Yapamadıklarımız
Milli Gazete-Köşe Yazıları
- 06 Mart 2019
Salı
Türkiye içinden yüz, dışından yirmi beş kadar büyük hukukçu, sosyolog, düşünür, fikir ve kalem sahibi şahsiyet ile görüşüp, onların başörtüsü konusundaki hürriyetçi, adaletli, insaflı, demokratik görüşlerini bir bildiri halinde hazırlamak; bu metni büyük gazetelerde tam sayfalık ilanlar olarak halka duyurmak, televizyonlarda geniş kütlelere ulaştırmak… Böyle bir şey yapılamaz mı? Pekâlâ yapılabilir. Peki Müslüman kesimin büyükleri, baronları, hazretleri, parababaları, kurmayları niçin böyle bir şey yapmıyorlar? “Bunun için trilyonlar lazımdır, bizde bu para yok…” derlerse doğru söylemiş olurlar mı? Bu millet islâmî hizmet ve faaliyetler için trilyonlar değil, katrilyonlar vermiştir, vermektedir. Bunların pek cüz’î bir miktarıyla benim yukarıda anlattığım hizmet gibi hizmetler yapılması gerekmektedir. Niçin yapılmıyor?
Bazıları maalesef acz, beceriksizlik, şaşkınlık içindedir. Bundan bir asır kadar önce Dreyfus meselesinde, ünlü edib Emile Zola, L’Aurore gazetesinin birinci sayfasını tamamen kaplayan “İtham Ediyorum” başlıklı bir yazı yayınlayarak idarecileri uyarmıştı. Bizde Müslüman kesimde niçin böyle kalemler, böyle teşebbüsler yok? Bizim ağır toplarımız mı yok? Büyük gazetelerimiz mi yok?
İslâmî kesimin iki büyük gazetesi Türkiye ve Zaman’da, vaktiyle Zola’nın Fransa’da yazmış olduğu yazı gibi bir yazı yayınlanabilir mi? Onların böyle bir iş için gerekli niyetleri, cesaretleri, iradeleri var mıdır? Zola gibi yazarları, düşünürleri var mıdır?
Karşıtlarımızın ağır toplarına bakınız, bir de bizim Ramazan topu gibi kuru sıkı atan toplarımıza. Karşı taraf ne kadar cesur, atak, gözükara. Biz ise ne kadar ihtiyatlı, temkinli, ürkek ve çekingeniz. Müslüman kesimin bir Gandi’si, Mandela’sı yok mudur?
Ben şiddete, hukuk dışı hareketlere karşı olan bir kimseyim. Ancak, böyle krizlerde, yasal sınırlar içinde kalarak da çok güzel, çok güçlü, çok başarılı mücadeleler yapılabilir. Bunun için de ilim, irfan, kültür, ahlâk, fazilet, cesaret, feragat, samimiyet, azim, ihlas sahibi güçlü şahsiyetler gerekir. Bizde böyle güçlü kişiler yok mudur?
Şimdiye kadar islâmî kesimde elemanlar ABD’ye, Avrupa ülkelerine gidip de oralardaki üniversitelerde okuyan başıörtülü Müslüman kızlarla ilgili röportajlar yapmış, bu konuda resimli broşürler hazırlamış mıdır?
Karşı tarafın gazetelerinde birtakım namuslu, vicdanlı, insaflı köşeyazarları bile Müslümanların haline ağlıyor, üzülüyor. Bizdeki İslâmcı büyükler ne yapıyor?
Hayat bir mücadeleden ibarettir. Bu mücadelenin bu asırda en büyük silahları ise ilim, irfan, kültür, ihtisas (uzmanlık), medya, araştırma, sanat, dirayet, ehliyet gibi konularda vasıflı, güçlü, üstün elemanlara sahip olmaktır.
