Yapabileceğimiz Hayırlar
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 05 Ocak 2019
Çarşamba
(Bir sohbetin notları)
İnsanların uzun emelleri ve hayalleri vardır. Bunların gerçekleşmesini isterler ama imkânları ve fırsatları yeterli olmadığı için elde edemezler. Türkiye’nin çok güçlü, krizsiz, problemsiz, gerçek medeniyet ufuklarına hızla koşan, bütün dünyaya model ve örnek teşkil eden bir ülke olmasını kim istemez? Bizim sanayiimiz, bizim ekonomi ve finansımız da Japonya ile boy ölçüşebilmelidir… Sayısı 100’ü geçen Türk Üniversiteleri ve yüksek okulları, ülkemize Nobel ödülü kazandıran büyük araştırıcılar, düşünürler yetiştirmelidir… Lakin sadece istemekle olmuyor.
Bendeniz bugün burada, her iyi niyetli ve az imkânlı insanın yapabileceği, gerçekleştirebileceği faydalı, iyi, hayırlı, güzel işlerden ve şeylerden bahs etmek istiyorum. Bunların listesini yaparken şu prensipleri esas aldım:
Peygamberimiz (salat ve selam olsun ona) “İki günü birbirine eşit olan zarar ve ziyandadır” buyuruyor. Yani, her yeni günümüz, bir öncekinden ilimde irfanda, ahlâkta, fazilette, hayır ve hasenatta, güzellikler ve iyilikler sergilemekte daha ileri olmalıdır.
Yine bir hadîs-i şerifte “Yarım hurma ile bile olsa kendini Cehennem ateşinden koru” buyuruluyor. Bu hadîs bize, iyilik ve hayır yapmak için zengin, varlıklı, bol gelirli olmak gerekmediğini, bir tek hurmaya malik olan bir Müslümanın bile, onun yarısını bir kardeşine, aç bir insana yedirerek Allah’ın rızasını kazanabileceğini, cehennemden kurtulabileceğini bildiriyor.
Hayır ve iyilik yapmak için bir hurması bile olmayan kimseler varsa onlara şu üçüncü hadîsi hatırlatmak istiyorum: “Kardeşinin yüzüne gülmen, ona tebessüm etmen de bir iyiliktir, bir hayırdır, sadakadır.” Yani Müslümanlara karşı güler yüzlü, tatlı dilli, onları ferahlatacak, onlara huzur verecek bir halde olmakla da sevap ve ecir kazanabilirsin.
Müslümanlık ne demektir? Müslümanın elbette çeşitli tarifleri vardır. Bunlardan biri şudur: Müslüman iyi insan, iyi vatandaş, iyi komşu, iyi iş sahibi, iyi işçi, iyi aile reisi, iyi eş, iyi baba, iyi evlat demektir.
İyi Müslüman, iyi insan, iyi vatandaş… Bu üçü birbiriyle özdeştir.
Peygamberimiz bir hadîs-i şeriflerinde “Güçlü Müslüman zayıf ve güçsüz Müslümandan hayırlıdır” buyurmuşlardır. Güçlü ne demektir? Sadece sağlıklı, bedenî bakımdan kuvvetli manasına gelmez güçlü olmak. Güçlülük şu üç boyutta tezahür eder, görünür: Birincisi: Bilgi ve kültür boyutu. İkincisi: Aksiyon, ahlak, fazilet boyutu. Üçüncüsü: Güzellik, sanat, zerafet, insanlara hoş görünmek boyutu.
Bendeniz din alimi değilim, ilahiyatçı hiç değilim. Binaenaleyh okur-yazar bir Müslüman olarak, altmış küsur yıldan beri okuduğum faydalı kitaplardan çıkardığım bilgilerle, şu kısa müddet içinde sizlere günlük hayatınızda ve hemen bugünden başlamak şartıyla ne gibi iyilikler, doğruluklar, faydalı ve güzel şeyler yapabileceğimizi, çok açık bir şekilde anlaşılması için maddeler halinde anlatacağım: Bunların bir kısmı doğrudan doğruya dinîdir. Bir kısmı ise, dinin dışında olmamak şartıyla sosyal ve kültürel şeylerdir.
(1) Beş vakit namaz kılmayan sevgili kardeşlerimiz düşünsünler, karar versinler ve günlük namazlara başlasınlar. Bu bizim elimizde, bizim irademizin dahilinde olan bir şeydir. Kur’ân’da ve Sünnette beş vakit namazın farziyeti ve önemi hakkında çok sayıda öğüt, uyarı, emir vardır. Bir Müslüman olarak namazsız kurtulmamız çok zordur. Avustralya’da bir hafta tatil yap deseler belki buna maddî gücümüz, vaktimiz yetişmez. Beş on bin dolar gerektirebilir.Namaza başlamak için para gerekmez, sağlık raporu almak, ruhsat gerekmez. Hemen başlanabilir.
