Yangın Var!
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Ocak 2019
Cuma
Alt katta korkunç yangın başlamış, en üst katta çay içiyor, sohbet ediyorlar. Bu kişilere “Yangın var!..” demek, onların rahatını bozmak mânâsına gelmez. Büyük bir tehlikeyle karşı karşıya bulunan kimseleri uyarmak, haberdar etmek, onlara yapılacak en büyük iyiliktir.
Bugün Türkiye’de büyük bir yangın vardır.
1. Dinsizlik, irtidat (dinden çıkış), fitne, fesat, fısk, fücur, isyan, tuğyan, azgınlık (fuhşiyyat) almış yürümüştür. Şimdiye kadar İslâm tarihinde görülmemiş korkunç bir yangındır bu. Birtakım Müslümanlar bu yangını görmüyorlar, sezmiyorlar, algılamıyorlar… Keyiflerine, sefalarına bakıyorlar, onların mutlaka uyarılması gerekir. Rahatları bozuluyormuş, rahatları batsın!
2. Eskiden de kötülük ve günah varmış, lâkin bu kadar açıkça, küstahça değilmiş. Şimdi fısk ve fücur (İslâm dininin yasak kıldığı, kötü gördüğü günahlar) açıkça, cesur ve küstah bir şekilde işleniyor. Uyanık, şuurlu, gerçekten mümin bir Müslüman, böylesine yaygın ve genelleşmiş bir kötülük karşısında tepkisiz kalamaz.
3. Eskiden Müslümanları zabt u rabt altına alan güçler ve teşkilâtlar vardı. Şimdi kontrol, denetim, uyarı mekanizmaları kalmamıştır. Binaenaleyh ümit kırmamak, yapıcı olmak şartıyla tenkid, uyarma faaliyetleri son derece gereklidir.
4. İslâm’ın prensiplerinden biri de şu hadis-i şeriftir: “Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış.” Bu devirde öğütsüz ve uyarısız kalan nice Müslüman, hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, yine hiç ölmeyecekmiş gibi ahiret için çalışıyor…Yani ahirete hazırlanmıyor, bu büyük bir dengesizlik değil midir? Bu gibi kimseleri uyandırmak gerekir, bu uyarıların basmakalıp olmaması, ruhlara, gönüllere hitap etmesi, son derece tesirli olması gerekir.
5. İslâm’ın temellerinden biri de, kadınların ve genç kızların tesettüre riayet etmeleridir. Devrimizde tesettürsüzlük almış yürümüştür. Tesettürlülerin bir kısmı da zıvanadan çıkmıştır. Daracık elbiseler, rengârenk, alaca bulaca, çarpıcı renkli kumaşlar ve örtüler, takıp takıştırmalar, sürüp sürüştürmeler, işveli yürüyüşler, fettan bakışlar… Neymiş, bayanımız tesettürlüymüş. Yahu böyle tesettür olur mu?
Bunları kim uyaracak?
6. İslâm dininin temellerinden biri de, müjdelemek ve uyarmaktır. Halkın müjdelenmesi gerekir. Peygamberimiz bize, çok güzel, çok iyi haberler getirmiştir. Allah’a iman edersen, Peygambere iman edersen, Kur’ân’ı düstur olarak kabul edersen, İslâm dininin emir, yasak ve öğütlerine uyarsan ebedî bir mutluluğa sahip olacaksın. İman etmezsen, Peygamberi yalanlarsan, Kur’ân hükümlerini çiğnersen, inkâr edersen korkunç bir felâketle karşı karşıya kalacaksın… Şimdi, zamanımızda bu müjdeleme ve uyarı, gerektiği şekilde ve yeterli olarak yapılıyor mu? Yarın İlâhî Mahkemede, müjdelenmeyen ve uyarılmayan insanların elleri, bugünün sorumlu Müslümanlarında ve bilhassa vazifelerini yapmayan hacıların yakalarında olacaktır.
7. İslâmî kitap piyasasında yirmi beş bin çeşit, irili ufaklı kitap varmış. Ancak bunların tamamı dindar Müslümanlara hitap ediyor. Dinden kopmuşlara, İslâm’dan uzaklaşmışlara, yollarını büsbütün şaşırmışlara hitap eden yayınlar yapılmıyor. Bundan on sene önce telefonla şöyle bir kitap soruldu:
Araştırdım, inanın böyle bir kitap bulamadım. Bu kızcağıza, tesettürlü Müslüman kadınlara hitap eden klâsik bir kitabı versek, belki de aksi tesir yapacaktır. Maalesef dinimizi, çeşit çeşit, sınıf sınıf insanların akıllarının, kültürlerinin, anlayışlarının derecesine göre anlatamıyoruz. Bu çok büyük bir eksikliktir. Dinden uzaklaşmışlara,
demekle iş bitmiyor. Onları, anlayacakları, duygulanacakları bir üslup ile uyarmak, aydınlatmak gerekir.
