Salı

 

Bundan otuz küsur yıl önce Medine’de yaşlı bir zat ile görüşmüştüm. Bir ara şöyle bir söz etmişti: “Eskiden, Osmanlı devleti zamanında Türkler buraya geldikleri vakit, eşyalarını kalacakları yere indirdikten sonra ayaklarının tozu ile Mescid-i Nebevi’ye gelirler, gözlerinden yaşlar akıtarak Resûl-i Kibriya (Salat ve selam olsun ona) Efendimizin türbesini ziyaret ederlerdi. Şimdiki Türk hacıları ise hemen çarşılara pazarlara koşuyorlar.”

Evet son yüz yıl içinde Müslümanlar çok değişti. Eski Müslümanlar öncelikle ibâdeti, Allah’a kulluğu, âhireti, Cennet’i, Cehennem’i, Kitabı düşünürlerdi. Helâl haram nedir bilirler, dinin koyduğu sınırlara riayet etmeye çalışırlar, inançlarını hayata uygularlardı.

Şimdiki Müslümanların çoğunun aklı fikri para, kazanç, lüks ve konforlu hayat. Üç beş Müslüman bir araya gelince dinden, imandan, ibadetten, ahlâk ve faziletten bahsedecekleri yerde günlük dedikodularla meşgul oluyorlar. Aktüalite afyonu onları sersemletmiş. Gazeteler ne yazıyorsa, televizyonlar ne söylüyorsa Müslümanların gündemi de öyle.

Geçenlerde on kadar Müslümanın, zamane dindarının bulunduğu bir mecliste ben de vardım. Dört saatlik sohbet esnasında, pek yararlı laf edilmedi. Apo, PKK, terör, politik dedikodular… Bazı din baronlarının gıybeti yapıldı. Bol bol tenkit, şikâyet, tazallüm edebiyatı… Herkes içini boşalttı, aklına geleni söyledi. Lakin müsbet bir karar alınmadı, hayra yönelik bir teşebbüs için ortaya fikir atan olmadı.

İslâm dininin öğretileri muteber din kitaplarında yazılıdır. İnanca, taharete, ibadetlere, muamelata, ahlâka, fazilete, hikmete dair dinimizin binlerce hükmü vardır. Müslümanlar bunlardan bahsetmeli, bunlar üzerinde durmalı, bunları hayata uygulamak için çalışmalıdır.

Din baronlarına bağlı kardeşlerimiz, o baronların çoğu gerçek dışı kerametlerini anlatıp duruyorlar. Yok falanca zat uçuyormuş, gece gündüz rüya görüyor, ilhamlar alıyormuş, onun yanında iken melaikenin kanat hışırtıları duyuluyormuş… Yahu bunların bizim dinimizin öğretileri ile ne alakası vardır? Bizim dinimiz ilim, irfan, hikmet, kültür dinidir. En büyük keramet sahih itikad üzere olmak, hakkıyla ibadet etmek, ahlâkî faziletlere sahip olmaktır.

Bid’at sahibi bir adam, parmağıyla dokunmakla bir ağacı altın etse ne kıymeti olur? Bu keramet değil, istidrac olmaz mı?

Zındığın biri, dinimizi içinden yıkmak, Müslümanların zihinlerini karıştırmak için bir sürü hezeyan savuruyor da, aklı başında Müslümanlar bu fesatçıya karşı tepki göstermiyor. Hattâ onu bağırlarına basan, ödüllendirenler bile görülüyor. Gafletin bu derecesi nerede görülmüştür?

Bu devir Müslümanları gerçekten şaşırmış vaziyettedir. Halk ne yapacağını bilmiyor. Bunun vebali de başı çekenlere, din baronlarına, seçkin ve temsilci Müslümanlara aittir. Onlar Müslümanları, birlik ve beraberlik içinde iman, ibadet, ilim, irfan, ahlâk, fazilet yolunda yürütecekleri yerde; kendi şahsî saltanatları ve ihtirasları uğrunda kullanmaktadır. Bir kısım Müslümanlar inek gibi sağılmakta, kaz gibi yolunmaktadır.

