymeti yoktur.

Gazete mi çıkartacaksın, başına ülkenin bu işte en vasıflı, en güçlü, en üstün, en uzman, en birikimli, en tecrübeli adamını bulup getireceksin. Diğer hizmet ve faaliyetlerde de hakeza.

Bazı din baronları kendilerini ne sanıyorlar. Birtakım aptal ve geri zekalı müridlerin ve fanatik bağlıların “Bizim efendi, bizim hoca, bizim başımız mehdidir, kutubtur, gasvtır, bulunmaz Hint kumaşıdır…” gibi gülünç pohpolamalarının doğru olduğunu mu zannediyorlar yoksa?

Müslümanların başlarındaki birtakım adamlar yüzünden islâmî kesimin hâlâ bir bilgi bankası, bir stratejik araştırmalar enstitüsü, biz dokümantasyon merkezi, birinci ligte faaliyet gösteren üstün ve güçlü bir medyası, paralel ve alternatif bir özel eğitim sistemi, kültür ve sanat merkezleri, mimarlık ve hukuk çalışmaları yapan müesseseleri; giyim ve kuşam, moda ve tasarım kurumları ve daha bunlara benzer hayatî kuruluşları bulunmamaktadır.

Yıllarca “Ayasofya açılsın, başörtüsü serbest bırakılsın” diye bağırttılar milyonlarca saf Müslümanı. Şimdi bu slogana bir feryat daha ilâve edildi: “Kur’an kursları ve İmam-Hatip mektepleri kapatılmasın!..” Yahu şu bilgi çağında, şu globalleşen dünyada böyle ucuz, kolay, basit sloganlarla islâmî kalkınma olur mu?

Hani Müslümanların araştırma kurum ve merkezleri? Hani Müslümanların edebiyat, mimarlık, hukuk tefekkürü, sanat âbideleri?

Yapacaklarmış da, rejim izin vermiyormuş… Bu da kocaman bir yalandır. Evet iki buçuk senedir bir gerginlik, bir engelleme, bir buhran, bir baskı vardır ama, ondan önceki geniş, rahat, alabildiğine hürriyet olan yıllarda niçin böyle müesseseler kurmadık? 1985 ile 1995 yılları arasında geçen devrede çok imkanlar, çok genişlikler, çok hürriyetler oldu; elimize çok fırsatlar geçti. Bu imkân ve fırsatları iğtinam edebildik mi (ganimet bildik mi)?

Zekâ özürlü adamlar ve kadrolar islâmî hareketin başına belâ oldular. Hoparlör, cami kaloriferi, mâbetlere konulan ışıldak, fırıldak, zırıldak gibi oyuncaklar; cami helâsı, imam ve müezzin meşrutası kafalı ve zihniyetli adamlar islâmî hareketi bir kırsal kesim, gecekondu, varoş ve köylü hareketine dönüştürdüler.

Bir de, birtakım hinoğlu hin şeytan adamlar islâmî hareketin içine girdi, sızdı ve korkunç bir din istismarı çığırı açtı. Onların topladıkları milyonlarca dolarlık hizmet ve yardım paralarıyla, değil Türkiye, bütün dünya İslâm nurlarıyla aydınlatılabilirdi. Ne oldu o paralar? Yerli yerinde sarfedildi mi? Yazık ki, bir kısmı yanlış yerlerde harcandı, bir kısmı da din bezirganlarının zimmetine geçti.

Başımıza gelen musibetlerden, belâlardan, sıkıntılardan din sömürücüleri ibret alıp da uslandılar mı? Ne gezer. Yine bildiklerini okuyorlar. Yine ben ben ben… Yine riyaset, şöhret, alkış, servet çılgınlıkları. Yine köylülük, gecekondu zihniyeti, varoş kafalılığı. Yine boş ve gülünç edebiyatlar, yine faydasız koşuşturmalar.

Geçenlerde bir İslâmcı, bir mecliste “İslâm’ın zaferi yakındır” şeklinde bir nutuk attı. Kahkahayla gülmemek için kendimi zor tuttum. Bu şartlar altında, böyle islâmcılarla zafer mi olurmuş.

Müslümanların kurtuluşu yüksek bir idareci kadro ile mümkün olur. Bunların başında bir baş rehber, kılavuz, önder olacaktır. Bu kadroya mensup kişilerde şu şartların bulunması gereklidir.

1. Bilgi, kültür, ilim, irfan, hikmet boyutları çok güçlü olacaktır.

2. Ahlâk, fazilet, amel-aksiyon boyutları Kur’an’a, Peygamber’e, Sâlih Seleflere mutabık olacaktır.

3. Hem çağ seviyesinde olacaklar, hem de İslâm’ı hakkıyla anlamış olacaklardır.

4. Yiyici, lüpçü, menfaatperest, eneperest, hırsız olmayacaklar; ihlaslı, istikametli, hasbî olacaklardır.

5. İslâm’ı bir ideoloji olarak görmeyecekler, onun öncelikle ibadet ile ilgili hükümlerine riayet edeceklerdir.

6. İslâmî hareketi bir şehir, medeniyet, kültür, sanat, kalite hareketine dönüştüreceklerdir.

7. Velhasıl bilgi, aksiyon ve estetik sahasında rakiplerinden ve karşıtlarından daha vasıflı, daha üstün, daha güçlü olacaklardır. 25 Ekim 1999