(2) Beş vakit namazı kılan Müslümanlar cemaate devam etsinler. Yani bir camide, yahut kendi aralarında ehil birini imam yaparak “Cemaatle kılınan namaz tek başına kılınan namazdan 25 veya 27 kere daha hayırlıdır…” Evet böyledir. Ancak şunu da bilmek gerekir: Farz namazları, mukim (yani misafir olmayan) erkek Müslümanların cemaatle kılması dinî bir mecburiyettir. Cemaate katılmak, Müslümanın tercihine, ihtiyarına, seçimine bırakılmamıştır. Hanefî mezhebinde cemaat, sabah namazının sünnetinden daha kuvvetli, farza ve vâcibe yakın bir sünnet-i müekkededir. Şer’î özürsüz terki câiz değildir. Eskiden bu memlekette, Müslüman şehirlerinde Ezan-ı Muhammedî okunduğu zaman bütün dükkanlar ve işyerleri kapanır, çarşı ve pazarlarda adam kalmaz, camiler, cuma namazlarında olduğu gibi dolarmış. Rıza Nur, meşhur Hatıratı’nda İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra Sinop’a gittim, iki değişiklik gördüm. Biri namaz kılanlarda bir azalma olmuştu. İkincisi kadınlar sokağa çıkmaya başlamışlardı… diyor. Eskiden, namaz kılmayanlara târik-i namaz, cemaati terk edenlere târik-i cemaat denilirdi. Beş vakit namaz kıldığı halde cemaate katılmayanların kadılıklarda, yani İslâm mahkemelerinde şahitlikleri kabul edilmezdi. Bizler eski Müslümanlar kadar dindar değiliz ama cemaati büsbütün terk etmemeliyiz. Fetva vermiyorum ama hiç olmazsa günde bir kez camiye gitmeliyiz. Kendi aramızda cemaat yaparsak, imam olacak zatın mutlaka başını bir takke ile kapatması gerekir.Başın kapalı olması namazın edeplerindendir, sünnettir.
(3) Hemen yapmaya başlayabileceğimiz iyi ve hayırlı bir iş de ihtiyaçlarımızı çoğaltmaktan, lükse ve israfa kaçmaktan, gösterişten, aşırı tüketimden, saçıp savurmaktan kaçınmaktır. İslâm dini bize kanaati emr ediyor. İsrafı, savurganlığı yasak ve haram kılıyor. Eski Müslümanlar, zengin bile olsalar kanaatli bir şekilde yaşadıkları için bugünkü kadar hasta olmuyorlardı. İslâm tıbbının iki ana maddesi vardır: Acıkmadan sofraya oturmamak. Sofradan, doymadan önce kalkmak. Böyle yapanlar sağlıklı yaşar, hasta olmazlar, yahut az hasta olurlar ve çabuk iyileşirler. Zamanımızda bir kısım insanlar için yemek içmek din-iman haline gelmiştir. Elleri biraz para görünce, hemen en lüks lokanta ve kebapçılara gidiyor, evlerine en lüks ve pahalı yiyecekleri alıyor ve tıkınıyorlar.Sonunda aşırı kilo alıyorlar, sağlıklarını kayb ediyorlar. Kolesterol, damar sertliği, kalp hastalıkları, by pass ameliyatları neden oluyor? Herhalde az yemekten değil, çok yemekten. Şu hususu da unutmayalım ki, doyduktan sonra yiyen kimse, başkalarının hakkını yemiş olur. Bu iddiamı anlamak çok kolaydır.Bir sofra düşününüz, etrafından yedi kişi var. Bunların ikisi, kendilerine yetenden fazla yerlerse, öteki beş kişi doymamış olur. Ülke de bunun gibi çok büyük bir sofradır. Bazı hocalar, çok yemek yemenin, oburluğun bir günah olduğunu, haram olduğunu yüksek sesle söylemiyor. İslâm’da ilk çıkan bid’at nedir? Doyasıya yiyip semirmektir. Mü’minlerin annesi Hazret-i Aişe (radiyallahu anh) şöyle buyuruyor: “Resûlullah efendimizin vefatından sonra ilk çıkan bid’at, insanların doyasıya yeyip de semirmeleri, şişmanlamaları olmuştur”.14 Eylül 2006