Yirminci asırda Türkiye’de büyük din alimleri yetişmiştir. Bunlardan dört kişinin isimlerini vereyim: (1) Şeyhülislâm Mustafa Sabri efendi. (2) Zahid el-Kevserî efendi (3) Elmalılı Hamdi efendi. (4) Ömer Nasuhi Bilmen efendi.

Bu din alimlerinin başlıca özellikleri şunlardır:

(1) İtikadda ve fıkıhta Ehl-i Sünnet ve Cemaat mezhebindendirler.

(2) Kur’ân ve Sünnet İslâmlığını, tenkitlere ve hücumlara karşı korumuşlar; bid’atçileri, zındıkları, yoldan sapanları red, cerh ve mahkum etmişlerdir.

(3) Dinde reform, bid’at, yenilik ve değişiklik cereyanını durdurmuşlardır.

(4) İslâm’ı yaşamışlardır, yâni ‘âmil alimlerdir.

(5) Güzel ahlâk ve fazilet sahibi kimselerdir.

(6) Yüce İslâm dinini ve Şeriatını paraya, makama, mevkie, ikbale, dünya hırslarına alet etmemişlerdir.

Gariptir ki, birtakım ilahiyatçılar sanki bu muhterem ve gerçek din alimlerimizi boykot etmiş bulunuyor.

Cemalüddin Afganî gibi:

(a) Farmason,

(b) İranlı olduğu halde kendisini Afganmış gibi göstererek Müslümanları kandıran, aldatan,

(c) Yine, Şiî olduğu halde Sünnî görünerek Müslümanları aldatan bir zatı baş tacı edenler, kudretli ve istikametli (doğru yolda olan) Sünnî alimleri acaba niçin boykot etmektedir?

Hepsini kasd etmiyorum ama birtakım ilahiyatçılar, yazdıkları tefsirlerde Kur’ân-ı Kerim’in bazı ayetlerini kendi re’y, heva, batıl görüşlerine göre yorumlamaktadır. Mesela bunlar Bakara sûresinin 62’nci ayetini heva ve re’y ile yorumlayarak:

(A) Hazret-i Muhammed aleyhissalatü vesselamın peygamberliğini ve Allah katında insanlığa getirdiği mesajı inkar edenleri,

(B) Kur’ân-ı Azimüşşanın ilahî vahy ile gönderilmiş Allah’ın kitabı olduğunu inkar edenleri, “Kur’ân -hâşâ- uydurma bir kitaptır” diyenleri,

(C) İslâm dininin hak din olduğunu kabul etmeyenleri, ona -hâşâ- “uydurulmuş din” diyenleri Cennete sokmaktadırlar. O ayetin bu şekilde yorumlanması yanlıştır. Yukarıda isimlerini verdiğim gerçek ulema ve diğer Sünnî müfessirler ve alimler mezkûr ayeti bu şekilde tefsir etmemişlerdir.

O halde, birtakım reformcu, yenilikçi, değişiklikçi ilahiyatçılar ne yapmak istiyorlar?

Peygamberimizin risaleti, mesajı, getirdiği din kendisine bildirilmiş olan bir kimse bunu kabul etmezse, o kişi münkirlerden, kâfirlerden, yalanlayıcılardan olmaz mı?

Hazret-i İsa’nın Allah’ın oğlu olduğuna inananlar Allah’a şirk koşmuş olmazlar mı? 1400 küsur yıllık İslâm tarihinin her asrında çok büyük alimler, müfessirler gelip geçmiştir. Bunlar Bakara sûresinin 62’nci ayetini nasıl yorumlamışlar ve mânalandırmışlarsa bizim birtakım ilahiyatçıların da o yoldan gitmeleri gerekmez mi?

Adamlar Tevhid inancını kabul etmiyor, Hazret-i İsa’yı ilah kabul ediyor, ona İbnullah diyor, Hazret-i Muhammed’e yalancı diyor, Kur’ân’a düzmece diyor, İslâm için “uydurma dindir” diyor…

Ve sonra birtakım Müslüman ilahiyatçılar “Böyle inanan ve düşünenler de Cennet’e girecektir” şeklinde yorum yapıyor. Bunlar ne biçim ilahiyatçıdır? Böyle ilahiyatçılar bir “İbrahimî dinler…” edebiyatı yapıp duruyor. Hazret-i İbrahim aleyhisselam kimdir?

Tevhid ehlinin, muvahhidlerin; Allah’ı bir, eşsiz, ortaksız, oğulsuz bilenlerin atası değil midir? O halde, Allah’a eş, ortak ve oğul koşanlar nasıl İbrahimî olabilir?