Halka, “İtikadınızı tashih edin, beş vakit namaz kılın, cemaate devam edin, diğer ibadetleri eda edin, hayır hasenat yapın, sizi kurtaracak güzel ahlâka ve faziletlere sahip olun, sizi cehenneme götürecek kötü huyları bırakın, günahlardan kaçının, fitne ve fesat çıkartmayın, birbirinizi sevin, parçalanıp ayrılmayın” gibi nasihatlar eden pek yoktur. Şimdi bu nasihatlar yerine, “Bize para verin, daha fazla para verin, bizi destekleyin, bizi övün, bize bende olun” şeklinde telkinler yapılmaktadır.

Müslümanlar bol bol dedikodu yapıyor ama günde beş kere Ezan-ı Muhammedî okunduğunda camiye gidip de cemaatle namaz kılan pek görülmüyor. Mitinglere, iftar-show’lara koşan çok da, camiye gelen yok.

Müslümanlar başlarına gelen belâ ve musibetlerden şikâyet ediyor, ucuz bir tazallüm (zulme uğramışlık) edebiyatı yapıyor. Sakın onların başlarına gelenler, yaptıklarının cezası olmasın?

Anlayamıyorlar

Bizde bazı önemli kişiler bir şeylerin bitmiş olduğunu bir türlü anlayamıyor, idrak edemiyor. Bu biten şeyler nelerdir? İdeolojilerdir, eğitim sistemidir, üniversitelerdeki zihniyettir, bir dünya görüşüdür, bir sistemdir.

Onlar sanıyorlar ki, bugünkü eğitim sistemi ve felsefesi ile Türkiye ayakta kalabilir, ilerler ve yükselir. Mümkün değildir bu. Bir ülkedeki en önemli kurum eğitimdir. Bizdeki eğitim çağdışıdır, yetersizdir. İdeolojik esaslıdır. Kalitesi son derece düşüktür. Bu eğitimin liseleri genç nesillere doğru dürüst Türk lisanını ve edebiyatını bile öğretememektedir. 1928’den önce yazılmış ve basılmış milyonlarca Türkçe kitabı, risaleyi, vesikayı, mezar taşını, kitabeyi okuyamayan insanlara, üniversite mezunu bile olsalar okur-yazar demek mümkün müdür?

Onlar siyasî sistemin iflas ettiğini, bittiğini, bu konuda ve sahada mutlaka köklü bir değişime, yenilenmeye gidilmesi gerektiğini de anlayamıyorlar.

Onlar tarihî ârızaların ilânihâye devam etmesinin mümkün olmadığını, bunların bir başlangıç, bir de bitiş tarihlerinin bulunduğu, ârızalardan tarihî devamlılık mecrasına geçilmesi gerektiğini de anlayıp idrak edemiyorlar.

Onlar birtakım eski kalıpların bu ülkeye, bu millete, bu devlete dar geldiğini; daha uygun, daha elverişli kalıplara, ölçülere, değerlere, müesseselere geçilmesi gerektiğini de anlayamıyorlar.

Onlar bunca kokuşmanın, rüşvetin, soygunun, talanın, hırsızlığın, haram yiyiciliğin, eşkiyalığın, kötülüğün, bozukluğun, haksızlığın, hukuksuzluğun hep böyle devam edemeyeceğini de anlayamıyorlar.

Onlar, bu memlekette yaşayan her kesime mensup bütün namuslu, dürüst, akıllı, bilge aydınların ve temsilcilerin toplumsal bir barış ve sosyal bir uzlaşma hususunda birleşmeleri gerektiğini de anlayamıyorlar.

Onlar baskıyla, tehditle, sindirmeyle, hukuka ve adalete zıt kanunlarla eski düzenin hep devam edeceğini sanıyor ve feci şekilde aldanıyorlar.

Bugünkü Türkiye’de az çok fabrika, otomobil, asfalt yol, lüks tüketim eşyası, yollar, köprüler, barajlar, kocaman beton binalar, teknik var ama ne yazık ki, ilim, irfan, kültür, hikmet, iz’an, basiret, feraset, fetanet, uzak görüşlülük, yeteri kadar mevcut değil.

Ülke büyük buhranlar, sancılar içinde kıvranıyor. Lakin birtakım kocaman ve önemli adamlar kendi ikballerinden, kendi çıkarlarından, kendi ihtiraslarından, kendi şehvetlerinden başka bir şey düşünmüyorlar.

Bu ülkenin insanları kendi cüz’î ve beşerî iradeleriyle; ilmin, irfanın, kültürün, hikmetin ışığında horizontal-yatay çareler ve çözümler arayıp bulmazlarsa, vertical-dikey çözümlere ve yıkımlara hazır olsunlar. 17 Mart 1999