8. Dünya işleri her geçen gün biraz daha bozula bozula, bir menzil-i maksuda doğru gidiyor. Dünyanın çeşitli yerlerindeki ufuklarda kara bulutlar dolaşıyor. Ortadoğu allak bullak, Irak’ta çirkin, zalim, vahşî bir savaş cereyan ediyor. Filistinliler kan ağlıyor, kan kusuyor, Afganistan işgal altında. Çeçenistan cayır cayır yanıyor, yangın bitişik Dağıstan’a sıçramış. Beş on gün önce Gürcistan’a gitmiştim, orada bir bölgenin Müslümanları misyonerlerin tuzağına düşmüşler Hıristiyan olmuşlar. Balkanlar karmakarışık, sevgili vatanımız Türkiye adım adım emperyalist, Siyonist güçler tarafından işgal ediliyor. Eskiden kalma cami harabeleri restore edilmiyor ama kilise yıkıntıları harıl harıl restore ediliyor. Ülkemizin her yerinde kiliseler açılıyor, Hıristiyanlık merkezleri kuruluyor. Misyonerlere alabildiğine hürriyet veriliyor, Müslümanların dinî faaliyetleri köstekleniyor. İzinsiz ve usulsüz Kur’ân kursu açanlara hapis cezası veriliyor. Dünyanın bütün medenî ülkelerinde üniversitelere ve okullara Müslüman kızlar başörtüsüyle gidebiliyorlar da Türkiye’de gidemiyorlar. Başbakan, başörtülü hanımını resmî toplantılara götüremiyor. Birtakım Müslümanlar inançları, dinî fikir ve görüşleri, haklı tenkidleri yüzünden baskıya, zulme, teröre maruz kalıyor. Bunca felâket içinde bir takım Müslümanlar maşaallah keyif, zevk, sefa içinde günlerini gün ediyorlar. Saray gibi müzeyyen geniş meskenler, yüzme havuzlu lüks mü lüks yazlıklar, en pahalı otomobiller, en pahalı yemeler, içmeler, tıkınmalar…Sohbetler, ha ha ha, hi hi hi… Bir umursamazlık, bir vicdansızlık, bir gaflet ki sormayın. Sonra böylelerini uyardığımız vakit, suratları asılıyor ve “Be adam, sen tenkidden başka bir şey bilmez misin? Senin işin gücün neşe kaçırmak mıdır? Biraz da Müslümanların iyi taraflarından bahsetsene…” diyerek söyleniyorlar.
Veli şair ne demiş:
“Şehre varsam, feryad u figan koparsam…” Bu zaman, “Yangın var!..” diye bağırmak zamanıdır. Gafillerin rahatlarını bozmak, onlara yapılacak en büyük iyiliktir. Hem yanlış anlaşılmasın, biz tenkid ederken insanların normal hayatlarını yaşamalarına karşı çıkmıyoruz.
Madalyonun iki yüzü vardır, birinci yüzünde normal hayat yaşanacaktır. Para kazanılacak, sabahleyin evden işe gidilecek, akşam tekrar eve dönülecek, günde üç kez yemek yenecek, arada çay içilecek, yazın yazlığa gidilecek, arada bir dinlenilecek… Bunlara karşı değiliz. Ancak madalyonun arka yüzünde başka bir manzara vardır. Memleket yanıyor, Müslümanlar yanıyor, din ve iman tehlikede, felaketler kapıda. Tedbir alın, toparlanın… Birtakım münadîler (seslenenler) nida ediyorlar, onları duymuyoruz. Onların lisanları başkadır; gözleri perdelenmiş, kulakları tıkaçlanmış, kalpleri mühürlenmiş, vicdanları nasırlaşmış kimseler münadîleri duymazlar, münadîler çığlık çığlığa haber veriyorlar: “Uykudan uyanınız, gafleti bırakınız, Allah’a dönünüz, Peygamberin sünnetine sarılınız. Günahlardan, isyandan, tuğyandan, fısk ve fücurdan, her çeşit azgınlıktan uzak durunuz. Hayırlı ameller yaparak, sadaka vererek, tövbe ederek, derlenip toparlanarak kendinizi kurtarmaya çalışınız… İsraftan, lüksten, gösterişten uzak durunuz… Namaz kılınız, cemaatten ayrılmayınız, biatli olunuz…”
Şirk, küfür, inkâr, tekzib, fısk, fücur, isyan, tuğyan, fuhşiyyat yangınları ülkeyi sarmış; bu korkunç yangın içinde birtakım nazenin, kuşkonmaz, vurdumduymaz, ehl-i keyf Müslümanlar sohbetler, ziyafetler, piknikler, bin bir çeşit zevkler, sefalar, eğlenceler, keyifler içinde yaşıyorlar. Bunların rahatlarını bozmak, huzurlarını kaçırmak, gafletlerine gölge düşürmek bir vazifedir.
Para, mal, servet hırsı, dünya ihtirasları, benlik, şöhret, başkanlık, (baş ol da istersen soğan başı…), dedikodulardan zevk almak, sen-ben çekişmeleri, cemaatçılık ve fırkacılık asabiyeti, lüks hastalığı bir kısım Müslümanları mahvetmiş, bitirmiş.
Yangın var!.. Yangın var!.. Yangın var!..
Bundan asırlarca önce zalim Hülagû orduları, şehrin ve halkın üzerinden silindir gibi geçmeden evvel Bağdat Müslümanları da dünya telâşeleri, günlük koşuşturmalar, sohbetler, ziyafetler nehir kenarında ve bahçelerde piknikler ile vakit geçiriyorlardı. Abbasî hilafeti çürümüştü, toplum çürümüştü, Şeriata ve Sünnete bağlılık zayıflamıştı, dünya ağır basmıştı, günahlar yaygın hale gelmişti.
Sonra Hülagû ordusu geldi, ne Bağdat kaldı, ne halk kaldı.
Irak’ta, Bağdat’ta yeni Hülagûlar cirit atıyor. Ezilen Müslümanların feryadı yeri göğü çınlatıyor. Duymuyoruz, duymuyoruz, duymuyoruz… Ateş bize sür’atle yaklaşıyor! 13 Ağustos 2005