Sivas dâvası başlamadan önce bir yazı yazmış, ilgilileri uyarmış; bu iş gürültü, patırtı, nümayiş, gövde gösterisi ile halledilemez; birkaç güçlü ve sakin hukukçu bulunsun, sanıkların müdafaasını onlar yürütsün demiştim. Bu yazıma bazıları tepki göstermişlerdi. Sonunda ne oldu? Otuz küsur sanık hakkında idam cezası çıktı. Halbuki başlangıçta dâva ülkemizin en büyük hukukçularına, avukatlarına verilmiş olsaydı, netice çok daha başka olabilirdi.
Duruşma salonu hıncahınç dolu. İki yüze yakın avukat var. Ön sırada dinibütün bir avukat oturuyor. Duruşma esnasında bir ara cebinden kocaman bir misvak çıkartıyor ve herkese gösterecek şekilde dişlerini temizliyor. Mahkeme salonunda, öyle gergin bir hava içinde yapılacak iş miydi bu?
Müslümanları kırsal kesim ve gecekondu kafası, varoş zihniyeti, marjinallik, ilkellik mahvediyor. Dinî yapıları, teşkilatları, hiyerarşileri de İslâm’a uygun değil. Bir sürü cemaat, hizip, fırka, özel diyanet kargaşası içindeler. Merve Kavakçı hanımın başörtüsü meselesinde yapılan müdafaalar son derece yetersizdir. Yeterli olduğunu iddia edenin alnını karışlarım.
Bazı gazete patronları, yöneticileri, köşe yazarları çıldırmıştan beter durumdalar. Adamlar hem savcı, hem hâkim, hem de infaz memuru gibi hareket ediyor. Ne hukuk tanıyorlar, ne demokrasi, ne temel hak ve hürriyet. Astıkları astık, kestikleri kestik. Müdafaa hakkı kutsaldır; bunların böyle bir hak falan tanıdıkları yok. Her gün yargısız infaz yapıyorlar.
Yüzlerce trilyonluk, katrilyonluk maddî güçleri var. Öyle basın kuruluşları var ki, arkalarında yetmiş şirketli holdingler mevcut.
Ülkemizde korkunç bir medya terörü hüküm sürmektedir. Dünyanın bütün ciddî, ileri, medenî ülkelerinde medyanın bir sorumluluğu vardır; bir medya etiği vardır. Bizde bunlar yok.
ABD’de tahsil görmüş, kültürlü, gerçekten aydın genç bir hanım milletvekili seçiliyor, başında örtüsü var diye yapmadıkları saldırı ve hakaret kalmadı. Bu kadar ölçüsüzlük medenî insanlara yakışır mı?
Rejimi güç kullanarak yıkmak isteyen kızıl anarşistlerin asılma yıldönümlerinde karalar giyen, yaslar tutan medya teröristleri başıörtülü hanım milletvekiline düşmanca saldırıyor. Üstelik de demokrat ve cumhuriyetçi geçiniyorlar. Toleransın, farklılıklara saygının olmadığı yerde gerçek demokrasi, hakikî cumhuriyet olur mu?
Bütün bu düşmanlıkları, terör hareketlerini, saldırıları laikliği korumak için yapıyorlarmış. Kimi kandırdıklarını sanıyorlar. Laiklik, devletin vatandaşların dinine, inancına, inançları doğrultusunda yaşamak haklarına saygı göstermek değil midir?
Başıörtülü genç milletvekili hanıma amansızca saldıran bu adamlar, bazı bedbaht Türk kadınlarını, üzerlerinde TC antetli resmî “vesikalarla” satan Dudu Madam’a karşı en ufak bir tepki bile göstermemişlerdir. Aksine onun otomobil koleksiyonundan, akrostişli şiirlerinden, filanca zatı çok sevdiğinden sempati ile bahsetmişlerdir. Bunlar ne dengesiz adamlardır.
Meclis’e başörtüsü ile girilemezmiş. Kim çıkartmış bu kuralı? Başörtüsünün hukuka, demokrasiye, vicdana insafa, iz’ana, aykırı ne gibi bir tarafı vardır? 12 Mayıs 1999