Cemalüddin Afganî sarıklı bir Farmasondur. Geçenlerde bir İlahiyatçı toplantısında, Türkiye dışından katılmış bir reformcu ve bid’atçi bu zat için:

“Afganî, Selef İslâmlığının çağdaş temsilcisidir” şeklinde bir laf etmiş. Selef-i Sâlihîn efendilerimizi şöyle bir temsilciye sahip olmaktan tenzih ederiz. Bu sarıklı Farmasonu Müslümanlara bir kurtuluş rehberi, bir din önderi olarak gösteren ilahiyatçının gayesi nedir? Bu kişi, Afganî’nin içyüzünü bilmez değildir. Peki, bildiği halde onu niçin önder, rehber, kâid olarak gösteriyor?

Muhterem Müslümanlar!

Dininizi korumak, Kur’ân ve Sünnet yolundan sapmamak istiyorsanız şu hususlara dikkat buyurmanız gerekir:

(1) İslâm dininin anlaşılmasında, Kur’ân’ın yorumunda, akaidde ve diğer bütün dinî ve şer’î ilimlerde, sevad-ı azam yani Ehl-i Sünnet ve Cemaat dairesi içinde bulunmak gerekir.

(2) Her türlü dinde reform, yenilik, değişiklik fikrine, teşebbüsüne karşı çıkılmalıdır. Bu dini Allah koymuştur. Allah yanılmaz. İslâm’ın kesin hükümlerinde Kıyamet’e kadar hiçbir değişiklik yapılamaz.

(3) Dinimizi reformculardan, bid’atçilerden, yenilikçilerden, değişiklik taraftarlarından, Fazlurrahmancılardan değil; icazetli Sünnî ulemadan öğrenmeliyiz.

(4) Re’y, heva, indî görüş ile yapılmış tefsirleri, mealleri, tercümeleri kesinlikle almamalı, okumamalıyız.

(5) Ehil olmayanların dinî konularda tartışmaları dine ve ümmete büyük zarar verir. Bu gibi tartışmalardan hassasiyetle kaçınmalıyız. Dinimiz 1400 küsur yıl önce tamamlanmış, kemalini bulmuştur. Onu o şekilde kabul ve tatbik etmeliyiz.

Türkiye’de reform, yenilik, değişiklik cereyanını kimler çıkartmıştır? Kimler desteklemektedir? Böyle zararlı bir çığırı elbette gerçek, icazetli, râsih ulema çıkartmamıştır. Reform ve yenilik cereyanının ardında bizim şu meşhûr Pembeler vardır. Onlar niçin dinde reform istiyorlar? Herhalde İslâm’ın güçlenmesi, Müslümanların izzet bulması için değil. Onların gayeleri şunlardır:

  • İslâm’ı ilahî bir din olmaktan çıkartıp, beşerî bir ideoloji ve hümanizma haline getirmek istiyorlar.
  • Hıristiyanlık aleminde olduğu gibi, Müslümanlık aleminde de bir protestanlık çığırı açmak istiyorlar.
  • Fıkhı ve Şeriatı kaldırmak, suya sabuna dokunmayan ve kendileri için zararsız bir ehlî İslâm türetmek istiyorlar.
  • Allah katından indirilmiş (münzel) İslâm’ı kaldırıp, uydurulmuş bir İslâm çıkartmak istiyorlar.

    Pembelerin hizmetinde çalışan, Pembelerin emellerinin gerçekleşmesi için gayret gösteren ilahiyatçılara yazıklar olsun! Onlara bakınız… Hiç İslâm alemine benzer halleri var mıdır? Surat matruş, başta sarık, sırtta cüppe yok. Onları vakit namazlarında camilerde, cemaat-i müslimîn içinde görebilir misiniz?

    1400 yıldan beri gelen bunca müctehidler, fakihler, allâmeler, müfessirler, muhaddisler, süleha, evliya, kutublar, gavslar, imamlar, yanılmışlar da, bizim birtakım reformcu ilahiyatçılar doğruyu bulmuşlar… Fesubhanallah! Ya Rabbi, ne günlere kaldık!

    Bu gibileri bendenize “Sen ilahiyatçı değilsin, gazetecisin, din işleri bizim işimizdir, sen karışma, senin aklın ermez…” diyorlar. Gerekçeleri ne kadar çürük… Ben kendi kafamdan konuşmuyorum ki… Metod hakkında konuşuyorum. Önceki büyük alimlerin, büyük tefsirlerin görüş ve yorumlarını nakl etmek, metod hakkında konuşmak suç mudur?

    Dinî, şer’î, akaidî ve fıkıhla ilgili konuları gerçek, icazetli, ‘âmil, salih, muttaki sünnî alimlerden öğreniniz diyorum. Haksız mıyım? Bir tarafta gerçek ve sağlam din alimleri… Onların karşısında yenilikçi, reformcu birtakım ilahiyatçılar… 01 Şubat 2005